Bugün dünyanın neresinde kan ve gözyaşı varsa,
nerede savaş ve zulüm sürmekte ise bunun arkasında
daima menfaati olan, sinsi oyun ve planlarıyla
müslümanları ve geri bırakılmış Afrika uluslarını
birbirine kırdırarak uzun yıllar sömürdüğü gibi hala
sömürmeye çalışan ve bu yolda olmadık yollara
başvuran abede ve onun desteklediği yahut onu
destekleyen işgal rejimi vardır. Bunlar hedeflerine
ulaşmak için kılıktan kılığa girerler ve her türlü
zulmü de kabul edilebilir görürler. Yeri gelir
demokrasi havarisi, insan hakları savunucusu
kesilirler. Zamanı gelince çok masum bahanelerle,
kuklalarını da yanına alarak işgalden ve kan
dökmekten geri durmazlar. Onları bugün süper güç
yapan ya da süper zalim, malum milletlerden
sömürdükleri yeraltı ve yerüstü kaynaklarıdır.
Başta İslam ülkeleri olmak üzere bütün az gelişmiş
fakir dünya devletlerinde, meydana gelen savaşların,
sömürünün, iç çatışmaların, terör faaliyetlerinin,
geri kalmışlığın arkalarında zalim güçleri görmek
mümkündür. Gizli ya da aşikâr nerede bir toplumsal
sıkıntı, kan ve gözyaşı varsa onun müsebbibi abede
ve işgal rejimidir. Direk yahut dolaylı olsun.
İnsan hakları adına Kuweyt’e anında müdahale eden
abede senelerce neden Avrupa’nın bağrında bir avuç
müslüman Bosnalının kırılmasına seyirci kaldı.
Demokrasinin beşiği, insan hakları savunucusu (!)
Avrupa’nın ortasında bu insanlar bir katliama maruz
kaldılar. Petrol gibi bir zenginlikleri olmadığı
için sadece kınamakla yetindiler. Ne zaman ki,
Boşnaklar kendi ayakları üzerinde durmaya başladılar
o zaman müdahale oldu. Bu insanlık dramı boyunca
abede kuklası BM sadece seyretmekle iktifa etti.
Yıllarca abede nin bir eyaleti gibi davranılan
Şah’ın İran’ı; mustaz’af halkın kıyamıyla yeniden
doğan İslam güneşi ile bütün menfaatleri elden
gidince abede Irak’ı hemen devreye sokarak İran’da
yükselen özgürlük ateşini söndürmeyi planladı. Her
türlü destekle Irak’ın yanında yer almasına rağmen
yaklaşık on yıllık savaş sonunda İran’dan ümidini
kesmek zorunda kaldı. Akabinde İran’ı en büyük
düşman ilan ederek sıkı bir ambargoya aldı.
Düşmansız yaşayamayan zulüm sistemi kendisine düşman
olarak İran’ı ve genelde tüm müslüman ulusları
seçti.
Halkı Müslüman olan Somali devletinin çeşitli kabile
çatışmalarından doğan açlığı bahane ederek BM
şemsiyesinde Somali’ye hemen müdahale etti. Petrol
ve uranyum olmak üzere ülkenin yeraltı kaynaklarını
sömürmeye başladı. Sonuç hezimet oldu. Vatanlarını
işgal edenlere karşı açlıktan ölen insanlar
onurlarıyla mücadele ederek işgalcilere kök
söktürdü.
Yeryüzünün en büyük sömürgecisi abede Sudan’ı
terörist ülkeler listesine aldı, ülkeye müdahale
için fırsat kollamaktadır. Bunun tek sebebi Sudan
müslümanları Hasan Turabi liderliğinde İslam
hükümlerine dayalı bir sisteme karar vermesidir.
İnsanlığın en büyük düşmanı hemen Sudan’a ambargo
uygulamaya başlar. Bu da yetmez ülkenin güneyinde
yaşayan Hıristiyan azınlığı silahlandırarak iç
savaşa kışkırtır. Sudan’ı içten içe kışkırtan
emperyalist güçler bugün kalkıp Sudan devlet başkanı
Ömer el-Beşir’i soykırımla itham etmekten
utanmamaktadırlar(!) 300 senedir katlettikleri siyah
ve kızıl derili insanların hesabını vermeye
yanaşmayanlar müslümanları hedef göstermekten bir an
bile geri kalmadılar.
