Uyanış

Özgür Kurt Durmaz
 

Az önce uyandım ama hala yatakta yatıyorum ve gözlerimi henüz açmadım.Zamanın büründüğü tanımlamalardan  gecede miyim  hala yoksa uzun süre uyudum ve bir sonraki  günün sabahı oldu da haberim mi yok...

Uyandığım andan itibaren kendimi içinde buldugum bu algı yığınının ötesine geçebilmem için bu halimi bir fırsat olarak değerlendirmeliyim çünkü algıların suretsizliği kendilerindeki manalara esir etmek gibi edepsizce, futursuzca tavırları söz konusu...

Tüm çabalarıma rağmen duyu organlarım tam da fıtratlarında olanı, hiç durmaksızın, bıkıp usanmaksızın topladıkları verilerle, yeni uyanmış olan bana, uyanıklığın temel prensibi olan algısal farkındalığı fısıldayıp duruyorlar... Bu fısıldayışlardan biri yatağın üzerinde yastığımı iki elimle kucaklayıp sağ yanağımıda üzerine yaslamış bir halde yatıyor olduğumun resmini öyle güzel çiziyor ki aklımın duvarı gözlerime, gece yatakta farkında olmadan çokça hareket ettiğim için üstümdeki örtüye dolma gibi sarılıp ayaklarımı açıkta bıraktığımı ayak parmaklarımın ürpermesinden anlayabiliyorum ancak...

Odanın kokusu bana oda arkadaşım Mehmet’in dün gece yine birkaç tane bira ile eve gelip “içince rahat uyuyorum “düşüncesi ile tüm kutuları bitirdikten sonra yatağında sızmış olabileceğini düşündürüyor. Her sabah uyanıp yataktan kalkarken karşılaştığım birbirinin kopyası olan manzaralardaki haliyle, gözleri yarı açık uyurken yüzünde beliren o huzursuz,yorgun ifadenin onu çepeçevre sardığını bilerek, bir önce ki akşam yapığımız uzun sohbetin ardından beraberce tuvalete döktüğümüz şaraplar gibi daha kaç tanesinde kendini aramaya devam edeceği düşüyor aklıma... Yorumsuz kalmaya çalışan zihnime eşlik etmek için öylece duran yüz kaslarımın gerginliğinde kocaman bir boşluk düşlüyorum, anlamsız,manasız,suretsiz,yargısız bir boşluk...

"Uyku ölümün kardeşidir !"diyor ya Rasulallah... uyanışta ba's’in kardeşi olsa gerek...

Her yeni sabahta yeni bir ba's...

Neredeyse bir haftadır okula gitmiyor olduğumu düşününce gözümün önünde beliri veren analiz dersi   hocasının silueti, o tuhaf tutumu ve konu anlatımındaki tüme varım yaklaşımına bürünüverince matematikten büsbütün soğumaya başladığımı anlatıyor bana ve ben matematikten soğumak istemedikçe bu daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyor... .Neyse ki kimyagerler için fizik dersine giren Suphi Bey'in "Kütle nedir?" sorusu imdadıma yetişiyor .Derin bir ohh çekerek kendimi hala bu okula bağlayabilecek nedenler bulabildiğime şükrediyorum.  

Kalkmalıyım yataktan artık... Dün gece yağan yağmur hala devam ediyordur sanırım.

Antalya'da yağmur başladı mı bir sefer, günlerce aynı hızda sürer. Bugün bisikletime atlayıp Düden Şelalesinin denize döküldüğü yerdeki parka gideyim diye geçiriyorum içimden, sonrasını orada düşünürüm.

