Hastalık
yoktur, hasta vardır.
Tıp
fakültesi 1. sınıf deontoloji dersi bu özdeyiş ile
başlar.
Her hastanın
kendi başına, önyargılardan uzak, herhangi bir
sınıflamaya tabi tutulmadan değerlendirilmesi
gerektiği anlatılır. Ancak 3.sınıfta klinik
bilimlere giriş ile birlikte hasta unutulur,
hastalıklar ön plana çıkar. Bu durum ne yazık ki
hekimin meslek hayatı boyunca devam eder. Çünkü
okulda öyle görmüştür. Tüm branşlarda uluslararası
tıp dernekleri sürekli hastalıkları sınıflandırır.
Olmazsa olmaz kurallar koyar. Bu kriterlere uymayan
hastalar bazen hastadan sayılmaz. Anlaşılamadık her
hasta sinir hastası ya da psikolojik damgası yer.
Nevrotik (sinirsel) ya da anksiyöz tabir edilen bu
insanlar, "nasıl olsa tedavisi yok yazalım bir
depresyon ilacı" denip gönderilir.
Sonuç olarak
halen hekimlerin hastalarını görürken yaptıkları en
önemli hata, hastaları hastalık yönünden sınıflamak
ve hastaları bir hastalığa uydurmak zorunda
olduklarını düşünmeleridir.
Vücut bir
bütündür. Hastalık bu bütüne aittir. Her insanın
hassas olduğu bir bölge vardır. Vücut
bütünlüğü-dengesi bozulduğunda, yakınmalar hassas
olan bölgeden başlar. Dolayısıyla midesi ağrıyan
insanın asıl sorununu midesinde değil genelinde
aramak gereklidir.
Vücut
çalışması beynin kontrolü altındadır. Yıllar boyunca
bilinmeyen özelliklerinin çokluğu nedeniyle
hastalıklar, beyin gözardı edilerek tedavi edilmeye
çalışılmıştır. Bu nedenle tedaviler beyin
özelliklerine göre değil sonuca göre şekillenmiştir.
Örneğin; hipertansiyon hastalığının asıl nedeni,
sinirsel ve hormonal yollarla vücudun çalışmasını
düzenleyen hipotalamus adı verilen beyin bölgesinin
anormal çalışmasıdır. Hipotalamus ise beynin diğer
bölümlerinin etkisiyle çalışmasını düzenler. Beynin
çalışma özellikleri kalıtım ve çevre faktörlerinin
etkisiyle belirlenir. Beyin çalışması duyarlı olan
bir insan, çevresel faktörlerin de etkisiyle
hipertansiyon hastalığı geliştirebilir. Astım,
diyabet, depresyon, panik atak, epilepsi, migren,
kolesterol yüksekliği vb.. uzun süreli olan hemen
tüm hastalıkların kaynağı beyindir.
Beynin temel
görevi vücudun dengeli çalışmasını sağlamaktır (homestaz).
Bu dengenin bozulması allostaz olarak adlandırılır.
Allostaz, uzun süreli var olan tüm hastalıkların
esas nedenidir. Hastalıklar, her insanın kendi
genetik ve çevre faktörlerine bağlı olarak, allostaz
etkisiyle ortaya çıkar. Tedavilerde amaç allostaz
mekanizmasını geri döndürmek olmalıdır.
Son yıllarda
tıpta sağlanan gelişmeler allostaz tedavisinde de
aşamalar kaydetmiştir. Adaptojen adı verilen doğal
maddeler allostazı durdurmak, homestazı sağlamak
amaçlı kullanılmaktadır.
Tarih
boyunca gelişen tüm tedavi yöntemlerin amacı beyne
ulaşmak olmuştur. Meditasyonlar, yoga, reiki,
biyoenerji, akupunktur... yöntemlerinde amaç beyin
duyarlılığını azaltmak, beynin çalışmasını
düzeltebilmektir. Örneğin, QEEG (beyin haritalama)
yöntemi ile allostaza neden olan beyin
duyarlılıkları ya da beyin çalışma bozuklukları
artık gösterilebiliyor. Batıda tamamlayıcı tedavi
yöntemi olarak kabul edilen nöroterapi, beyin
duyarlılıklarını azaltarak vücut kontrolünün daha
iyi yapılmasını amaçlıyor. Tıp içinde, son
yıllardaki gelişmeler ışığında ortaya çıkan en iyi
yöntemin nöroterapi olduğu görülüyor.
Günümüzün
büyük hatası, aklı gözardı ederek tedavi yapmaktır
(MÖ400)
SOKRATES
Sağlık
hizmetlerinde yapılan en büyük hata, doktorun
hastayı bütün olarak değil, kalp, ciğer, kulak ya da
mide olarak görmesinden kaynaklanır. Sağlık
hizmetlerinin sorunu, hekimlik mesleğinin sanat
değil iş olarak görmesidir. Hasta görüşmeleri
tamamen sistematize edilmiş, bu hastalığa bu ilaç
yazılır mantığı gelişmiş, doktorların hareket
alanları kısıtlandırılmış, hizmet mekanik hale
getirilmiştir.
Tedavi
yöntemi, hekimlik sanatının uygulanmasıyla ortaya
çıkan doktor taktiriyle biçimlenmasi gerekir. Bugün
hekimler, sosyal güvenlik kurumlarının karşılamadığı
tedavi yöntemlerini ne yazık ki
kullanamamaktadırlar.
Hekimliğin
temeli insanları bilinçlendirmekle başlar. Yani
koruyucu sağlık hizmetleriyle. Temel hizmetleri
ücretli, tedavi hizmetleri bedava verilmesi sonucu
hasta sayısı artmakta, ülke olanakları boşa
harcanmaktadır.
Artık
hastalar, ömür boyu ilaç kullanımına mahkum
edilmemelidir. Hekimler bulguları, belirti olarak
kabul edip nedene yönelik tedaviler yapmalıdır.
Tedaviler sonuca göre değil, vücut bütünlüğünü
korumaya yönelik olmalıdır. Hastalıklar değil
hastalar tedavi edilmelidir. Doktorlar reçetelerini
ilaç tanıtım elemanlarının söylediklerine göre
değil, kendi araştırmaları sonuçlarına göre
yazmalıdır. Şu anda rutine binmiş olan tansiyon
düşürücü, antibiyotik, kolesterol düşürücü ya da
depresyon ilaçlarının gerçekten hastalara faydalı
olup olmadığı konusunu sorgulamalıdır.
|