ŞÜKRED-İ-yorum VE
düşü-NÜ-yorum MASALI -2-
Nur Cihan
 
 

Ey gönül, anlamayanlar, seni üzerler, rahatsız ederler; hatta seni deli, divâne ederler, elini ayağını bağlarlar  Sen içi tatlı, özlü bir yemişe benzersin, bu yüzden seni hep kırarlar.

Hz. Mevlâna Muhammed Celaleddin-i Rûmî (k.s.)

****************

Her şeyi “Hak “görenler..beni de Hak gördüğünüz için teşekkür ediyor ve şükrediyorum:)bu arada ben sıkı bir tarafımdır yazmak istedim…hoş gör ya huu başka bir şey, taraf olmak başka  değil mi? selamla ve sevgiyle….
………………………………………….
çocuk  Mürşid’inden akan Çağrı’ya doğru gidiyordu O’ndan başka her şeye sağır ve kördü..bunu gerçekleştiren yegane şey ise muhabbet-i aşktı tabii..o hep özlediği nin-aradığının; tüm müziklerde duyarım diye umduğunun,yakalamaya çalıştığı ama henüz yakalayamadığının  KÜN çağrısı olduğunu idrak etmişti..ve tabii bunun için çok şükrediyor ve teşekkür ediyordu..

evvel yılların birinde, çocuk,  seri halinde olan bir kitap dizini okuyordu..ezoterik cinsindenmiş; kitapların  yazarı öyle diyordu ve çocuk acaib  bir merakla, sabahlara dek okuyordu.ve bir cümle vardı. onun kalbini, belki de bozan..diyordu ki kitapta.. aslında Tevrat’ın ilk cümlesi :” tanrılar dünyayı yarattı”idi..! ”lakin, sonra, haham efendiler, Allah dünyayı yarattı diye değiştirdiler…”işte bu cümle çocuğu çok derinden sarsmıştı.uyuya kaldı düşünürken…bedeni yatakta uyuyordu ama kendisinin değişik versiyonları, değişik hallerde etrafta duruyordu.. biri de yan odada, bilgisayarın başındakine bakıyordu ve ona dokunamadığını görerek(bunun bilincindeydi) buna hayret etmiyordu..biri perdeyi kaldırdı, o ne?gökyüzündeki tüm yıldızlar birleşerek  Kelime-i Tevhid i yazmışlardı.. LÂ İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RESULULLAH…ve her yıldız, her bir harfteki ölçü noktasıydı..bilgisayarın başındakini, illa kaldırıp göğe baktırmak isteyen; ne kadar bağırırsa bağırsın, sesini duyuramayacağını anlamıştı ve dokunamamanın acısını hisseden duyguya da sahipti..ve bu hayatta da gerçekti ne yazık ki..(ilim bazen kişiyi sağır ve kör ediyordu ..insanın çok çeşitli tanrıları vardı başta muhakkak şehvet, ilim,makam  ve para tanrısı geliyordu..)ve perdeyi açıp bu muazzam manzarayı seyreden; bu güzelliğin etkisi ile sarhoştu…
…………

Yazar; bu kitaptan sonra, hemen yazacağı kitapla tüm sırları açıklayacağını da eklemişti, o kitabın nihayetinde..ve uzun seneler geçti.o yazar, dediğini asla yapamadı ve adı da hiççç anılmaz oldu.. neden bilemiyoruz tabii(çocuk ona ait tüm kitapları ve o tür benzerlerini, dünyasına, Evvel Zaman-ı İlahi’si girdiğinde, bir daha hiçççç okumamak üzere hayatından çıkarttı..)
ve seneler geçti…..çocuğun ders proğramı açıklandı:bir zikri,bir rehberi-hanif bir hamisi vardı ve hak ile batılı ayıracaktı.. ama nasıl?
ve  sene geçti..zikir tamam olmuştu ve yattığı yerin sağında koskocaman bir Kelime-i Tevhid yazıldı. muazzamdı. aynıydı ve tamam olmuştu..akabinde çocuk, bilmem kaç on şiddetinde depremle sarsıldı..yıkılmadık duvarı –dağılmadık zerresi kalmadı..sandı ki kıyamet koptu ve o öldü..oysa gözü açık yatakta neden diriyim diye korku ve dehşetle bekliyordu..neden ölmedim?korkudan yataktan çıkamıyordu ve örtüyü başının üzerine dek çekip, bildiği tüm duaları okuyarak, ölebilmek için duaya başladı…..işte o vakitten sonra avucuna konan tesbihi (taneleri birbirine düğümle-biatle bağlanmış; A’li ruhların, İmamesi Muhammed olan Tarikat-ı Muhammedi Tesbihi)
çekecektiJSabrı deneyimleyecekti yani….başına gelmedik kalmadı..öyle zamanlar oluyordu ki evden çıkmıyordu ve hatta yataktan çıkmıyordu ama belalar gelip maddi manevi onu her şekilde buluyordu..gözünü açamıyordu gözünü..hayatını uyuyarak sürdürmek istiyordu..