Bugün Amerikalılar terörle mücadele bahanesiyle
diğer ülkelere saldırıyor ve böylece milletlere
zulmediyor. Amerika, savunmasız insanları
bombalıyor, kadın, çocuk, yaşlı demeden masum
insanları katlediyor. Amerika’nın Irak’taki
uygulamalarını şu şekilde sorgularsak: Terör,
birilerinin amaca ulaşmak için illegal yollara
başvurmasıdır. Şimdi acaba Amerika’nın Irak’ta
yaptıkları bundan farklı mıdır? Amerikalı işgalci
askerlerin Irak’taki varlıkları kendi başına zulüm
ve tecavüzdür. 60 yıla yakındır Siyonistler baskı ve
illegal zorbalıklarıyla Filistin halkını mağdur
ediyor. Bunun adı terörden başka ne olabilir? Gerçek
teröristler bugün yalan ve nifakla terörle mücadele
bayrağını taşıyor ve bu bahane ile İslam
topraklarını işgal ediyor.
Demokrasi Havarileri
Kuweyt’e karşı Irak rejimini kışkırtan abede bunu
bahane ederek Irak’ı işgal eder. Etrafına topladığı
kuklalarla silah tesisi diye süt ve ilaç
fabrikalarını vurdular. Irak halkını katledip ülkede
telafisi zor hasarlara yol açtılar. Bunun
masraflarını da Kuweyt ve Suud’daki işbirlikçilere
yıkarak ümmetin katliamını ümmetin servetinden
finansa ettiler. Onlar için Ortadoğu’da iki temel
mesele vardır. Petrolün ve işgal rejiminin
güvenliği. Bu ikisi için tehdit oluşturacak her şey
abede için düşman konumundadır. Demokrasi
nameleriyle Irak ve Afganistan’ı işgal edilir ve bu
beldeler tarihinde görmedikleri zulümlerle baş başa
kaldı. BM ise hemen vazifesini ifa ederek olayları
kınadı.
21. asrın firavunu olan abede bugün istediği zaman
istediği tere müdahale ederek menfaatine göre
oyunlar sahneye koymaktadır. Acı olan İslam
toplumunun yöneticileri de kimi zaman bu zulme ortak
olmakta kimi zaman da pasif davranışlar
sergilemektedir. Abede İslam birliğini engellemek,
ümmetin yeniden vahyin ışığında dirilmesini
engellemek için mezhep ayrımlarını körüklemekte ve
yer yer de başarı elde etmektedir. Haiti’ye,
Panama’ya Afganistan’a, Irak’a demokrasi ve insan
hakları bahaneleriyle müdahale edip kendi
menfaatlerini gözeten barbarların Cezayir ve
Bosna’da yaptıkları katliamlara seyirci kalmaları
tam bir iki yüzlülük örneğidir. Demokrasi
söylemlerinde samimi olsalardı en azından Cezayir’e
müdahale edilir ve FİS’in hakları iade edilmeliydi.
Tersine batı burada cuntayı alenen destekledi.
Bugün gelinen noktada ise, Müslümanlar yeni bir
tezgâhla ve yeni bir oyunla karşı karşıyadırlar...
ABD politikasına yön veren Siyonist liderlerden
Henry Kissinger’in, 11 Eylül sonrası İslâm
dünyasına yönelik saldırı politikasında çok önemli
bir değişikliğe işaret eden şu cümlesi, karşı
karşıya olduğumuz tehlikenin boyutlarını apaçık
ortaya koymaktadır: “Şimdiye kadar savaş
Müslümanlarla diğerleri arasında idi; bundan sonra
ise savaş, Müslümanlarla Müslümanların savaşı
olacaktır.” İşte bu yeni şeytani strateji
Müslümanlar tarafından çok iyi okunmalı ve
imanımızdan kaynaklanan ümmet bilincimizi
zedeleyici, kadîm kardeşliğimizi parçalayıcı plân ve
oyunlara karşı çok uyanık olunmalıdır. Allah’ın
nimeti sayesinde “kardeş” olan müminler;
hiçbir zaman kavmî ve mezhebî kışkırtmalara,
terörizm tuzaklarına kapılmamalı, Sırât-ı
Müstakim’den şaşmamalı ve ümmet şuurunu diri tutmak
için ellerinden gelen her şeyi yapmalıdırlar.
Karikatür saldırganlığı karşısında Türk’ü,
Kürt’ü, Şiî’si, Sünni’si ile tek
yürek olarak cevap veren Müslümanlar, bugün
vahdetleri ile sınanmaktadırlar. Müslüman
dünyanın bir anda tek yürek olabilmesi,
bizleri sevindirirken elbette birilerini de
kıskandırmış, hatta ürkütmüştür.
