Ey gönül, anlamayanlar, seni üzerler, rahatsız ederler;
hatta seni deli, divâne ederler, elini ayağını
bağlarlar Sen içi tatlı, özlü bir yemişe benzersin, bu
yüzden seni hep kırarlar.
Hz. Mevlâna Muhammed Celaleddin-i Rûmî (k.s.)
****************
Her şeyi “Hak “görenler..beni de Hak gördüğünüz için
teşekkür ediyor ve şükrediyorum:)bu arada ben sıkı bir
tarafımdır yazmak istedim…hoş gör ya huu başka bir şey,
taraf olmak başka değil mi? selamla ve sevgiyle….
………………………………………….
çocuk Mürşid’inden akan Çağrı’ya doğru gidiyordu
O’ndan başka her şeye sağır ve kördü..bunu
gerçekleştiren yegane şey ise muhabbet-i aşktı tabii..o
hep özlediği nin-aradığının; tüm müziklerde duyarım diye
umduğunun,yakalamaya çalıştığı ama henüz
yakalayamadığının KÜN çağrısı olduğunu idrak
etmişti..ve tabii bunun için çok şükrediyor ve teşekkür
ediyordu..
evvel
yılların birinde, çocuk, seri halinde olan bir kitap
dizini okuyordu..ezoterik cinsindenmiş; kitapların
yazarı öyle diyordu ve çocuk acaib bir merakla,
sabahlara dek okuyordu.ve bir cümle vardı. onun kalbini,
belki de bozan..diyordu ki kitapta.. aslında Tevrat’ın
ilk cümlesi :” tanrılar dünyayı yarattı”idi..! ”lakin,
sonra, haham efendiler, Allah dünyayı yarattı diye
değiştirdiler…”işte bu cümle çocuğu çok derinden
sarsmıştı.uyuya kaldı düşünürken…bedeni yatakta uyuyordu
ama kendisinin değişik versiyonları, değişik hallerde
etrafta duruyordu.. biri de yan odada, bilgisayarın
başındakine bakıyordu ve ona dokunamadığını
görerek(bunun bilincindeydi) buna hayret etmiyordu..biri
perdeyi kaldırdı, o ne?gökyüzündeki tüm yıldızlar
birleşerek Kelime-i Tevhid i yazmışlardı..
LÂ İLAHE
İLLALLAH MUHAMMEDEN RESULULLAH…ve her yıldız, her bir
harfteki ölçü noktasıydı..bilgisayarın
başındakini, illa kaldırıp göğe baktırmak isteyen; ne
kadar bağırırsa bağırsın, sesini duyuramayacağını
anlamıştı ve dokunamamanın acısını hisseden duyguya da
sahipti..ve bu hayatta da gerçekti ne yazık ki..(ilim
bazen kişiyi sağır ve kör ediyordu ..insanın çok çeşitli
tanrıları vardı başta muhakkak şehvet, ilim,makam ve
para tanrısı geliyordu..)ve perdeyi açıp bu muazzam
manzarayı seyreden; bu güzelliğin etkisi ile sarhoştu…
…………
Yazar; bu kitaptan sonra, hemen yazacağı kitapla tüm
sırları açıklayacağını da eklemişti, o kitabın
nihayetinde..ve uzun seneler geçti.o yazar, dediğini
asla yapamadı ve adı da hiççç anılmaz oldu.. neden
bilemiyoruz tabii(çocuk ona ait tüm kitapları ve o tür
benzerlerini, dünyasına, Evvel Zaman-ı İlahi’si
girdiğinde, bir daha hiçççç okumamak üzere hayatından
çıkarttı..)
ve seneler geçti…..çocuğun ders proğramı açıklandı:bir
zikri,bir rehberi-hanif bir hamisi vardı ve hak ile
batılı ayıracaktı.. ama nasıl?
ve sene geçti..zikir tamam olmuştu ve yattığı yerin
sağında koskocaman bir Kelime-i Tevhid yazıldı.