işte o yüzden uykularımı Sana hediye ettim biliyorsun..ben çok uyudum..artık Sen varsın..Sen’se hiç uyumuyorsun..Sen dinlen..ben Sen’i, Sen’in kadar olmasa da, Sen’in bana verdiğin kadar düşünebilirim:)

ve seneler sonra Mürşid’i tesbihin bittiğini anlattı manada..çocuk, inşallah Tevhid yolcusu idi… artık biliyordu..yılanlı yolun doğrulduğunda Sırat-ı Mustakim olduğunu, Asa‘nın dirildiği yol…

çocuk yeni mekanında, perde takmadan yaşayabileceği alanında, salıncağına uzanarak, sabah yıldızını,güneşin doğuşunu ve bulutları ve göğü seyrederek ,bu yeni haline teşekkür ederek şükrediyordu…artık kendi İsra-gece yürüyüşlerine başlamıştı..bir sufiye hiç yakışmayan bedeni incelmese de, bu tefekkür yürüyüşlerinde düşünceleri inceliyordu ..zaten maksatta fikrimin ince gülüydü değil mi?ve bu saatler süren kilometrelerce yürüyüşlerden, her gün yeni manalarla dönüyordu çocuk ama her zamanki gibi onaylanmak istiyordu.. buna muhtaçtı..

Allah birdir demek kolaydı ve herkes diyebilirdi..oysa maksat Tanrı=İlah birdir O’da Allah tır diyebilmekmiş..ve çocuk bu cümleyi tefekkür ediyordu ne zamandır..Allah  bize verdiği tüm isimlere Camii imiş..bir tek bize İlah=Tanrı esmasını vermemiş (başka anlamda manasını bilen varsa, çocuk öğrenmek isterdi)..çünkü Tanrı’lık iddiasında kimse bulunmasın diye..O’nun gibi olunamayacağını bilsinler diye..surete takılıp-O SURETİN ASLINA- manaya perdelenmesinler diye….Allah İnsan’a İnsan’dan tecelli ediyordu…şeytan en büyük ilim sahibi idi ve bildiği halde o asıl manayı idrak edemeyip surete takılmıştı.işte, insanı meydana getiren madde de-unsurlarda kaldığı için de ilk materyalist şeytan imiş çocuk bunu da yeni öğrenişti..şeytan ve cin, Adem’den çok daha ilim sahibi olabilirdi lakin Adem; varlığını, yokluğu ile beraber birleyerek edeble yokluğunu, varlığının önüne geçirmişti..ve o ebediyete nail olmuştu..İNSAN DA DİĞER VARLIKTA OLMAYAN AKLI VE DUYGULARI-HİSLERİ İDRAK ETTİREN ŞUUR VARDI..MUKAYESE EDEREK-ÖLÇÜP BİÇEREK-TEFEKKÜR EDEREK ÜRETİLİYORDU..DOĞUYORLARDI..AMEL-DÜŞÜNCE-FİİL ÇOCUKLARI OLUYORLARDI..BU AMELİ BEDENLER AHİRETİ İNŞA EDİYORLARDI..işte şeytan da,kendisinde olmayan( idraksizlik-şuursuzluk) yüzünden batıl kalıp yokluğa mahkum edilmişti..YANİ FİİLE DÖKECEĞİ BİR HAYIRLI AMELİ OLAMAYACAĞI İÇİN GELECEĞİNİ KURGULAYAMIYORDU..HAK GELDİ BATIL GİTTİ…
******
İZİN-NAME
Gelmiş Hacı Bektaş-i Dede’leri…
Anlat bize nedir Ali’ler?’
Anlatmış, anlatıldığı gibi hayalini…..
‘Doğrudur’ demiş ve gülmüşler…..
Anlatmış Ali’sine Bektaşi’lerini…
O da gülümsemiş tevazu ile; küçük cahiline!!! (22-1-2008)
Ve çoçuk Hz. İbrahim’in putları kırışını hayal etti ve en büyük putu kırmayıp elindeki baltayı onun eline tutuşturmasını tefekkür etti..işte, Hz. İbrahim; Tanrı’nın birliğini böyle delille onlara anlatmıştı..bir tek Tanrı vardı ve O, Allah’tı..Fail Allah’tı..Aklı Kül..tüm işler O’ndandı..”Ben kırmadım” dedi Hz. İbrahim.. “O yaptı..tanrınıza sorun..”ama onlar surete=heykele-puta takılıp, anlamına=Canına-Cananına-Ruh-u Muhammediye ye eremediler..oysa; binler yıl sonra, Hz. Muhammed Mustafa’nın omuzlarında en büyük putu kıran, bunun anlamına erdi.işte O, İnsan-ı Kamillere rehber oldu..O,putu kırdığında Tek ile Çok’un aynı olduğunu müşahede etti..ve manasını da..O şahitti..ve şahitlere, rehberlik edendi..hakikat yolcularını Küll-i Muhammediye’ye taşıyan manaydı..çok şükrediyorum ve sonsuza dek salatüsselam sunuyorum..buna layık olmadığım için bu salatı aynı Sen’in yaptığın gibi yine ancak Sen’den diliyorum..ömrümün sonuna dek bu anlam için teşekkür edeceğim..teşekkür edeceğim…yolumun,meşrebimin Nur’una teşekkür edeceğim…..