Dağılma Korkusu
Abede bir devlet değildir. Üç asır evvel batının
maceraperestlerince köle ticaretinin sağladığı
rantla kurulan bir eşkıya yurdudur. Abede, müslüman
devletlerin halklarının yeniden Kur’ani bir uyanışla
dirilip rantlarının kesileceği ve gücünü kaybederek
SSCB gibi dağılacağını bilmektedir. Onun içindir ki,
her türlü girişimlerde bulunarak halkı müslüman
ülkelerin ikinci bir İran, ikinci bir Sudan olmaması
için çabalamaktadır. Silah gücüyle giremediği
ülkelerde azınlıklar veya işbirlikçileri eliyle
değerleri sulandırma ve daha yumuşak bir İslam
ortaya koyma faaliyetlerinde bulunmaktadır.
Dünyanın en büyük zalimi olan Amerika yıllarca
kendisine rakip gördüğü düşman olarak mücadele
ettiği Sovyet ideolojisi yıkıldıktan sonra yükselen
İslamın uyanmasını açıkça düşman olarak ilan etti.
Halkı müslüman olan ülkelerin Kur’ani İslam’a
dönmemesi için uzlaşmacı, laik demokratik,
Amerikancı müslüman tipi oluşmasına yoğun gayret
sarf etmektedir.
Hesap Vermelidir
Afrika siyahîlerine, Amerika Kızılderililerine,
Amazon yerlilerine, Endülüs Araplarına, Türklere,
Yahudilere, Güney Fransa halkına, İsviçre Vaud
halkına, Sicilya halkına, Vitry Şehrine, Kudüs
halkına, Tuna boylarındaki yahudi ve Hıristiyan
halklara, Protestanlara, falcı, büyücü diye
suçladıkları insanlara, âlimlere... yapılan
katliamlar; müslüman eserleri ve camileri
tahripleri, Meksika'da insan avı eğlenceleri (!) ve
münferit mezalim... gibi. Bunların incelenmesinden
anlaşılıyor ki Batı insanında kiliseye dayanan,
papazlardan kaynaklanan, dini duygular kışkırtılarak
siyasete âlet edilen müthiş ve vahim bir gaddarlık,
hunharlık, insafsızlık, merhametsizlik, katillik ve
haydutluk damarı vardır.
Tabirimi mazur görülsün, köpeksiz köy buldu
değneksiz dolaşıyor derler. Abede de Sovyetlerin
ardından dünya jandarmalığına soyunmuş tam anlamıyla
mahalle kabadayılığı yapmaktadır. Kaldı ki,
kabadayılığın bile bir raconu, bir ahlakı vardır.
Amerika Siyonist hedefler doğrultusunda her türlü
insani değerlerden bihaberdir. İslam coğrafyasında
zulüm üzerine zulüm işleyen abede Güney Amerika
toplumlarını da kan ve gözyaşına boğmuş, Vietnam,
Kore ve Kamboçya’da çok ağır katliamlara sebep
olmuştur. Katliam ve soykırım abede insanının
genlerinde mevcuttur.
İlk haçlı orduları Avrupa'dan Anadolu'ya doğru
gelirken, yolları üzerindeki Tuna vadisi,
Macaristan, Bulgaristan ovalarındaki şehirler,
ahalileri hristiyan olduğu halde, yağma edip yakıp
yıkmışlar, rastladıkları yahudileri merhametsizce ve
korkunç işkencelerle boğazlamışlar. Anadolu'da daha
korkunç vahşet göstermiş. İİmparator Alexis
Kommen'in kızı Anna Kommen'in görgü ve beyanına göre
"en büyük eğlencelerinden biri, rastladıkları
müslüman çocukları öldürmek, kızartmak ve yemek"
imiş. İngiliz tarihçisi Mills de (S.183), haçlıların
insan eti yediklerini doğruluyor. "Antakya'da
Fransız Bohemoud (1055-1111), birkaç Türk esiri
boğazlattı, herkesin gözü önünde kızarttı, sonra
seyredenlere, buralara bu iştahını tatmin etmek için
geldiğini söyledi."
Haçlılar Firuz adlı bir ermeninin hıyanetinden
faydalanarak Antakya Kalesine girdiler, şehire
dalınca 10.000 Türk'ü boğazladılar ve bütün camileri
yaktılar. Papaz Lemo İne olayı şöyle anlatıyor:
"Bizimkiler sokakları dolaşıyor, rastladıkları
çocuklarla ihtiyarları paramparça ediyorlardı, ancak
o gün herkes boğazlanamadı, bizimkiler geri
kalanları ertesi gün kestiler."