muazzamdı. aynıydı ve tamam olmuştu..akabinde çocuk,
bilmem kaç on şiddetinde depremle sarsıldı..yıkılmadık
duvarı –dağılmadık zerresi kalmadı..sandı ki kıyamet
koptu ve o öldü..oysa gözü açık yatakta neden diriyim
diye korku ve dehşetle bekliyordu..neden
ölmedim?korkudan yataktan çıkamıyordu ve örtüyü başının
üzerine dek çekip, bildiği tüm duaları okuyarak,
ölebilmek için duaya başladı…..işte o vakitten sonra
avucuna konan tesbihi (taneleri birbirine düğümle-biatle
bağlanmış; A’li ruhların, İmamesi Muhammed olan
Tarikat-ı Muhammedi Tesbihi)çekecektiJSabrı
deneyimleyecekti yani….başına gelmedik kalmadı..öyle
zamanlar oluyordu ki evden çıkmıyordu ve hatta yataktan
çıkmıyordu ama belalar gelip maddi manevi onu her
şekilde buluyordu..gözünü açamıyordu gözünü..hayatını
uyuyarak sürdürmek istiyordu..
işte o yüzden uykularımı Sana hediye ettim
biliyorsun..ben çok uyudum..artık Sen varsın..Sen’se hiç
uyumuyorsun..Sen dinlen..ben Sen’i, Sen’in kadar olmasa
da, Sen’in bana verdiğin kadar düşünebilirim:)
ve seneler sonra Mürşid’i tesbihin bittiğini anlattı
manada..çocuk, inşallah Tevhid yolcusu idi… artık
biliyordu..yılanlı yolun doğrulduğunda Sırat-ı Mustakim
olduğunu, Asa‘nın dirildiği yol…
çocuk yeni mekanında, perde takmadan yaşayabileceği
alanında, salıncağına uzanarak, sabah yıldızını,güneşin
doğuşunu ve bulutları ve göğü seyrederek ,bu yeni haline
teşekkür ederek şükrediyordu…artık kendi İsra-gece
yürüyüşlerine başlamıştı..bir sufiye hiç yakışmayan
bedeni incelmese de, bu tefekkür yürüyüşlerinde
düşünceleri inceliyordu ..zaten maksatta fikrimin ince
gülüydü değil mi?ve bu saatler süren kilometrelerce
yürüyüşlerden, her gün yeni manalarla dönüyordu çocuk
ama her zamanki gibi onaylanmak istiyordu.. buna
muhtaçtı..
Allah birdir demek kolaydı ve herkes
diyebilirdi..oysa maksat Tanrı=İlah birdir O’da
Allah tır diyebilmekmiş..ve çocuk bu cümleyi
tefekkür ediyordu ne zamandır..Allah bize verdiği
tüm isimlere Camii imiş..bir tek bize İlah=Tanrı
esmasını vermemiş (başka anlamda manasını bilen
varsa, çocuk öğrenmek isterdi)..çünkü Tanrı’lık
iddiasında kimse bulunmasın diye..O’nun gibi
olunamayacağını bilsinler diye..surete takılıp-O
SURETİN ASLINA- manaya perdelenmesinler diye….Allah
İnsan’a İnsan’dan tecelli ediyordu…şeytan en büyük
ilim sahibi idi ve bildiği halde o asıl manayı idrak
edemeyip surete takılmıştı.işte, insanı meydana
getiren madde de-unsurlarda kaldığı için de ilk
materyalist şeytan imiş çocuk bunu da yeni
öğrenişti..şeytan ve cin, Adem’den çok daha ilim
sahibi olabilirdi lakin Adem; varlığını, yokluğu ile
beraber birleyerek edeble yokluğunu, varlığının
önüne geçirmişti..ve o ebediyete nail olmuştu..İNSAN
DA DİĞER VARLIKTA OLMAYAN AKLI VE DUYGULARI-HİSLERİ
İDRAK ETTİREN ŞUUR VARDI..MUKAYESE EDEREK-ÖLÇÜP
BİÇEREK-TEFEKKÜR EDEREK
ÜRETİLİYORDU..DOĞUYORLARDI..AMEL-DÜŞÜNCE-FİİL
ÇOCUKLARI OLUYORLARDI..BU AMELİ BEDENLER AHİRETİ
İNŞA EDİYORLARDI..işte şeytan da,kendisinde olmayan(
idraksizlik-şuursuzluk) yüzünden batıl kalıp yokluğa
mahkum edilmişti..YANİ FİİLE DÖKECEĞİ BİR HAYIRLI
AMELİ OLAMAYACAĞI İÇİN GELECEĞİNİ
KURGULAYAMIYORDU..HAK GELDİ BATIL GİTTİ…
******
İZİN-NAME
Gelmiş Hacı Bektaş-i Dede’leri…
Anlat bize nedir Ali’ler?’
