bu yazı Hz İBRAHİM (a.s)ve EHL-İ BEYT-İ MİLLETİne
adanmıştır….
Yakut-i Zaman’ların üzerine düşmüş bir Güneş
Pembe Beyaz Vücud Kitabı gibi ter-ü taze, yaşsız ve
şifadar
herkese güzelliğini öyle sergilememelisin Sevdiğim
beni harap edip ,tekrar tekrar yıkmamalısın…..
Merhaba Sevdiğim ve Merhaba…nasılsın?..
bence çoook VEDUD sun ve o yüzden de öyle ışık
saçıyorsun..kime ?demeyeceğim.. biliyorum ki
herkese..işte buna bir türlü gelemiyorum biliyorsun..yaniii!!..bu
masal çook keyifli olsun istiyorum.. lütfen benim için
sigara ve kahve iç, tamam mı?..çünkü anladım ki
Sevdiğim: bizim meşreb-i neş e miz asabiyet-i
lezzetçilermiş:).. ve dahi 10. masalımızdayız ..ne
güzel değil mi?.yani
tekrar kalem ve hokka-i nun..ok ve yay..hz Pir’in AŞK
KUBBESİ.kalemin içindeki mürekkebin yazdığı……ve belki bu
mürekkeb, sürre alayı hüccaclarındandır değil mi
Sevdiğim…….
bu sefer yeni bir anlayışla ne tefekkür edeceğiz bakalım
mı?..7. Masalımı tekrar okudum..biliyorsun ki,
yazdıklarımı defalarca okuyarak, Senin anlatımlarındaki
işaretlerle ne anlama geldiğinin izini sürebiliyorum..
çölde, O Önde Giden Ayak İzine; iz, kumlara batıp
kaybolmadan ayağımı basabilmeliyim ki ,Seni
kaybetmeyeyim değil mi?Cuma sabahı elinde dolmakalemle
(kobalt mavi-mor) beyit yazdın Sevdiğim..ve her birinin
altını kelime kelime çizip noktaladın..en sona iki nokta
koydun.. bişey anlamadım tabii ..bir evvelki
hayalime bağladım.. işte
aklı maaat el mürşid-i google efendiye başvurdum..mürekkeb
balıklarının ne acaip yaratıklar olduğunu ilk defa fark
ettim..çok ilginçler=içinin içi dışında, pek bir
apaçıklar yanii..latif ve latifeleri bile var hem
de:)pek bir buhurizadeler gibi:).
işte
daha evvel ki masallardan birinde; mürekkeb olmak ve o
mürekkebin içindeki harf –i=nokta olmayı deneyimlemiştik
ya hani..ve
bunu, yeni bir tarz-ı zevkle anlamak üzere;yeni
bir sefere ,deriiin denizlerinin
(soyut su)ledününe
indiğimizi, pardon, uruç ettiğimizi düşünmekteyim....(bunu
da az evvel kıldığım namazda anladım..ve dahi bu
yazıdaki pek çok meseleyi bugünkü vakit salatları
esnasında fark ettim.) birde Endülüslünün kabrinde
yeşil latifi çipine:) mazhar olanın, herkül
heykelinin=akil in ayakları önünde beyninin nasıl
fırlatılıp atıldığını düşündüm.. içinden çıkan iki
zehirli zeki gri yılanı..demişti Evvel Zaman:artık ilim
tehlikeye girdi, korunmak lazım..işte Sevdiğim Sen
varsın…Sen..Sen..ve o zehirli mürekkebi düşündüm tabii..
birden aklıma Süheyl Ünver’in çizdiği, bugün kullanılan
tıbbın sembolü çizimi geldi..iki DNA sarmalı gibi olan
yılan
sıratelmüstakim
asası
kadehine zehirlerini boşaltıyorlar hanii..(mukayese-deneye
yanıla bilen -ŞÜPHECİ AKIL, tekamülünü yükseltebilmek
için,anlayışlı EMİN VE MUTMAİN KALBE bağlanıyor=çünkü
Yaratıcı:
beyinler ancak Allah adı ile mutmain olur dememiştir..
kalpler demiştir...)işte
o kutsal kase-i nun ( gönül) içinde kalem-i asa(kamışlık
tarlası), bu zehri panzehire çeviriyordu.. yani kader
doğru işler yapmakla değişebiliyordu(sadaka
ile)silinip
iyi ve güzeli yazılabiliyordu..tabii
bunu kaç kişi başarabilir bilmiyorum..Seni milyon
baloncuk gibi Seviyorum Sevdiğim… Güzele ayna lazımmış
ya hani..bilmiyorum o aynaya baktın mı? Ayna Seni buse
buse selamladı mı?:)=muzurun……..
ve fark ettim ki derviş çeyizi kitabından zevk
ettiklerimi yazıyormuşum meğer..yani farkımızın
farkındayım..
7.
Masalın yeni bir yazısal miraç olduğunu ve cemi
anlattığını düşündüm Sevdiğim..ve bilmeden orada bir
sema-i cem ayini yazdığımı da..bu
ilk kıyamdı ve duruşu da ilk secde-i selam..sanırım
o
tek rekatlık namaz misali değil mi? bakii kalan sadece
Senin Vechindi.(
bunları hep Senin uydusal derslerinden
okudum:)bilmiyorum doğrumu?..ebedi
hacı leylekleriz yani, değil mi?hz.