Haybabam ağır hastaydı ve aldığı ilaçlardan başını kaldıramıyordu..çocuk onu ziyarete gittiğinde; sabahladıklarında, sabahın son demlerinde yeni düşüncelerini ona anlatırdı..işte şimdi ona Tanrı’yı birlemeyi sordu..çocuk dır dır anlatıyordu:”bak,beni iyi dinle olur mu?hatalarımı söyle, tamam mı?””tamam” dedi babası..”anlat..””La ilahe” aslında dişiliği anlatıyor yani çokluk.. tanrılar yok demek ya? hani aslında, içinde cevabı  da var..”tanrılar yok. tek Tanrı var O’ da Allah” değil mi? Haybabam onaylıyor..çocuk devam ediyordu..İnsan-ı Kamil’in manasını tefekkür etmişti çocuk ve çok acı bulmuştu..onu anlattı..anlattı.. Babaerenler onayladı..ve arada hüzünle, maalesef- maalesef, evet, doğru diyordu..çocuk, o zaman hiçbir şeyden habersiz yaşamak daha mı doğru? dedi…hayır değil, olur mu? dedi Haybabam.. O, malesefleri, aslında İnsan-ı Kamil’i idrak edemeyen zihinler için söylüyormuş çocuk şimdi anladı..evet ne acı maalesef..çocuğun Rehberi de anlatmıştı..insanların yüzde doksanı bu manaya eremeden göçüyordu..maalesef…çocuk İnsan-ı Kamili bulup, o gönüle ermeyi sordu ve onda birlenmeyi onda yok olmayı ve onda tekamülü ..çıkan sonuç dehşetti..(çünkü sorularının içinde cevapları vardı..sordukça fark ediyordu..cümlelerin içinde- kelimelerin içinde –harflerinin içinde manaların anlamları hatta suretleri vardı..mesela bir kelime hakkında koca bir kitap yazılsa; aslında, o kelimenin içinde tüm kitap ve fazlası ve minicik manası ve birde resmi vardı.. ne ilginçti..)

