Prof.Dr. M.Kerem Doksat
 

Ayşe Arman’ın Üstün Öngel’le Yaptığı DEPRESYON Röportajı veya Rezaleti!

19 Nisan 2008 tarihli Hürriyet’te bu güzel muhabiremizin Tarsus Amerikan Koleji’nden ağabeyi olan Üstün Öngel’le bir röportajı neşredildi (Ayşe’yi yakinen tanıdığımı, daha önce benimle de bir röportaj yaptığını ön bilgi olarak vereyim). Önce onu nakledeyim:

***

Antidepresan eşittir çağdaş muska

Sosyal psikolog Üstün Öngel… Farklı bir ses. Sivri bir ses. Adana’da kurduğu Psikolojik Yardım Derneği Türkiye’nin ilklerinden… Çevresinden çok övgü alıyor… Âilelere ve çocuklara evde destek programı uyguluyor…

Çok sıkı bir iş yapıyor. Aynı zamanda da antidepresanlar hakkında sert görüşler öne sürüyor. Adam kafadan karşı! Ve kafa atıyor! Kime? Psikiyatriye ve psikiyatristlere (MKD: Ayşe’nin üslûbuna dikiz). İlâçların sorunu çözmediğini, üstünü örttüğünü iddia ediyor. O, öyle düşünüyor. Ama mutlaka karşı görüşte olanlar, farklı düşünenler de vardır. Bu sayfa onlara da açık. Önümüzdeki günlerde “Hayır kardeşim antidepresan faydalıdır!” diyen psikiyatristlerle de konuşmak isterim (MKD: Allah [cc] râzı olsun Ayşe; bize bu imkânı tanıdığın için minnettarız vallahi)….

Depresyonda ilâç kullanımı çok mu yaygın?

— Hem de nasıl. İnkârın kol gezdiği, bilincin mumla arandığı bu dünyada, ilâç, elbette en büyük kolaycılık. İlâçla yasadışı maddeleri ayıran tek şey, birinin doktor eliyle reçete edilmesidir (MKD: Vay ki vay).

Siz ikide bir doktorların depresyonun d’sini gördüklerinde ilacı dayadıklarını söylüyorsunuz…

— Evet, çünkü öyle yapıyorlar! Biz de bu çağdaş üfürükçülerin, doktor olduklarını sanıyoruz. Antidepresanlara ve genel olarak psikiyatrik ilâçlara da 1çağdaş muska” diyebiliriz. Psikolog Kirsch üşenmemiş, tüm gizli arşivlere ulaşmış ve bulmuş: Ha boş tablet -plasebo- almışsın, ha antidepresan. Gerçekten de ilâç, sorunu tedavi etmiyor, sorunun üzerini örtüyor. İlâcı bıraktığında -ki bir gün bırakıyorsun- sorunlar daha büyümüş olarak karşına çıkıyor (MKD: Külliyen yalan ama bu adamcağızı size sonra anlatacağım).

Antidepresan kullanımı giderek artıyor mu, sizin böyle bir tespitiniz var mı?

— Türkiye’de 3 yaşında çocuklara bile verdiklerini görüyorum maalesef. Artıyor ve artacak da. Bu gidişin önüne geçilemez. En azından böyle bir sonucu görmeye benim ömrüm yetmez.

Ne demek istiyorsunuz? İlâç yazan bütün doktorlar kötü niyetli mi? Bu ilâçların hiç mi faydası yok?

— Klâsik bir lafla cevap vereceğim: “Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.” (MKD: Ağlayabilirim, bu ne bilgelik).

Bu ilâçların, hafifi, ağırı var mı?

— Ağırı var tabii. Felç edeni var, öldüreni var, intihar ettireni… Ama beynin neresine, hangi spesifik noktasına nasıl etki ettiği konusunda bilimsel kesinlik taşıyan bir araştırma yok (MKD: Üstün, üstün irtifadan uçmakta ve ya cehaletinden ya da bilerek yalan söylemekte).

Benim gördüğüm bir sürü insan Lustral alıyor. Ne gibi bir zararı olabilir ki (MKD: Ayşe’nin sorusu ilkokul düzeyinde)?

— Daha önce de söyledim. Bu ilacın fizyolojik olası zararından çok, inkârı pekiştiriyor olması önemli. Antideprasan alınca kimse kendisiyle, yaşamıyla yüzleşmiyor, yüzleşemiyor, herkes kaçak (MKD: Üstün kıvırıyor, farmakoloji bilmez ki)

İlâç nelere yol açıyor peki? Tepkisizlik mi? Sinirlenmemek mi?