Anlatmış, anlatıldığı gibi hayalini…..
‘Doğrudur’ demiş ve gülmüşler…..
Anlatmış Ali’sine Bektaşi’lerini…
O da gülümsemiş tevazu ile; küçük cahiline!!!
(22-1-2008)
Ve çoçuk Hz. İbrahim’in putları kırışını hayal etti
ve en büyük putu kırmayıp elindeki baltayı onun
eline tutuşturmasını tefekkür etti..işte, Hz.
İbrahim; Tanrı’nın birliğini böyle delille onlara
anlatmıştı..bir tek Tanrı vardı ve O, Allah’tı..Fail
Allah’tı..Aklı Kül..tüm işler O’ndandı..”Ben
kırmadım” dedi Hz. İbrahim.. “O yaptı..tanrınıza
sorun..”ama onlar surete=heykele-puta takılıp,
anlamına=Canına-Cananına-Ruh-u Muhammediye ye
eremediler..oysa; binler yıl sonra, Hz. Muhammed
Mustafa’nın omuzlarında en büyük putu kıran, bunun
anlamına erdi.işte O, İnsan-ı Kamillere rehber
oldu..O,putu kırdığında Tek ile Çok’un aynı olduğunu
müşahede etti..ve manasını da..O şahitti..ve
şahitlere, rehberlik edendi..hakikat yolcularını
Küll-i Muhammediye’ye taşıyan manaydı..çok
şükrediyorum ve sonsuza dek salatüsselam
sunuyorum..buna layık olmadığım için bu salatı aynı
Sen’in yaptığın gibi yine ancak Sen’den
diliyorum..ömrümün sonuna dek bu anlam için teşekkür
edeceğim..teşekkür edeceğim…yolumun,meşrebimin
Nur’una teşekkür edeceğim…..
Haybabam ağır hastaydı ve aldığı ilaçlardan başını
kaldıramıyordu..çocuk onu ziyarete gittiğinde;
sabahladıklarında, sabahın son demlerinde yeni
düşüncelerini ona anlatırdı..işte şimdi ona Tanrı’yı
birlemeyi sordu..çocuk dır dır anlatıyordu:”bak,beni iyi
dinle olur mu?hatalarımı söyle, tamam mı?””tamam” dedi
babası..”anlat..””La ilahe” aslında dişiliği anlatıyor
yani çokluk.. tanrılar yok demek ya? hani aslında,
içinde cevabı da var..”tanrılar yok. tek Tanrı var O’
da Allah” değil mi? Haybabam onaylıyor..çocuk devam
ediyordu..İnsan-ı Kamil’in manasını tefekkür etmişti
çocuk ve çok acı bulmuştu..onu anlattı..anlattı..
Babaerenler onayladı..ve arada hüzünle, maalesef-
maalesef, evet, doğru diyordu..çocuk, o zaman hiçbir
şeyden habersiz yaşamak daha mı doğru? dedi…hayır değil,
olur mu? dedi Haybabam.. O, malesefleri, aslında İnsan-ı
Kamil’i idrak edemeyen zihinler için söylüyormuş çocuk
şimdi anladı..evet ne acı maalesef..çocuğun Rehberi de
anlatmıştı..insanların yüzde doksanı bu manaya eremeden
göçüyordu..maalesef…çocuk İnsan-ı Kamili bulup, o gönüle
ermeyi sordu ve onda birlenmeyi onda yok olmayı ve onda
tekamülü ..çıkan sonuç dehşetti..(çünkü
sorularının içinde cevapları vardı..sordukça fark
ediyordu..cümlelerin içinde- kelimelerin içinde
–harflerinin içinde manaların anlamları hatta suretleri
vardı..mesela bir kelime hakkında koca bir kitap
yazılsa; aslında, o kelimenin içinde tüm kitap ve
fazlası ve minicik manası ve birde resmi vardı.. ne
ilginçti..)