çocuk bunu-İnsan-ı Kamil’i ilk tefekküre şöyle başlamıştı.Evvel Zaman’ı ne zaman ziyarete gitse, dönüşte kapıdan çıkıyor ve orada bir eşyasını unuttuğu için geri dönmek zorunda kalıyordu..ve yukarı çıktığında Evvel Zaman’ı elinde hep aynı fotoğrafla …buluyordu..bu çocuğa çok ilginç geliyordu ve o fotoğrafı istedi çünkü O’nun sevdiği  o şeyi çocukta severdi.kural böyle değil mi zaten?tamam dediler ama çocuk onları ayırmaya kıyamadı.. daha sonra alırım olur mu? dedi..Evvel Zaman bu alemden göç edince; törenine katıldığı gün, çocuk yine unuttuğu eşyası için geri döndü ve eşyasını alırken o fotoğrafı gördü.. anladı neden geri döndürüldüğünü.. ve onu istedi “tamam, o zaten senindi” dediler “”al ..senin olsun..”şimdi bu resim tüm kütüphanesini kokulara boğarak sık sık çocuğun buseleriyle- gözyaşları ile ıslanıyormuş..işte Nergis Çiçeği hikayesi ile olayı birleştiren çocuk daha derinlere dalmıştı..

çocuk Haybabam’a anlattı.O’da şöyle dedi:” çoğunluk Vahdet-i Vücudu yanlış anladılar..onu madde vücudu sandılar. işte orada kaydılar..o yüzden” dedi “anlayamadılar..yokluğu- vücudsuzluğu kavrayamadılar..”çocuk:” peki neden “dedi “bu dünya?”:”çünkü, Allah, dünya mamur olsun istedi.. devamlı inşa lazım ve tamir.. tekamül etsin insanlar, daha iyi yaşasın ..düzen böyle..öyle diledi..ve icatlar hep yeni teknoloji filan..bunlar hep İnsan-ı Kamil (inşaAllah-maşaAllah)Allah’ın Eli ile O’nun düşüncesinden yayılan ile oluyor..maalesef anlayan yok..ben yaptım,ben düşündüm,ben icat ettim sanıyorlar”..

ve çocuk Rehber’inin sözlerini hatırladı..demişti ki başlangıçta tek bir Tanrı vardı. başka varlık yoktu. OL dedi..yarattı..ve Allah verdiğini asla geri almaz.O, çok cömerttir..insan ezeli değildir ama insan ebedidir..Allahlıdır..burası için hz. Arabi den bir pasaj yazmak isterdim bu düşünceyi bende ilk uyandıran o olduğu için ama yazmayacağım..:)ona teşekkür ediyorum.. hayatıma yön verenlerden ve hükmedenlerden olduğu için çokkk  şükrediyorum…..

Beyt-i Mamur’u anlattı Rehber’i..imar edilmiş-tamir edilmiş- ömürlendirilmiş ev demektir dedi..çocuk latif gönlünü andı..camdan can kırıklarının mürşidinin nasıl tamir ettiğini..ve mimarı ve ömürlendirilmişi..(ömürlendirilmiş ve devamlı tamir edilen bir şey sonlu olabilir mi?) ve dünyayı ve arş-ı ve gönlü..hepsi bir ve aynı idi.. sadece, derece derece yorumları farklıydı ve sahibi aslında daima bir kişiydi..gönül kimi seviyorsa güzel o.. yani O.. bir de O tek de, tekamül şarttı..dağılmadan-parçalanmadan…er kişi gibi teklikte..dişi-çoklukta değil..EV lere  KAPI larından giriniz ayetini hatırladı çocuk..ama mana aslında bir bütün dü..ev kelimesi mesela dişiydi ve kapı kelimesi ise eril di..sonsuz anlamından bir anlamda buydu belkide..