— Evet. Meselâ tecavüze uğramış ve içinde ciddi bir kızgınlık olan biri kuzu gibi oluveriyor. “Küntleşme” gerçekleşiyor. İlâç alırken bana gelenleri hemen tanırım. İfâdesiz bir surat. Kapalı ve ne zaman patlayacağı belli olmayan bir bomba gibi tehlikeli…

İlâcın insanın içindeki şiddeti artırdığına dâir iddialar da var…

—Ne iddiası, bunlar araştırma bulgusu! Psikiyatrist David Healy 2000’den beri yaptığı sayısız araştırmayla bunu kanıtladı. İntihar ve yıkım eğilimi belli bir grup antidepresan kullananlarda tam 6 kat artıyor (MKD: Üstün artık arş-ı âlâya çıktı).

Sizin bildiğiniz böyle vakalar var mı?

— Geçen yıl Adana’da 15 yaşında bir kız, antidepresanları kullanmaya başladıktan bir hafta sonra intihar etti. O gençte daha önce de intihar eğilimi olabilir. Ama duyguları bunu yapmasını önlüyordu. İlacı aldığında, hem duygusuzlaşıyor, hem de ilâç onu harekete geçiriyor. Herhangi anlamlı bir amaç yok yaşamında, o da düşündüğü tek şeyi duygusuzca gerçekleştiriyor, intihar ediyor.

Bu son Başak olayında, genç kız, ilâç yüzünden cinnet geçirip annesini öldürmüş olabilir mi?

— Buna cinnet demek doğru değil. Annesiyle bir kaç saat önce tartışmış, odasına çekilmiş birinden söz ediyoruz. İlâcın etkisi bence çok açık. Tam da psikiyatrist David Healy’nin sözünü ettiği durum. O kız ilâç altında olmasaydı, anlamlı bir psikolojik yardım almış olsaydı, anne-babasının ona yaşattığı kâbustan kurtulmanın doğru yollarını bulabilirdi (MKD: Üstün, Medyum Memiş’i de solluyor)….

Başak olayında durum nedir: Zâten sorunluydu. Bir an geldi gözünü mü karartı? O normâl bir insan, bir anda kendini kaybetti. Mi?

— Âilesinin ve psikiyatrinin kurbanı o (MKD: Üstün teşhis de koydu)….

HERKES KAÇAK

Depresyon nedir, hastalık mı?

— Eski çağlardaki hayâlet hikâyeleri gibi… Hayâletler ne kadar gerçekse, bir hastalık olarak depresyon da o kadar gerçek! Herkesin duygusal çöküntüleri, zorlanmaları, sıkışmaları, iç sıkıntıları olabilir, oluyor. Kimi gelip geçiyor, kimi uzun sürüyor, kimi arkadaş desteğiyle çözüm buluyor, kimi profesyonel destekle, kimi aşkla geçiyor, kimi de tam tersi aşkla daha da beter hâle geliyor! İnsanın bin bir türlü hâlini, hastalık kategorisine hapsetmek bence insanlık suçu! Bırakın depresyonu, “şizofreni” dedikleri şeyin bile, hastalık olup olmadığı, hatta “ne” olduğu tartışmalı (MKD: Üstün mahvetti bizi)

Çok sert bir yargı değil mi bu? Siz psikiyatriye karşı mısınız?

— Evet karşıyım! Tamamen bilim dışı olduğu düşünüyorum. Ellerinde depresyonu teşhis etmek üzere davranışsal ve duygusal semptomlar listesi var, ki o liste tıbbî bir liste değil, o listeye bakıp ilâcı dayıyorlar. Oysa depresyon teşhisinin tıbbî tahlille, beyin inceleme teknikleriyle hiçbir alâkası yok (MKD: Bu zırvalıklara sonda cevap vereceğim)

Hoppalaaa… (MKD: Ayşe bile hopluyor)

— Evet. Bu listedeki birinci belirti isteksizlik. İsteksizsen, depresyonda olabilirsin! Yok ya! Bakın, bunların hepsi insanlık hâli. Ben zâten depresyon yerine “özgüven sarsıntısı” demeyi tercih ediyorum. “Özgüven sarsıntısı” da özellikle Batı’nın başarılı olma takıntısıyla besleniyor. Bizde de durum farklı değil, büyük şehirlerde depresyon, başarı hırsıyla kol kola geziyor (MKD: Üstün, cehaletin ötesinde bir şeyler söylüyor, Ayşe de yazıyor; heyhat!).