 Hızlıca kalkıveriyorum yataktan, Mehmet tam da tahmin etiğim gibi gözleri yarı açık ve yüzünde hayat onu çok yıpratıyormuş gibi bir ifade ile hala uyuyor. Banyoya doğru yürüyüp yüzümü yıkamak için lavabonun önüne geçtiğimde sakallı halime bi türlü alışamamama rağmen neden sakallarımı kesmediğimi düşünürken aklıma Amak-ı Hayal'deki aynalı baba geliyor birden... Aynalı babanın elbisesindeki aynalarda yansıyan ayrı ayrı an’lar gibi bir sürü ayna ve onlarda yansıyanları kolaylıkla bulabileceğim bir yer düşlüyorum ikş elimi de sakallarımın üzerinde tuhaf bir şaşkınlıkla gezdirirken ve “İşte !”diyorum.

“ Düden'den sonra hava kararırken eski otogarın arkasındaki mezarlığa giderim ve bu gece orada ararım nasibimdeki tefekkürü... ”

Yağmur hafif çiseliyor . Emektar bisikletime atlamadan önce mp3 player'ımda bu aralar beni dinlerken çok keyiflendiren ve aynı zamanda bol bol düşünmemi sağlayan "Requiem For A Dream " filminin soundtrackini bulup repeat tusuna basarak düşüyorum yollara...

Mozart'ın Requiem'inin cover'ı olan bu soundtrack'i, Mozart'ın Requiem’i ölümüne çok az bi süre kala "Ölümün tadını dudaklarımda hissediyorum. " diyerek bestelediğini düşünerek ve her bir notada bu tadı almaya çalışarak dinlerken çeviriyorum pedalları...

Pedallar... Varoluş gayeleri dönüp durmak kendi etraflarında... Üzerlerine kuvvet uygulandığında... ancak ne gariptir ki baskı ile oluşan bu dönüş ait oldukları vucudu (bisikleti) bir noktadan diğerine taşıyan yegane itici kuvvet bir yandan da...

Zaman zaman kendi düşüncelerim etrafında dönüp duruyormusum gibi düşünsemde sanırım her tefekkür beni bir noktadan diğerine taşıyan bir kısayol aslında.

Evden Yat Limanı'na bağlanan trafiğe kapalı yola vardım bile ... . İnsanlar gündelik hayatlarını yaratmakla meşgul baktığım her noktada tıpkı benim gibi, kendi telaşlarında ait oldukları manayı evrene oluş olarak yansıtmanın peşinde  koşturup duruyorlar. Yokuş aşağı gittiğim için biraz hızlanıyorum,hertaraf yaya dolu. ” Biraz yavaşlamalıyım yoksa birilerine istemeden de çarpma ihtimalim oldukça yüksek dememe kalmadan benim gibi bisikletli bir çocukla çarpışıyoruz. Düşer gibi sendelese de toparlıyor kendini hızla, bi elinde üzüm torbası, üzümlere bişey olmasın diye olağanüstü bir gayret sergileyerek amacına ulaşıyor...

"Abi naptın !" diyor bir hışımla ...

"Yahu az dikkat etsene,kaç kere zil çaldım ama kulaklarını kapatmışsın duymuyosun ki !... " diyor koca bir adam edasıyla.

Ben de gülümseyerek, "Afedersin usta !" diyorum ...

 "Üzümlere zeval gelmedi ya ?"

"... Zeval de ne demek ?" dermiş gibi bakarken bana, "Usta" diye seslenişimden değişik bir keyif aldığını fark ediyorum ... Torbasını gösterip, ”Üzümler sağlam, artık senin ellerin ve gözlerin olmak için pek de bi engelleri kalmadı heralde !!” diyerek gülümsüyorum. Sonra göz ucuyla bizim ustayı süzüp onda da bi sıkıntı olmadığını görünce, sağ elimi kalbimin üzerine koyup boyun keserek şaşkın bakışlarının durumu kendine tarif edecek kelimeler bulamayışının sessizliğinde, gözlerini büyük büyük bana bakarken, ”Selametle Usta !” diye bölüyorum an içinde zihninin bürünüverdiği halleri ve yükleniyorum pedallara...