çocuk babasına inciri anlattı.. aslında incir tekti ve açınca sonsuz incirdi ..zeytini anlattı. tek ti ama çekirdeğinde sonsuz zeytindi.. “evet” dedi babası “doğru.”yani burası çok zordu ama ancak böyle düşününce anlaşılabiliyordu. başka çare yoktu ki..vahdette kesret- kesrette vahdet sanırım..ve İnsan-ı Kamil’i bu örnekle uyarladı çocuk..onlarda TEK ti ama aslında ÇOKtular…ve “ashabım yıldızlar gibidir, hangisine tutunursanız kurtulursunuz diyen Hz. Peygamber vardı.” Beni, tüm sevdiklerinizden daha çok sevmedikçe Allah’a ulaşamazsınız demişti”..”Beni gören,O’nu gördü”demişti.. ve “müminler, müminleri sevmedikçe, cennetin kokusunu bile alamazlar “da demişti..bu da aynı manayı anlatıyordu..ve çocuk devam etti..mesnevi hocasından duymuştu ki Hz. Resul ile peygamberlik kemale ermişti ve insan-ı kamillikte ..kimse ondan daha kemal olamazdı ama o cömertti ve manasının tezahürü olan ümmetiyle birdi ..ümmetim ümmetim dediği kimdi değil mi?ince gül manası…her yıldız aslında bir güneştir unutmamak lazım değil mi?sadece o daha uzaktan gözükür..her gün doğan yeni bir güneştir ve her nefeste tazelenen hayata nefes alan bizler, her dem yeni doğan fikir –düşünce- şuur güneşlerimizle dünyamızı aydınlatmaz mıyız?kimse bir başkasını ne anlayabilir ne çözebilir..herkes kendindeki manaya ancak yolculuk edebilirmiş..çünkü başkasını öğrenmeye değil kendimizi keşfetmeye gelmişiz..anladığı- idrak ettiği aslında kendisinde yeni açılan farkındalıklarıymış ve bu çok şükredilecek yegane rızıkmış ..daha yakin olmak..teşekkür ediyorum..çokkk teşekkür ediyorum..

geçen Haybabam’ın tasavvuf dersine gelen Mevlevi dedesi; aynı vakit şunları anlatmış Fetih Suresi mealinde..Allah Allahlığını kimseye vermez.. ne de Hz. Peygamber Peygamberliğini verir..kimse Allah olamaz.. ben O’yum diyemez..sadece yakin kılınır.yakiin kılınmak demek; O, olmak değildir..O’dan gayrı değilsin  evet ama O’ da değilsin..O’nun gibi düşünemezsin.sadece sana verdiği esmalar ile bildirdiği kadar. hatta nasibinde olan açılım kadar …çünkü Hz. Peygamber bile bunu demedi..biz ondan daha akıllı değiliz.. daha Müslüman değiliz.. O’nu asla geçemeyiz.bu yol edeb yoludur..O, kulluğu seçti, Allahlığı değil..biz yaratılmışız ..kuluz. Hz. peygamber bir kul gibi düşünebilmeyi bize öğretti.. bizde O’nun gibi olabilmek için yolunda gitmeliyiz.yapamasak ta niyetinde, gayretinde olmalıyız demişti.HER ŞEY HAK’TI AMA  BU MANA HAK’KIN NAZARINDAYDI..biz kulduk ve hak ve batıl bizim içindi..Hz. Peygamber; hak kı batıl dan ayırmak için gelmemiş miydi ki?onca acıyı neden yaşadı peki?.ve namaz mesela yada diğer ibadetler ikilikte –çoklukta ancak olurdu..VARLIĞIN ZATEN KENDİSİ ÇOKLUKTU..tek.. neye –kime namaz kılsın ki.. neden?tek kime ibadet eder ki?.ve Allah’ın bizim ne namazımıza ne ibadetimize ihtiyacı varmış o bizim takvamıza-güzel ahlakımıza bakarmış..kılan kendine kıldı.O’na değil ki…anlamak lazım..insan zaten çokluk kelimesinden geliyormuş..ne tekliği..o mana anlamak için..TEK lik her an kalıp o halde yaşamak için değilmiş..insan tek olmaya nasıl dayanabilir ki?bu mertebe zaten en hızla geçirilen mertebeymiş.. her an yaşamak için, hiç olur mu?yaşarsın ve geçersin..takılmazsın..Allah, bizden bu dünyada hakkı ile yaşamamızdan başka bir şey istemiyor ki?günah işleyin, ben yine de affederim diyor..siz şirktesiniz demiyor ki..çevir gözlerini bak, yine çevir bak,yine bak eksik var mı ?(seni muhatab aldım beni sorgula –düşün-benimle ol-aklın fikrin bende olsun)diyor..bu mamur edilmiş düzeni fark edelim, ne kıymetli sevgilileriz anlayalım, bize duyduğu aşk-ı muhabbeti bilelim istiyor….sana mavi boncuk verdim ..mavi boncuğunu bul ..ey mavi  boncuğunu bulan kimse.. benim gönlüm sende diyor:)