Peki, panik atakın depresyonla bir akrabalığı var mı?

— Panik atak, hepimizin aşırı kaygı diye yıllardır bilip konuştuğu şeyin, hastalığa dönüştürülmüş hali. Panik atakla yani “aşırı kaygı”, depresyon yâni “duygusal çöküntü” aynı şey değil ama evet birbiriyle ilişkili. İkisi de kendine yabancılaşmanın bir sonucu. Ama bu psikiyatrik kategorilerin hiçbiri, o insanın gerçekte ne yaşıyor olduğunu anlamamıza yardım etmiyor. Psikiyatrinin önceliği de anlamak değil zaten. Bu hastalık kategorileri, ilâç reçete etmeye hizmet ediyor. Demek istediğim şu: Psikiyatrinin hastanın derdiyle merdiyle gerçekten ilgilendiği yok, ilâç yazıyor sadece (MKD: Üstün, cehaletin ötesinde bir şeyler söylüyor, Ayşe de yazıyor; heyhat!).

Depresyon ya da sizin deyiminizle “özgüven sarsıntısı” neden bu kadar yaygın?

— Eskinin hayat mücadelesi içinde böyle bir şeye yer kalmıyordu. Şimdi yaşam, eskiye göre daha kolay, ama çok daha karmaşık. İletişim olanakları o kadar yaygın ki, artık herkes daha fazlasını istiyor, daha iyi bir hayat arzuluyor. Eskiden ezilen kadın, kaderine kısmen râzıydı, şimdi işler değişti hayatına sahip çıkmak istiyor, fakat zorlanıyor. Aşılması kolay olmayan engeller var önünde. O yüzden depresyona giriyorlar. Erkeklere gelince, onların dünyasında hırs, rekabet gırla gidiyor. Erkekler, açık etmeden, deyim yerindeyse yiğitliğe bok sürdürmeden, gizlice yaşıyorlar depresyonlarını (MKD: İleride bahsedeceğim şekilde, ağzını bozuyor âlimimiz). Kadınlar da bu erkek dünyasına eklemleniyor, ama kendini bularak değil, kaybederek ilerliyor. Tabii sonrasında da ağır bedeller ödeniyor…

Depresyon daha çok büyük şehirleri mi vuruyor?

— Evet. Büyük şehirlerin cehennemi de büyük! İç bütünlüğünü kuramamış, bulamamış, bulur gibi olmuşsa da kaybetmiş insanlar sıkıntı yaşıyor. Ve bu durumdan en çok çocuklar zarar görüyor. Hiperaktivite ile damgalanıyorlar. Bu da yaratılmış bir başka hastalık. Bu çocukların anne babaları, özellikle annelerin büyük bir çoğunluğu depresyon benzeri durumlar yaşıyorlar. İşte o anne-babalar, intihar eğilimini arttırdığı tescillenmiş antidepresanlar kullanıyorlar. Çocukları ise ölümcül riskler barındıran kokain eşdeğeri ilâçlar içiyorlar (MKD: Bu da klâsik palavra, anlatacağım).

Depresyonun üstesinden gelinebilir mi?

— Elbette. Önce farkında olacaksınız. Sonra geçmişten bugüne yaşadıklarınızı ve kendinizi kabul edeceksiniz. Bilinç geliştireceksiniz. Yaşam biçiminizi değiştirme gayreti göstereceksiniz. Bunun için emek vereceksiniz. İnsan, bilinci ölçüsünde sorunlarına çözüm bulabilir. Bu bilinci kendi başına da oluşturabilir, profesyonel destekle de. Profesyonel destek için şimdilerde İngiltere ve İskandinav ülkeleri başta olmak üzere, özellikle çocuk, ergen ve gençlerde psikolojik destek öneriliyor. Yâni psikoterapi… (MKD: Üstün, cehaletin ötesinde bir şeyler söylüyor, Ayşe de yazıyor; heyhat!).

Ben mesela, depresyona girip girmediğimi nasıl anlayacağım? Bir insan depresyona farkında olmadan girip çıkabilir mi?

