Avusturya-Macar kökenli, 1946’da Tel Aviv’de doğmuş uyanık mı uyanık bir Yahudi Gellér György (daha tanındığı ismiyle Uri Geller). Ana tarafından Sigmund Freud ile akraba olduğunu da iddia etmiş ama ispatlanamamış. 11 yaşındayken Kıbrıs’a taşınıyorlar ve oradaki Katolik lisesinde İngilizce öğreniyor. Askerliğini yaparken “60 Gün Harbi’nde” yaralanıyor. Sonra fotoğraf modelliği, akabinde de gece kulüplerinde eğlendiricilik yaparak İsrail’de epey şöhret yakalıyor. 1970’lerde şöhreti ABG’ye taşıyor ve TV programlarının sürekli konuğu oluyor. Kısa süre içinde psikokinezi (ruhsal güçle uzaktan cisimleri harekete geçirme), telepati ve kaşık eğme uzmanı oluyor. İnanılmaz derecede akıllı gözüken ve meşhur kişiyi etki çemberine katıyor.
Tam bir vejan, yâni hayvanî kaynaklı hiçbir şey yiyip içmiyor (herhâlde ekstradan B12 vitamini alıyordur). Hâttâ, oldukça ilginç ki, 1996’daki bir TV sohbet programında, senelerce Anoreksiya Nervoza’dan muzdarip olduğunu ifşa ediyor; ilginçliği o ki, bu hastalık erkeklerde bilindiği kadarı ile sâdece “gay”lerde görülür!
Sonunda James Randi namlı bir araştırıcı ve illüzyonist (sihirbaz, gözbağcı), Uri’nin bütün numaralarının basit üçkâğıtçılıklardan ibâret olduğunu öne sürüyor. Telepatik gösterilerinde “11 oyununda” menajeri Shipi Shtrang’ın kız kardeşi Hannah sâyesinde üçkâğıt yaptığı ortaya konuyor; eh, o da Hannah’la evlenip çoluk çocuğa karışıyor, bozacı şıracı meseli hani… Kendisi de eski bir illüzyonist olan James Randi, Uri Geller’in telekinezi, kaşık bükme ve benzeri şovlarını kendi de tekrarlayıp, nasıl yapıldığını açıkça göstererek, doğaüstü güçlerinin gerçekte illüzyon ve aldatmacalar olduğunu ortaya koyuyor, Geller’e “şarlatan” diyor. Bunun üzerine Uri, Randi’ye karşı tazminat davası açıyor. 9 Aralık 1994’te sonuçlanan davayı James Randi kazanıyor ve mahkeme masrafları da Uri tarafından ödeniyor (20.000 USD’dan fazla).
Ama hazretin kazandıklarının yanında bu ne ki?
Nobel Fizik Ödülü sâhibi Richard Feynman, Geller’le dalgasını geçiyor. Martin Gardner de epey takılıyor.
Detektifliğe soyunup, kaçırılan Macar model Helga Farkas’ın sağ sâlim bulunacağını söylüyor ama hâtun kişi katlediliyor! Şovlarının hepsinin ipliği pazara çıkarılıp, bunları nasıl yutturduğu anlatılıyor (küçük aynalar, ufak tuzaklar).
Sonunda Uri ağabeyimiz pes ediyor ve 2007 senesinde, Büyüsel Dünya (Magische Welt) dergisinde “artık doğaüstü güçlere sâhip olduğumu iddia etmiyorum. Ben bir eğlendiriciyim; iyi gösteriler yapmak istiyorum. Karakterim tamamen değişti. Bırakın paranormali, okula gidin, kaşıkları unutun” filân diyor. Bunu defalarca da tekrarlıyor.
***
Bunları niye mi yazdım?
Birkaç saat önce Anadolu Ajansı’ndan aradılar; Konya’da bir köylü çocuğunun benzer beceriler sergilediği iddiasıyla babası kapı kapı dolaşıyormuş.
Belli ki şöhret peşinde.
Uri’nin ABG’de senelerce yayınlanan “Phenomenon” programı aynı başlıkla, yâni Fenomen diye hâlen bizde ekranlardaymış. Gâvurun(!) kovaladığı ekmeği bizde buluyor…
Anlattım mes’elenin içyüzünü… Hâttâ bu yakınlarda bir grup tıp talebesinin Youtube’daki benzeri gösterilerinde nasıl Uri’nin üçkâğıtlarından istifâde ederek aynı gösterileri eğlenmek için yayınladıklarını hatırlatıyorum, ondan da bahsettim.
Yakında ekranlarda Konyalı çocuğu görürseniz hiç şaşmayın!
***
İmdi, “bunun Fatih Terim’le ne alâkası var” diyeceksiniz…
Yâhu, bir Türk olarak içim kıpır kıpır, çok mutluyum. Aksi mümkün mü?
Ama bütün maçlarında berbat şekilde oynanan, son on beş yirmi dakikalardaki “pesler” sâyesinde hasb-el kader ve ferdî gayretlerle kazanılan maçlar hakkında bütün otoriteler hemfikir. Hele Dr. Ahmet Çakar müthiş yorumlarda bulunuyor: “Bu işler artık mistiktir, kaderdendir” diyor.
En rasyonel izah vallahi de billâhi de bu!
Volkan denen, aynı şeyi bir lig maçı sonunda da yaptığı için sâbıkası malûm bir kaleci müsveddesi, maç fiilen devam ederken ve kazanmamıza dakikadan az kalmışken rakibi ceza sahamız içerisinde itip düşürüyor.
Maçın beyefendi hakemi de kırmızı kartı basıyor tabiatıyla; peki, neden penaltı vermiyor? Top oyun sahasında olmadığı için. Kurallar “uyulmamak” içindir dostlar; iyi ki vermedi de, verseydi ne olacaktı? Volkan ise soyunup, gelişkin vücudunu sergileyerek şov yapıyor sahada!
Bekliyoruz, maçtan sonra Baba (Süleyman Demirel değil, Fatih Terim bu baba) ne diyecek diye…
Maâlesef, gene bizleri şaşırtmıyor. Volkan’ın antisosyal davranışını kınamak bir yana, koruyor!
Akabinde de gazetecilere “sizin ahlâkınız yok mu, dönünce göreceksiniz ananızın örekesini” diye özetleyebileceğim türden lâflar ediyor! “Benim hatalarıma rağmen değil, kendi gayretleriyle oldu” demesini de bekleyen yok tabii de…
Ya kös kös dönseydik, aynı lâfları sana etselerdi ne yapardın ey Fatih Terim?
Herkese Mevlânâ’dan şiir okuyup, sıra dayağı mı çekerdin İmparatore (hatırlar mısınız, tam bu reklâm yayınlanırken şutlayıvermişlerdi kendisini)!
Düşmez kalkmaz bir Allah!
Bu günlerin yarınları da var, bizden söylemesi…
|