Klasik
nöroloji hekimliği uygulamalarımda hastalara
verdiğimiz bilimsel destekli tedavilerden öte
hastaya birey-hekim olarak verdiklerimizin çok daha
önemli olduğunu farkettim. Tıpta plasebo adı verilen
bu etkiye göre hastalara verilen ilaçların etkili
olabilmesi için öncelikle hastanın hekime inanması
gerekir. Hekimin konusunda uzman olması, dr
sıfatının önünde akademik kariyer unvanlarının
olması, tavsiye edilmiş olması, hekimin görev
yaptığı ortamın adı-koşulları ve hasta-hekim
görüşmesi sırasında hastanın hekime inanmış olması,
tedavinin başarılı olmasını sağlayan önemli
etkenlerdir. Sonuçta gelip takıldığımız nokta,
inançtır.
Klasik tıbbi
uygulamalar hekimlik sanatını değil uluslararası
tıbbi kabulleri dayatır. Hastanın kişilik
özellikleri, içinde bulunduğu durum vb. gözardı
edilir. Hasta bir maddedir. Materyalist bilim
anlayışından daha fazlası beklenebilir mi?
Bu olumsuz
tesbit aslında beklentimin fazla olmasından
kaynaklanıyor. Haliyle alternatif ya da tamamlayıcı
tıbba kaymamak mümkün değil…
Psikiyatri
gibi pozitif olmayan, subjektif verilerle hastaları
değerlendiren tıp dalı bile hastaları maddelerle
(ilaçlarla) tedavi edebileceği düşüncesinde…
Depresyon
tanısı konur, tedavisi depresyon ilacıdır.
Materyalist tıbbi mantık budur. Hastayı depresyona
götüren şartlanmışlıkların iyileştirilmesiyle kimse
uğraşmaz. Bu ortamda uğraşmak zaten zordur.
Genetik
geçişle kazanılan artmış duyarlı çalışma özellikleri
olan beyin, şartlanmışlıkların getirdiği stres
etkisiyle çalışması daha da bozulduğunda girilen
hastalık ortamının tedavisi mutlaka hastayı
bilinçlendirmekle başlamalıdır.
Hasta olma
sorumluluğu tamamen hastaya aittir. Hekimlik sanatı,
hastanın bu konuda bilinçlendirilmesi yönünde
olmalıdır. Oysaki günümüz uygulamalarında öncelik,
hastalığın isimlendirilmesidir. Önce isim konacak ki
uygun ilaca karar verilebilsin. Ardından ilacı ver
ve kontrole çağır. Sonra hasta kendi dünyasıyla
kalır başbaşa. Kendisini hasta olma durumuna sokan
şartlanmışlıklarıyla…
İlaçlar
beyni, karaciğeri vb. organları baskılar. Normal
çalışma düzenine müdahale eder. Doğal değildir.
Sorunu maskelemekten öteye geçemezler. Etkileri,
kullanıldığı süre içinde geçerli ve geçicidir.
En masum
ilaç grubunda olan doğum kontrol ilaçlarına bir
bakınız. Vücudun normal çalışma düzenini bozarak
fayda(!) sağlıyorlar. Vücudun normal çalışma
düzenine müdahale edilmesi, materyalist bilimin
gereğidir.
Adaptojen
adı verilen ve doğal haliyle kullanılan maddeler,
günümüz tıbbi uygulamalarında halen ilaç olarak
kabul görmüyor. Örneğin, balık yağının depresyondan
kalp ritm bozukluklarına kadar uzanan geniş
hastalıklar grubunda faydalı olduğunun bilimsel
olarak ispat edilmiş olması bile yeterli görülmüyor.
Hekim ve
hastaların ilaçlar konusundaki şartlanmışlıkları,
adaptojen tedavilerin uygulanmasını engelliyor.
-Doktora
gittim, balık yağı verdi. Bende bilirim balık yağını
almayı, neden gideyim ki doktora…
-Tıp
fakültesinde geçirdiğin 10 yılı, balık yağı yazmak
için mi harcadın?
-Oysaki ilaç
dediğin yan etki çıkartacak, sabırlı olacaksın, önce
vücudun ilaca alışacak sonra faydası ortaya çıkacak.
Eskimoların
doğal besinleri balık yağıdır. Eskimolarda birçok
hastalık gözlenmez. Sağlıklarını, günde ortalama
aldıkları 100 gram balık yağına borçludurlar. Oysa
hastalarıma günde 3 gram balık yağı almalarını
söylediğimde faltaşı gibi açılmış gözlere muhattap
oluyorum.
Bu şartlanmışlıklar içinde uygulanmak istenilen
hekimlik sanatına verilen değer olsa olsa
şarlatanlık olur. |