— İnsan farkında olmadan bir sürü şey yaşıyor, yapıyor! İnsan, kendini tanımalı (MKD: Buna Üstün’ün büyük ihtiyacı var). Çünkü bu çok kolay bir şey değil. Güçlü yanlarını, zayıf yanlarını, geçmişten bugüne kişiliğinin hangi etkilerle oluştuğunu, kim olduğunu öğrenmeli. İnsan olmak, asgari bir emek gerektiriyor, bu emeği vermekten söz ediyorum. Hayat, elbette inişlerle çıkışlarla sürüyor, düz bir çizgide yaşayanımız var mı? Neden süreç olarak yaşamı, iyi ve kötü hâlleriyle kabullenmiyoruz? Nedir bu sürekli mutlu olmak, başarılı olmak, yukarda olmak, kazanmak takıntısı!

Bir dakika, bir dakika “gizli depresyon” diye bir şey yok mu?

— Kendi durumunu, yaşadıklarını inkâr bu aslında. Erkeklerde daha belirgin bu durum. Diplere inmeyi kendilerine yediremiyorlar. Depresyon denilen şey, hep bu inkârla oluşuyor, inkârla besleniyor. Durumunu inkâr edenler dünyasında ilâç, hiçbir iç muhasebe yapmaya gerek duymadan, bir şeylerin çözümünü vaat ediyor. Yanlış olan bu vaat. Tehlikeli, riskli hâttâ ölümcül olabiliyor.

Seks, depresyona iyi gelir mi (MKD: Yâhu, Ayşe’nin aklı başka şeye çalışmaz mı?)

— Sâdece bedensel bir faaliyet olarak seks, hayır iyi gelmez. Dürtülerin doyurulduğu “performans” odaklı bir etkinlik olarak, bazen sorunu artırır bile. Çünkü iç bütünlüğün daha da kaybolmasına sebep olur. Örneğin, bir takım “uzman”ların, “Haftada şu kadar sayıda cinsel ilişki sağlıklıdır” gibi ifâdeleriyle karşılaştığımda, benim böğrüme bir şey saplanır. Cinsellik, tensel-duygusal-düşünsel bir büyük buluşma olmaktan çıkarılmış, iki bedenin birbirini tatmin objesi olarak kullanmasına indirgenmiş durumda maalesef. Haa ama eğer ilişkiyi soruyorsanız, iyi gelir. Arada aşk varsa seks, iki insanın bir bütün olarak nefis bir buluşmasıdır ve çok iyi gelir…

ANTİDEPRESANIN İNANÇ ETKİSİ

Irving Kirsch ise antidepresanların “plasebo”dan farkı olmadığını buldu. Basında da geniş şekilde yer bulan Şubat 2008 tarihli son araştırması bu ilâçlara bu koşullarda başta onay verilmemesi gerektiğini vurguluyordu. Plasebo (boş tablet) verildiğinde insanların iyileşmesine, kısaca “inanç etkisi” de denebilir. Tüm ilâçlarda yüzde 20–30 arasında plasebo etkisi görülür. Antidepresanlarda bu oran yüzde 85’e kadar çıkıyor.

ANTİDEPRESAN İNTİHAR/SALDIRGANLIK EĞİLİMİNİ ARTIRIYOR

Antidepresanlarla ilgili en önemli kırılma noktası İngiliz psikiyatri profesörü David Healy’nin yaptığı araştırmalar oldu. Healy, intihar eğilimini azaltıyor diye reçete edilen SSRI (serotonin geri alımı engelleyicileri) grubu antidepresanların, aksine intihar/saldırganlık eğilimini artırdığını buldu. Haziran 2001’de gazetelerde, Amerika’da ilâç firması GlaxoSmithKline aleyhine sonuçlanan 6.4 milyon dolarlık davanın haberleri yer alıyordu. Firmayı, Don Schell’in damadı dava edilmişti. Don Schell, tabancasıyla önce eşini, sonra kızını ve torununu öldürmüş, ardından da kendini vurmuştu. Bu trajik olaydan iki gün önce, Schell’e, uyku problemi yaşadığı için Seroxat isimli ilâç verilmişti. Damat, kayınpederi Schell’i, Seroxat’ın şiddete ve intihara sürüklediğini iddia etmişti. Davadaki en önemli nokta, ilâç firmalarının daha önce gizli tutulan belgelerinin mahkeme kararıyla ve Healy’nin aracılığıyla kamuoyuna sunulmasıydı. Bu belgeler gösteriyordu ki, ilâç firmaları bu ilâçları kullananların yüzde 25’inin şiddet eğilimleri yaşadığını biliyorlardı ve uzunca bir süre bu bilgiyi saklamayı başarmışlardı.