Rüzgarı hissedebilmek için ana caddeye çıkana kadar sabretmeliyim. Vitesi yavaş yavaş büyüterek var gücümle yükleniyorum pedallara ve işte ana caddedeyim artık ... Rüzgar ve bedenimin aşkına şahit olmak,nede güzel okşuyor rahmetiyle hakkın varığımı... BU histe kaybolana kadar durmaksızın ceviriyorum pedalları...

Düden şelalesinin denize döküldüğü bu alan ayrı bir mana taşıyor benim için. Tonlarca su hızla düşüyor yüksekçe bir yerden ve bu düşüşün sonunda az önce çay yada ırmak yada dere  adı altında bir vucudun hali ile hallenmiş olduğunu düşünürken  az sonra deniz isimli bir başka vucuda, yapıya ba's oluyor... uyanıyor suyun kendini arayan yüzü... . Su hala aynı su ama akış yerini dinginliğe bırakıyor deniz adı ile anlatılır olduğunda...
   İbarahim a. s. 'ın yönelişi geliyor aklıma ve rasulallah'ın salata yönelirken aynı cümlelerle fısıldadığı...

-İnniy veccehtü vechiye lilleziy fetaresSemavati vel Arda Haniyfen ve ma ene minel müşrikiyn
-“Muhakkak ki ben vechiymi (varlığımı), haniyf (Yani, göklerde ya da yerde “tapınılacak bir tanrı olmadığı” bilinci içinde!. Putları, tanrıları kabul edemeyecek bir idrâka ermiş olarak! Tüm varlığı, tüm evreni, tüm sistemi, tüm düzeni dilediği gibi ve hükmü her an geçerli bir şekilde var eden sınırsız ilmi ve gücü idrâk ettiğim için, ötede tapınılacak bir tanrı olmadığı bilincinde olarak!. )olarak, Semavat ve Arz’ın Fatırına tevcih ettim (teslim oldum)... Ve ben müşriklerden değilim (varlık kalmadı bende)”. (En’am/79)

Salat'ta bir uyanış aslında ... Uyanmanın esas olduğunu görenlere uykunun ve uyuklamanın asla var olmadığını anlatan bir uyanış... (Ayetel Kürsi : Allahu lâ ilâhe illâ hu, elhayyul kayyum, lâ te’huzûhu sinetün velâ nevm, lehu mâ fiys semâvâti ve mâ fiylard:ALLAH ki, Tanrı yoktur ancak O vardır, diridir ve kendi kendine kâimdir; ne uyuklaması ne de uyuması sözkonusudur; yerde ve göklerde ne varsa O’nun içindir)... Hayat adı altında söylenenlerin uyuttuğu ninnilerden uyanış... Kendi hakikatine doğru uzanan bir uyanış...
Gözümün nuru salat. . üç ayrı boyutta seyrin anda bulunuşu ile uyanışı açıyor salat bana düşünürken kendi diliyle... Kıyam, ruku ve secde...

Kıyamda olduğu gerçeğine uyananlar biliyorlarki bir mevcut var ve bu mevcut her an yeni bir şende ... o her an yeni bir şende olan mevcudun kendileri olduğunu görüyorlar... . Tüm halleri ve algıları ile...

Rüku'ya varanlar sabahları pencerelerinde kedileri olarak dillenen mevcudun hakikatinin bir sürü farklı nitelik olduğuna uyanıyorlar. . Sıfat adı ile işaret edilen bir sürü özellik zaman adı altında farklı koşullarda çeşitli suretlere bürünerek kendilerini ifade ediyorken, bu ortaya çıkışı hep kendisi sanan kıyam hali ile hallenen,kıyam esnasında kendisine açılan Muhammedi hakikat ile kavrıyor ki kendi hakikati,kendim dediğinin dahi müdahil olamadığı ve ancak onlar kadar bir kendiliği olabilen  bir sıfatlar bütünü...