çocuk bunu-İnsan-ı Kamil’i ilk tefekküre şöyle
başlamıştı.Evvel Zaman’ı ne zaman ziyarete gitse,
dönüşte kapıdan çıkıyor ve orada bir eşyasını unuttuğu
için geri dönmek zorunda kalıyordu..ve yukarı çıktığında
Evvel Zaman’ı elinde hep aynı fotoğrafla …buluyordu..bu
çocuğa çok ilginç geliyordu ve o fotoğrafı istedi çünkü
O’nun sevdiği o şeyi çocukta severdi.kural böyle değil
mi zaten?tamam dediler ama çocuk onları ayırmaya
kıyamadı.. daha sonra alırım olur mu? dedi..Evvel Zaman
bu alemden göç edince; törenine katıldığı gün, çocuk
yine unuttuğu eşyası için geri döndü ve eşyasını alırken
o fotoğrafı gördü.. anladı neden geri döndürüldüğünü..
ve onu istedi “tamam, o zaten senindi” dediler “”al
..senin olsun..”şimdi bu resim tüm kütüphanesini
kokulara boğarak sık sık çocuğun buseleriyle- gözyaşları
ile ıslanıyormuş..işte Nergis Çiçeği hikayesi ile olayı
birleştiren çocuk daha derinlere dalmıştı..
çocuk Haybabam’a anlattı.O’da şöyle dedi:” çoğunluk
Vahdet-i Vücudu yanlış anladılar..onu madde vücudu
sandılar. işte orada kaydılar..o yüzden” dedi
“anlayamadılar..yokluğu- vücudsuzluğu
kavrayamadılar..”çocuk:” peki neden “dedi “bu
dünya?”:”çünkü, Allah, dünya mamur olsun istedi..
devamlı inşa lazım ve tamir.. tekamül etsin insanlar,
daha iyi yaşasın ..düzen böyle..öyle diledi..ve icatlar
hep yeni teknoloji filan..bunlar hep İnsan-ı Kamil
(inşaAllah-maşaAllah)Allah’ın Eli ile O’nun
düşüncesinden yayılan ile oluyor..maalesef anlayan
yok..ben yaptım,ben düşündüm,ben icat ettim
sanıyorlar”..
ve çocuk Rehber’inin sözlerini hatırladı..demişti ki
başlangıçta tek bir Tanrı vardı. başka varlık yoktu. OL
dedi..yarattı..ve Allah verdiğini asla geri almaz.O, çok
cömerttir..insan ezeli değildir ama insan
ebedidir..Allahlıdır..burası için hz. Arabi den bir
pasaj yazmak isterdim bu düşünceyi bende ilk uyandıran o
olduğu için ama yazmayacağım..:)ona teşekkür ediyorum..
hayatıma yön verenlerden ve hükmedenlerden olduğu için
çokkk şükrediyorum…..
Beyt-i Mamur’u anlattı Rehber’i..imar edilmiş-tamir
edilmiş- ömürlendirilmiş ev demektir dedi..çocuk latif
gönlünü andı..camdan can kırıklarının mürşidinin nasıl
tamir ettiğini..ve mimarı ve
ömürlendirilmişi..(ömürlendirilmiş ve devamlı tamir
edilen bir şey sonlu olabilir mi?) ve dünyayı ve arş-ı
ve gönlü..hepsi bir ve aynı idi.. sadece, derece derece
yorumları farklıydı ve sahibi aslında daima bir
kişiydi..gönül kimi seviyorsa güzel o.. yani O.. bir de
O tek de, tekamül şarttı..dağılmadan-parçalanmadan…er
kişi gibi teklikte..dişi-çoklukta değil..EV lere KAPI
larından giriniz ayetini hatırladı çocuk..ama mana
aslında bir bütün dü..ev kelimesi mesela dişiydi ve kapı
kelimesi ise eril di..sonsuz anlamından bir anlamda
buydu belkide..
çocuk babasına inciri anlattı.. aslında incir tekti ve
açınca sonsuz incirdi ..zeytini anlattı. tek ti ama
çekirdeğinde sonsuz zeytindi.. “evet” dedi babası
“doğru.”yani burası çok zordu ama ancak böyle düşününce
anlaşılabiliyordu. başka çare yoktu ki..vahdette kesret-
kesrette vahdet sanırım..ve İnsan-ı Kamil’i bu örnekle
uyarladı çocuk..onlarda TEK ti ama aslında ÇOKtular…ve
“ashabım yıldızlar gibidir, hangisine tutunursanız
kurtulursunuz diyen Hz. Peygamber vardı.” Beni, tüm
sevdiklerinizden daha çok sevmedikçe Allah’a
ulaşamazsınız demişti”..”Beni gören,O’nu gördü”demişti..