***

Anti-psikiyatrinin Michel Foucault, R.D.Laing ve Thomas Szasz gibi “babaları” saygıdeğer adamlardı. Sosyal psikolog Üstün Öngel ise bir zavallı. Kendisiyle hiç tanışmadım.

Zamanında Radikal’de psikiyatriye ve aralarında benim de adımın geçtiği bir grup tanınmış psikiyatra hakaret eden bir yazısı çıkmıştı. Sonradan iyice azıttı, sürekli olarak bana küfrettiği, hakaret yağdırdığı e-postalar yollamaya başladı. Critical Psychiatry diye bir uluslararası e-grubuna üye olmuştum. Orada da İngilizce olarak “şişko, çirkin, bok suratlı, iğrenç” gibi mesajlarıyla yıldırdı ve ayrıldım.

Niye şikâyet etmedin derseniz, önce Adana’yı arayıp “bu adam neyin nesi yâhu” diye sordum. Oradaki arkadaşlar zeki ve manik depresif özellikler sergileyen, temelde de antisosyal kişilik yapısı olan biri olduğunu anlattılar. Defalarca rektörlerle, idareyle başı derde girmiş. Hiçbir tıbbî eğitimi ve formasyonu olmamasına rağmen poliklinik yapıp hasta görüyormuş ve sürekli olarak da psikiyatriye, psikiyatrlara sövüyormuş.

Hâlen yaptığı da suç!

Eh, “hastaya el kalkmaz” deyip aldırış etmedim.

Şimdi de zırvalıklarını kısaca cevaplayayım…

***

Kokain ile metilfenidat arasında etki mekanizması ortaklığı var, bu doğru. Öte yandan, pek çok dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu hastasının hayatlarını bu ilâçla kurtarıyoruz, yetişkinlerde bile. Ama hiçbirine kokain vermiyoruz!

Antidepresanların icadıyla depresyon hastalarının kaderi değişmiştir. Dünya Sağlık Teşkilâtı Majör Depresyon’u en önde gelen sağlık sorunları arasında ele almaktadır. Doğru ve bilgilice kullanıldığında, bu ilâçlar hayat kurtarırlar çünkü intiharı, alkolizmi ve hayat kalitesi düşmesini engellerler.

İntihara veya katle yol açmaları safsatasına gelince… Bilhassa ergenlerde ve gençlerde başta depresyon olarak gelen tablo zamanla disforik hipo-mani dediğimiz öfkeli, gergin ve saldırganca tabloya dönüşebilir. İyi bir takipte bu durum fark edilir ve duygudurum dengeleyicisi dediğimiz ilâçlar eklenerek tablo kontrol altına alınır.

Gerçek Majör Depresyon’da tek başına psikoterapi yetersizdir; ağır vak’alarda elektrokonvülsif terapi dahi yaparız.

Irving Kirsch ve arkadaşlarının yazısı tamamen tarafgir bilimsel açıdan çürük bir yayındır; hâttâ ekipte psikiyatr bile yok ve nefazodon’la venlafaksin’i SSRI zannedecek kadar câhiller.

Depresyonda hangi beyin (hâttâ vücut) bölgelerinin nasıl işlev bozukluğu gösterdiğini günümüzde resmini çekerek (fMRI) takip edebiliyoruz. Meselâ panik nöbetlerinde non-dominant parahippokampal bölgede kanlanma artışı olur ve tedaviyle düzelir (Üstün ne bilsin).

Sonuç: 2008’de psikiyatriye düşmanlık etmek için hasta olmak lâzım; eh, durum da belli! Hazret eninde sonunda zâten bize gelir, o sorun değil…

İyi de, Ayşe Arman’ın konu sıkışıklığı mı vardı da bu zerzevatı millete yedirdi, anlayabilmiş değilim.

Yakıştıramadım Ayşe!

 

 

 
 

İstanbul - 22.04.2008
M. Kerem Doksat
Professor of Psychiatry
Istanbul University
Cerrahpaşa Medical Faculty
Department of Psychiatry
Head of the Mood Disorders Unit 
http://sufizmveinsan.com
doksat@superonline.com