Rüku'ya yönelenler, rükuya uyananlar görüyorlar ki esma'ül hüsna kendi hakikatleri...
Bir bardak sıcak çay elimde bankın üzerine oturmuş hafif çiseleyen yağmurda, gözlerimde bağııra çağıra yükseklerden, deniz olma sevdası ile koşar adım kendini boşluğa bırakan  bu su senfonisini izliyorum...

Secde, kendi hakikatlerinin boyutsal derinliğinin esma-i ilahi olduğunu kavrayanların o esmalar adı ile varoluşta dillenenin zatına bırakmaları kendilerini... Zat'tan gayrısını men eden Allah ismi nuru ile atıyorlar kendilerini yeryüzünde bulundukları tepelerden aşağıya Allahu Ekber nidalarıyla... Kıyamda kendini vücut olarak bulanlar tıpkı Düden şelalesinde her an kendi hakikatlerine koşan bu su tanecikleri gibi secdeye, secdedeki zatın hiçliğine atıyorlar oluşlarını... ve bir kelime var dillerinde bu düşüşte Subhan-ı Rabbiyel A'la... (Esmâ'sıyla hakikatin olan Rabbinin âlâ oluşunu derûnundan yaşa) ! AH

"Requiem for a dream" hala çalıyor kulaklarımda... bıkamıyorum bi türlü... Yağmur şiddetini arttırmaya başlayınca artık kalkmam gerektiğini anlıyorum. Gidecek çok yol var ve ben bu yolları bisikletimle aşmalıyım... Yağmur giderek hızlanıyor... pedalları çevirdikçe yüzüme yüzüme çarpan su zerreleri saçlarımı çoktan sırılsıklam etti bile... Gülümsüyorum kocaman kocaman... Şimdiki istikametim mezarlık... Babannem duysa çok kızar bana. Annemin, hastalığı süresince üstüme o kadar titremesinden sonra benim yağmurun altında böylesi çok kalışımdan  ıslanışımdan haberdar olsa süpürgeyle kovalar beni... Güzel yüzünü beyaz saçlarını ve bana uzun uzun bakışlarını hatırlıyorum...

Ve işte mezarlık... Ağaçlardan başka koruyacak bişey yok yağmurdan beni... Çok da önemli değil ki, ölümün tadını notalarda bulamayan bir kaçığın toprakla bütünleşme çabası olan bu haleti ruhiyede korunacak bişeyler aramanın ne denli mantıksız olduğunu siz düşünün. Hava kararıyor hızla, yağmur da arttırıyor hızını ve ben mezarlık bekçilerinin görüpte rahatsız edemeyecekleri bir noktada gözüme kestirdiğim iki kabrin arasındaki o daracak boşluğa çamurun ortasına uzanıyorum... Adeta ne kadar zaman sonra olacağını bilemediğim ama geleceğini çok iyi bildiğim o sonsuz uzanışın bir provası gibi... Ürperiyorum önce karanlıktan, dahası karanlığa yüklediğim anlamdan... Karanlığın potansiyel olarak örttüğü ancak kendisinde var olabilecek tüm oluşlardan...

 

Toprağın üzerinden akan suların yavaş yavaş sweatshirtümü ele geçirdiklerini hissediyorum artık. Korku hissime yöneliyorum bilincimdeki ve beynimde korteks adı ile işaret edilen yapının görevini büyük bir titizlikle yaptığına tanık olmakta olduğumu söylüyorum kendime. Korteksin kontrolündeki kolektif bilinçaltı öğelerimin fısıldayışlarında karanlık yine suretsizlikten korkuya bürünüyor, olan yalnızca bu.

Suretsizliğe odaklanmaya çalıştıkça içimdeki ürperti kalp atışlarımı duyabileceğim kadar yakınlaşıyor sanki... Suretsizliğe odaklanmak neden bu kadar da zor ki... Düşünürken fark ediyorum ki odaklanmaya çalışan yanımda oluşun özgürlüğüne bir müdahaleden ibaret yalnızca. Meryem suresi düşüyor gönlüme bir an,Hz Zekeriya’ya müjdelenen Hz. Yahya‘nın geleceğinin alameti Zekeriya peygamberin üç günlük susma orucunun değil miydi?

