Tıbbi gerçekler ve sağlık hizmeti - 2
Dr. Güçlü Ildız
 
 

Klasik nöroloji hekimliği uygulamalarımda hastalara verdiğimiz bilimsel destekli tedavilerden öte hastaya birey-hekim olarak verdiklerimizin çok daha önemli olduğunu farkettim. Tıpta plasebo adı verilen bu etkiye göre hastalara verilen ilaçların etkili olabilmesi için öncelikle hastanın hekime inanması gerekir. Hekimin konusunda uzman olması, dr sıfatının önünde akademik kariyer unvanlarının olması, tavsiye edilmiş olması, hekimin görev yaptığı ortamın adı-koşulları ve hasta-hekim görüşmesi sırasında hastanın hekime inanmış olması, tedavinin başarılı olmasını sağlayan önemli etkenlerdir. Sonuçta gelip takıldığımız nokta, inançtır.

Klasik tıbbi uygulamalar hekimlik sanatını değil uluslararası tıbbi kabulleri dayatır. Hastanın kişilik özellikleri, içinde bulunduğu durum vb. gözardı edilir. Hasta bir maddedir. Materyalist bilim anlayışından daha fazlası beklenebilir mi?

Bu olumsuz tesbit aslında beklentimin fazla olmasından kaynaklanıyor. Haliyle alternatif ya da tamamlayıcı tıbba kaymamak mümkün değil…

Psikiyatri gibi pozitif olmayan, subjektif verilerle hastaları değerlendiren tıp dalı bile hastaları maddelerle (ilaçlarla) tedavi edebileceği düşüncesinde…

Depresyon tanısı konur, tedavisi depresyon ilacıdır. Materyalist tıbbi mantık budur. Hastayı depresyona götüren şartlanmışlıkların iyileştirilmesiyle kimse uğraşmaz. Bu ortamda uğraşmak zaten zordur.

Genetik geçişle kazanılan artmış duyarlı çalışma özellikleri olan beyin, şartlanmışlıkların getirdiği stres etkisiyle çalışması daha da bozulduğunda girilen hastalık ortamının tedavisi mutlaka hastayı bilinçlendirmekle başlamalıdır.

Hasta olma sorumluluğu tamamen hastaya aittir. Hekimlik sanatı, hastanın bu konuda bilinçlendirilmesi yönünde olmalıdır. Oysaki günümüz uygulamalarında öncelik, hastalığın isimlendirilmesidir. Önce isim konacak ki uygun ilaca karar verilebilsin. Ardından ilacı ver ve kontrole çağır. Sonra hasta kendi dünyasıyla kalır başbaşa. Kendisini hasta olma durumuna sokan şartlanmışlıklarıyla…

İlaçlar beyni, karaciğeri vb. organları baskılar. Normal çalışma düzenine müdahale eder. Doğal değildir. Sorunu maskelemekten öteye geçemezler. Etkileri, kullanıldığı süre içinde geçerli ve geçicidir.

En masum ilaç grubunda olan doğum kontrol ilaçlarına bir bakınız. Vücudun normal çalışma düzenini bozarak fayda(!) sağlıyorlar. Vücudun normal çalışma düzenine müdahale edilmesi, materyalist bilimin gereğidir.

Adaptojen adı verilen ve doğal haliyle kullanılan maddeler, günümüz tıbbi uygulamalarında halen ilaç olarak kabul görmüyor. Örneğin, balık yağının depresyondan kalp ritm bozukluklarına kadar uzanan geniş hastalıklar grubunda faydalı olduğunun bilimsel olarak ispat edilmiş olması bile yeterli görülmüyor.

Hekim ve hastaların ilaçlar konusundaki şartlanmışlıkları, adaptojen tedavilerin uygulanmasını engelliyor.

-Doktora gittim, balık yağı verdi. Bende bilirim balık yağını almayı, neden gideyim ki doktora…

-Tıp fakültesinde geçirdiğin 10 yılı, balık yağı yazmak için mi harcadın?

-Oysaki ilaç dediğin yan etki çıkartacak, sabırlı olacaksın, önce vücudun ilaca alışacak sonra faydası ortaya çıkacak.

Eskimoların doğal besinleri balık yağıdır. Eskimolarda birçok hastalık gözlenmez. Sağlıklarını, günde ortalama aldıkları 100 gram balık yağına borçludurlar. Oysa hastalarıma günde 3 gram balık yağı almalarını söylediğimde faltaşı gibi açılmış gözlere muhattap oluyorum. 

Bu şartlanmışlıklar içinde uygulanmak istenilen hekimlik sanatına verilen değer olsa olsa şarlatanlık olur.

 
 

 

 
 

İstanbul, 27-05-2008
Dr. Güçlü Ildız
Nöroloji Uzmanı
http://sufizmveinsan.com