ve “müminler, müminleri sevmedikçe, cennetin kokusunu
bile alamazlar “da demişti..bu da aynı manayı
anlatıyordu..ve çocuk devam etti..mesnevi hocasından
duymuştu ki Hz. Resul ile peygamberlik kemale ermişti ve
insan-ı kamillikte ..kimse ondan daha kemal olamazdı ama
o cömertti ve manasının tezahürü olan ümmetiyle birdi
..ümmetim ümmetim dediği kimdi değil mi?ince gül
manası…her yıldız aslında bir güneştir unutmamak lazım
değil mi?sadece o daha uzaktan gözükür..her gün doğan
yeni bir güneştir ve her nefeste tazelenen hayata nefes
alan bizler, her dem yeni doğan fikir –düşünce- şuur
güneşlerimizle dünyamızı aydınlatmaz mıyız?kimse bir
başkasını ne anlayabilir ne çözebilir..herkes kendindeki
manaya ancak yolculuk edebilirmiş..çünkü başkasını
öğrenmeye değil kendimizi keşfetmeye gelmişiz..anladığı-
idrak ettiği aslında kendisinde yeni açılan
farkındalıklarıymış ve bu çok şükredilecek yegane
rızıkmış ..daha yakin olmak..teşekkür ediyorum..çokkk
teşekkür ediyorum..
geçen Haybabam’ın tasavvuf dersine gelen Mevlevi dedesi;
aynı vakit şunları anlatmış Fetih Suresi mealinde..Allah
Allahlığını kimseye vermez.. ne de Hz. Peygamber
Peygamberliğini verir..kimse Allah olamaz.. ben O’yum
diyemez..sadece yakin kılınır.yakiin kılınmak demek; O,
olmak değildir..O’dan gayrı değilsin evet ama O’ da
değilsin..O’nun gibi düşünemezsin.sadece sana verdiği
esmalar ile bildirdiği kadar. hatta nasibinde olan
açılım kadar …çünkü Hz. Peygamber bile bunu demedi..biz
ondan daha akıllı değiliz.. daha Müslüman değiliz.. O’nu
asla geçemeyiz.bu yol edeb yoludur..O, kulluğu seçti,
Allahlığı değil..biz yaratılmışız ..kuluz. Hz. peygamber
bir kul gibi düşünebilmeyi bize öğretti.. bizde O’nun
gibi olabilmek için yolunda gitmeliyiz.yapamasak ta
niyetinde, gayretinde olmalıyız demişti.HER ŞEY HAK’TI
AMA BU MANA HAK’KIN NAZARINDAYDI..biz kulduk ve hak ve
batıl bizim içindi..Hz. Peygamber; hak kı batıl dan
ayırmak için gelmemiş miydi ki?onca acıyı neden yaşadı
peki?.ve namaz mesela yada diğer ibadetler ikilikte
–çoklukta ancak olurdu..VARLIĞIN ZATEN KENDİSİ
ÇOKLUKTU..tek.. neye –kime namaz kılsın ki.. neden?tek
kime ibadet eder ki?.ve Allah’ın bizim ne namazımıza ne
ibadetimize ihtiyacı varmış o bizim takvamıza-güzel
ahlakımıza bakarmış..kılan kendine kıldı.O’na değil
ki…anlamak lazım..insan zaten çokluk kelimesinden
geliyormuş..ne tekliği..o mana anlamak için..TEK lik her
an kalıp o halde yaşamak için değilmiş..insan tek olmaya
nasıl dayanabilir ki?bu mertebe zaten en hızla geçirilen
mertebeymiş.. her an yaşamak için, hiç olur mu?yaşarsın
ve geçersin..takılmazsın..Allah, bizden bu dünyada hakkı
ile yaşamamızdan başka bir şey istemiyor ki?günah
işleyin, ben yine de affederim diyor..siz şirktesiniz
demiyor ki..çevir gözlerini bak, yine çevir bak,yine bak
eksik var mı ?(seni muhatab aldım beni sorgula
–düşün-benimle ol-aklın fikrin bende olsun)diyor..bu
mamur edilmiş düzeni fark edelim, ne kıymetli
sevgilileriz anlayalım, bize duyduğu aşk-ı muhabbeti
bilelim istiyor….sana mavi boncuk verdim ..mavi
boncuğunu bul ..ey mavi boncuğunu bulan kimse.. benim