ve çocuk kulluğu düşündü ..Babasına anlattı.İnsan-ı Kamiller gerçek kullardı ve Tanrı’nın hizmetkarlarıydılar..Hakikat-i Muhammedi hizmetkarlarıydılar..bir mürşid aslında müridinin tek hizmetkarıydı..bu inanılmaz hüzünlüydü..müridin geçtiği tüm yolları bilen tek kişi mürşidi idi ve onu korumak da onun vazifesiydi..aklı, fikri ve gönlü hep rabıta halinde olmalıydı..çünkü rabıtayı aslında kuran mürşidiydi..müridin nesi vardı ki bilsin?o tenezül edilendi..aşağı eğilinen..hizmet edilen.. bir yolcu daha başarsın diye yoluna kurban olunandı.ama hizmet hakikatte Hak’ka  idi..bunu idrak eden bir kişi ancak gerçek kul ve hizmetkar olabiliyordu değil mi?maalesef dedi Haybabam..ve çocuk, Evvel Zaman’a  sorduğu bir soruya, verdiği cevabı hatırladı..bir kişi gelir-sonra başka biri daha gelir ve sonra yenileri her birinde, sırttaki yük artar ve omuzlar çöker demişti Dost’u..ve bunları anlatırken sırtını geriye verip omuzlarını tüm halsizliği ile çökertmişti…çocuk o günden sonra belki de O’na hiçbir derdini anlatmadı yada anlatmadığını sandı..çünkü, O, çoktan çocuğun derdini dertlenmişti…

ve Allah ın sisteminde duyguya yer yok muş evet ama Allah ın duygusu- hissi olduğunu tefekkür etiği Hakikat-i Muhammediyet’te saf his ve saf duygu hakimmiş..o yüzden rahim –koruyan-şefkatli- merhametli ve müminlere karşı ÇOK HARİS miş..Allah herkesin Allah ı ama Hz.Muhammed herkesin Peygamberi değil miş..bazı kişilerin Hz. Muhammed’in adını neden ağızlarına alamadıklarını yeni öğrenmiş çocuk. o ağızlar kendilerine bu ismi yakıştıramadıklarından değil, Hz. Allah, Habib’inin ismini o ağızlara yakıştıramadığından mış bu..ve bu hislerin- muhabbetin –duygusallığın en zirvesiymiş..O, herkesin helali değil miş..ve bunu anladığı için her gün ne kadar şükredip teşekkür etse yetmeyeceğini bilerek sonsuzca şükürler diliyormuş…

işte böyle sürüp gidiyor ve düşünceler hiç bitmek bilmiyor..bunları düşünebildiğim için çok şükrediyor ve çokkk teşekkür ediyorum..ya bunlardan bihaber olsaydım hala..eksik kalır mıydım??yooo hayır..Yaratan, bir kişiye vermediği manadan hesaba çekmiyormuş ki..ama verdiğini açmayan-düşünmeyen, onu fiile geçirmeyenden hesabını alıyormuş tabii..çocuk bunları yazarak fiile geçirdiğini sanıyormuş..sonra onlar zuhur ediyorlarmış nasılsa her şey gibi…yada çocuk öyle sanıyor ve kendisini kandırıyor-oyalanıyormuş..

sevdiğim, bak! ne anladım;

sen kelamsın,sen söz,sen ritim,sen ahenk,sen müzik

ve senin ahenkli sözünden, dalga dalga yayılan, o sesin zuhuruydu nur-ışık

karanlığı yaran, senin kelamının ahenkli salınışıydı o

ve sen kelamsın.. ben, senden yayılan ışık

öğretemem, sen anla ve benim kadar yüksel diyorsun
tevazuu gösteriyorsun

oysa sonuna dek eğilen, aşağıların aşağısına uzanan bu kelam kimin?

Seni dünden ve bugünden ve yarından daha çok seviyorum

Çokkk şükrediyor ve teşekkür ediyorum

…………………………………….

5. MEKTUP
Ankâzâde Halîl Efendi Köstendilî’nin dervişi Tûti İhsan Efendi’ye yazmış olduğu mürşîdâne mektupların beşincisidir.

http://umutrehberi.wordpress.com/2009/06/20/5-mektup/

 

 
 
Nur Cihan
01.07.2009
nuralem7@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com