Sonra ordu Kudüs'e vardı, 4 gün muhasaradan sonra
kadın, çoçuk dahil tüm müslüman ahali (70.000 kişi)
kılıçtan geçirildi. Hz. Ömer camiine siğınmış 10.000
müslüman da katledildi, katliam 8 gün sürdü, başka
mezhepten olan pek çok hristiyan da katl edildi.
Tarihçi Fuller; İkinci Kudüs katliamının, ani bir
tefekkür ve heyecan neticesinde değil önceden
düşünülüp hazırlanmış bir plan gereği yapıldığını,
çocuklar, bebekler, zayıflar ve kadınların bile
boğazlandığını beyan eder. Haçlı reisleri savaşta
yaptıkları akdi ve verdikleri sözü de tutmuyorlardı.
Mesela İngiliz kralı Richard (1157-1199) silahsız
insanların boğazlanıp denize atılmasını emretmiş,
hayatlarını bağışlayacağına söz verdiği 3000 kişiyi
de katlettirmişti.
Kuzey Amerika arazilerini kendilerine mal etmek,
iskân etmek için milyonlarca Kızılderili’yi katleden
batılı barbarlar bu toprakları imar etmek, işletmek
için de Afrika’dan milyonlarca siyahî insanı
gemilerle köle olarak bu topraklara getirdi ve
milyonlarcasının da ölümüne vesile oldu. Başta abede,
İngiltere ve Fransa olmak üzere sömürgeci devletler
asırlardır sebep oldukları soykırımların, insanlık
suçlarının hesabını vermeli. Asya ve Afrika
ülkelerinde son üç asırdır işlenen insanlık suçları
Asya ve Afrika devletlerinin müşterek girişimi ile
ortaya konulmalı ve sorumlu devletler tarihe hesap
vermeye zorlanmalıdır. Batılı devletlere artık dur
demenin vaktinin geldiği gösterilmelidir. Tek
kutuplu bir dünyadan çok kutuplu ve yaşanılabilir
dünyaya hızla geçilmelidir. Günümüzde İslam
dünyasının en çok ihtiyaç duyduğu konu, vahdet ve
gönül birliğidir. Tabii bu vahdet sadece siyasi ve
askeri alanda değil, iktisadi alanlarda da olmalı ve
böylece İslam dünyası güçlü bir konum kazanmalı.
İslam dünyası düzenli planlama ve karşılıklı
işbirliği ile güçlü ve muktedir bir İslami blok
oluşturabilir.
O halde ne yapmalıyız?
Önce düşmanı çok iyi tanımalı, gevşememeli, palavra
propagandalara, sinsi politikalara ve şeytanî
entrikalara aldanmamalıyız.
Hemen ve derhal, bu gibi zulümlerin bir daha
tekerrürüne imkan vermeyecek her türlü tedbiri
almalı, her türlü plan, proje, silah, araç ve gereç
tedarikini (en gelişmiş ve mükemmel cinsden),
mutlaka ve muhakkak yapmalıyız. Hem ferden, hem grup
olarak, hem de devlet ve milletçe...
Bütün müslümanlar, dünyanın her yerinde, her türlü
ihtilaf ve tefrikayı bırakıp birleşmeli, her
cihetten maslum müslümanların imdadına vakit
kaybetmeden yetişmelidir. Aksi takdirde dığer
müslümanların başına da aynı müthiş mezalimin
gelebiliceği, onların topraklarının da Bosna-Hersek'e
dönebileceği asla unutulmamalıdır.
Ayetullah Hamenei’ye göre, İstikbara karşı direnişin
en önemli temeli, yüce Allah’a olan inancımızdır.
İslam inkılabı rehberi bu konuda Kur’an-ı Kerim’den
bir ayete değinerek şöyle diyor: Allah’ın
Müslümanlara sunduğu rahmetlerden biri şudur ki eğer
onlar, bazı değersiz bağımlılıklarından vazgeçer ve
zulüm ve küfürle mücadele ederlerse yüce Allah da
onlara yardımcı olur…
Kaynak:
1)
Tarihte ve günümüzde korkunç hristiyan zulüm ve
gaddarlıkları, Prof. Dr. M. Es'ad Coşan
2)
Hangi özür elindeki kanı temizler, Eren Özdemir,
Gerçek Hayat, sayı:412
3) Ümmeti Muhammed tevhit toplumudur, Abdullah
Yıldız, Vakit Gazetesi
4) Ayetullah Hamaney, Bi’set dolayısıyla yaptığı
konuşma metni, Velayet Güneşinden. |