gönlüm sende diyor:)
ve çocuk kulluğu düşündü ..Babasına anlattı.İnsan-ı
Kamiller gerçek kullardı ve Tanrı’nın
hizmetkarlarıydılar..Hakikat-i Muhammedi
hizmetkarlarıydılar..bir mürşid aslında müridinin tek
hizmetkarıydı..bu inanılmaz hüzünlüydü..müridin geçtiği
tüm yolları bilen tek kişi mürşidi idi ve onu korumak da
onun vazifesiydi..aklı, fikri ve gönlü hep rabıta
halinde olmalıydı..çünkü rabıtayı aslında kuran
mürşidiydi..müridin nesi vardı ki bilsin?o tenezül
edilendi..aşağı eğilinen..hizmet edilen.. bir yolcu daha
başarsın diye yoluna kurban olunandı.ama hizmet
hakikatte Hak’ka idi..bunu idrak eden bir kişi ancak
gerçek kul ve hizmetkar olabiliyordu değil mi?maalesef
dedi Haybabam..ve çocuk, Evvel Zaman’a sorduğu bir
soruya, verdiği cevabı hatırladı..bir kişi gelir-sonra
başka biri daha gelir ve sonra yenileri her birinde,
sırttaki yük artar ve omuzlar çöker demişti Dost’u..ve
bunları anlatırken sırtını geriye verip omuzlarını tüm
halsizliği ile çökertmişti…çocuk o günden sonra belki de
O’na hiçbir derdini anlatmadı yada anlatmadığını
sandı..çünkü, O,
çoktan çocuğun derdini dertlenmişti…
ve Allah ın sisteminde duyguya yer yok muş evet ama
Allah ın duygusu- hissi olduğunu tefekkür etiği
Hakikat-i Muhammediyet’te saf his ve saf duygu
hakimmiş..o yüzden rahim –koruyan-şefkatli- merhametli
ve müminlere karşı ÇOK HARİS miş..Allah herkesin Allah ı
ama Hz.Muhammed herkesin Peygamberi değil miş..bazı
kişilerin Hz. Muhammed’in adını neden ağızlarına
alamadıklarını yeni öğrenmiş çocuk. o ağızlar
kendilerine bu ismi yakıştıramadıklarından değil, Hz.
Allah, Habib’inin ismini o ağızlara yakıştıramadığından
mış bu..ve bu hislerin- muhabbetin –duygusallığın en
zirvesiymiş..O, herkesin helali değil miş..ve bunu
anladığı için her gün ne kadar şükredip teşekkür etse
yetmeyeceğini bilerek sonsuzca şükürler diliyormuş…
işte böyle sürüp gidiyor ve düşünceler hiç bitmek
bilmiyor..bunları düşünebildiğim için çok şükrediyor ve
çokkk teşekkür ediyorum..ya bunlardan bihaber olsaydım
hala..eksik kalır mıydım??yooo hayır..Yaratan, bir
kişiye vermediği manadan hesaba çekmiyormuş ki..ama
verdiğini açmayan-düşünmeyen, onu fiile geçirmeyenden
hesabını alıyormuş tabii..çocuk bunları yazarak fiile
geçirdiğini sanıyormuş..sonra onlar zuhur ediyorlarmış
nasılsa her şey gibi…yada çocuk öyle sanıyor ve
kendisini kandırıyor-oyalanıyormuş..
sevdiğim, bak! ne anladım;
sen kelamsın,sen söz,sen ritim,sen ahenk,sen müzik
ve senin ahenkli sözünden, dalga dalga yayılan, o sesin
zuhuruydu nur-ışık
karanlığı yaran, senin kelamının ahenkli salınışıydı o
ve sen kelamsın.. ben, senden yayılan ışık
öğretemem, sen anla ve benim kadar yüksel diyorsun
tevazuu gösteriyorsun
oysa sonuna dek eğilen, aşağıların aşağısına uzanan bu
kelam kimin?
Seni dünden ve bugünden ve yarından daha çok seviyorum
Çokkk şükrediyor ve teşekkür ediyorum
…………………………………….
5. MEKTUP
Ankâzâde Halîl Efendi Köstendilî’nin dervişi Tûti İhsan
Efendi’ye yazmış olduğu mürşîdâne mektupların
beşincisidir.
http://umutrehberi.wordpress.com/2009/06/20/5-mektup/ |