Kur’an Hz. Yahya’yı Meryem suresinde söyle anlatmıyor muydu?

Meryem 10-) (Zekeriyya) dedi ki: "Rabbim! Bana bir alâmet ver... " Dedi ki: "Senin işaretin, sorunun olmadığı hâlde, insanlarla üç gece süresince konuşmamandır. "

Meryem 12-) "Ey Yahya!. . Hakikat Bilgisine sımsıkı sarıl!" (Yahya'ya) olayların oluş nedenlerini, sistemi OKUma özelliğini verdiğimizde, daha çocuktu!

Meryem 13-) Ve ledünnümüzden bir ruhanî hayat ve bir sâfiye (zekât) verdik... Korunma konusunda çok hassastı!

Meryem 14-) Ana-babasına iyi davranırdı, zorba ve âsi değildi.

Meryem 15-) Dünyaya geldiği, ölümü tattığı ve ölümsüz olarak bâ's olduğunda, Selâm üzerindeydi.

Keza Hz Meryem’e müjdelenen Hz. İsa da benzer şekilde susma orucu adayarak Hz İsa’yı konuşturmamış mıydı?

Meryem 26-) "Artık ye, iç, gözün aydın olsun! Eğer beşerden birini görürsen; 'Ben Rahman için bir oruç adadım; artık bugün kimseyle konuşmayacağım' de!"

Meryem 29-) Meryem oruçlu olduğundan konuşmayıp, çocuğu işaret etti (ona sorun gibisinden)... "Kundaktaki bebekle ne konuşabiliriz ki!" dediler.

Meryem 30-) (Bebek İsa) konuştu: "Kesinlikle Ben Allah kuluyum; bana Bilgi (Kitap) verdi ve beni Nebi olarak meydana getirdi. "

Meryem 31-) "Nerede olursam olayım beni bereketli kıldı... Salâtı (sürekli Rabbime yönelik yaşamayı) ve sâfiyeyi hükmetti, Hayy olduğum sürece!"

Mertyem 32-) "Anneme hayırlı kıldı; zorba mahrum kılmadı!"

Meryem 33-) "Dünyaya geldiğimde, ölümü tattığımda ve ölümsüz olarak bâ's olduğumda, Es Selâm üzerimdedir. "

Suretsizliği hakkını vererek susma halini yaşamak Hz Yahya gibi Hz İsa gibi Selam üzerine olmayı açıyordu. Ve susmak öylece mezara yatıp, bir köşeye çekilip kımıldamamak değildi. . Azıcık açılmıştı sanki susmak suretler âleminde kuşanabilmekti suretsizliği… Baktığında suretten önce sirete yönelebilmekti(A. H)…

Sanal mezarımı yalnız bırakmaya karar vererek yerden kalktığımda sırtım sırılsıklam olmuş ve üstüm başım çamura bulanmıştı ve son bir uyanışla anladım ki sanal mezarlar yalnızca çamura buluyordu bedeni ama mağfiret yalnızca, algıyı yaşarken o algının kaydında olmamaktan geçiyordu. Beden Allah’ın hükmü üzere sonsuza dek varlığını sürdürecekti… Susmanın, suretsizliğin hakkı bu bedende verilecekti, bu bedende ama şuur boyutunda… Aynı tek an’da…

Tir tir titrerken bisikletimin selesine oturmaktan vazgeçiyorum ve yol arkadaşım olan bedenimi oradan oraya taşıyan bu demirden (kan’da da demir var ve o da bir taşıyıcıdır !!!) yapının ellerinden tutup eve doğru yürürken bir gülümseme yayılıyor dudaklarıma …

 

 

 
 
Büyükçekmece-İstanbul -23.09.2009
guipago70@hotmail.com
keepingthefaith77@gmail.com
 http://sufizmveinsan.com