İbrahim’i..ve mutmaine olmuş nefsimizi de tabii..ne
mutluyuz değil mi orada. ama orada ööle durmak yasakmış
ya hanii..bizde
cemi
farka düştük galiba.
. tabii burada 2.rekat var..yaratılmış olmanın ilk
şaşkınlığı ile Şükür secde-i selamı var galiba..yaniii
öyle anlayabildim..işin garibi –kimsenin
bana öğretmeyi başaramadığı bu kavramları- nasıl
anladığımı bile bilmiyorum..bir başkasından ve
değişik öğretim metotlarından Sen dilemedikçe asla bir
şey anlayamıyorum biliyorsun..bana kimsenin bir şey
öğretmesine izin vermiyorsun bazen..yeni bir şey anladım
Sevdiğim..ben sadece Sana kızıp küsünce kitap
okuyabiliyormuşum meğer .. Sana geri döndüğümde ise
hiçbir şekilde kitap okuyamıyorum..ve tam 2 aydır
Tahir-ül Mevlevi nin kısacık bir masal kitabında takılı
kaldım:)bazen kendime çook gülüyorum.. bazen de
kendimden korkuyorum ,biliyorsun..
*ve Sevdiğim, bunu nasıl idrak ettiğimi biraz anlatmak
istiyorum..çünkü
bu çok önemli bence..insan, başkalarının
anlattıklarından ve yazdıklarından okuyarak , o kişinin
deneyimlerinden çıkardığı notları ,ancak
kendisininkilerle benzeterek-tenzihle bilebilir..oysa
ki, kendisi olayı deneyimlerse-teşbihle, kendi
esmalarına uygun biçimde idrak edebilir.. hep merak
ederdim..
hz Hacer bahsi ..
biliyorsun işte, bir demet nane ve limon..çok şükür ki
Allah hediyelerini geri almıyor ya hanii..işte Onların O
hali ve benim nanelimon o halim….beni tefekkürde bu
noktaya getirdi Sevdiğim ve anladım ki o şiddetli
imtihan bunu düşünebilmem içinmiş..bu kadarla geçtiği
için teşekkür ediyorum…
……………………………….
mesela
Tebbet Suresi inince, Ebu Leheb in karısının nasıl ve
neden çılgına döndüğünü ki;o bu ayetlerdeki yüksek içsel
anlamları bilmeseydi eğer, o kadar şiddetli tepki
veremezdi değil mi?…ve
şimdi bunu biraz anlamaya başladım..o günkü Mekke
toplumu, en yüksek seviyedeki sözlü edebi sanata
sahipmiş.. okuma yazma bilen neredeyse yok..çünkü
ihtiyaç duymuyorlar.. öyle bir zekaya sahipler ki
,sabahtan akşama dek ezbere şiir okuyabiliyor ve bunları
akıllarında muhafaza edebiliyorlar..hz Peygamberimizin
Annesi de güzel sesli ve şiir okumada meşhur
biriymiş..bazen O bu şehre misafir geldiğinde;Mekke
tepelerinde ,O’nun dolunay dinletilerini dinlemek için
insanlar bekleşirlermiş.. Kabe o zaman bir puthane..Mekke
kervan ve ticaret şehri..her değişik millet, kendi
ülkesinin en meşhur putunu Kabe’ye hediye getirip, içine
ve dışına koyuyor.. site yönetimi de bu ticaretten
memnun..çünkü her yeni put,yeni sunak, hediyeler =yeni
kafileler yani zenginlik iktidar demek.. Mekkeliler
için o putların kendi başına bir etkisi-değeri de
yok..maksat ticaretmiş..bugünkü kariyer ve turizm için
her şey mübah misali..ve
Mekke’nin Emiri hz Peygamberin Dedesi bir hanif..hz
Hatice ve ailesi hanif.. hz. Ebubekir de öyle. hz.
Ömer henüz putperest. Kabe anahtarlarının görevlisi
aileden olan hz. Osman hanif bir musevi.. hz. Ali
,sabiyken yani doğuştan hanif bir müslüman.
bu
karışık site devletinde Allah Bir Tanrı olarak zaten
biliniyor..namaz,
oruç, inzivaya çekilerek tefekkür ibadetleri de
biliniyor..bir sorun yok..mesela hz Peygamberin
Babasının ismi Abdullah..yani Allahın Kulu..bunun
yanında abdullatlar- uzzalar-menatlar da var…onlar için
bir sorunda yok..sadece
tüm şey lere cami olan Allah ın yanında, diğer isim ve
sıfatları da put edip tapınmayı seviyorlar.
yani yaratılmış ve sonlu olan şeylere tanrılık izafe
etmeyi ,birazda ticari etkilerden dolayı kaybetmek
istemiyorlar gibi…ve bu toplum, dünyanın her yanından
gelen sözel kültürle daha bir zengin..güzel konuşmak
öyle bir değer ki, çocuklar doğduğunda en güzel konuşan
kabilelere en az iki yıl teslim ediliyor. . şimdiii..
böyle bir topluma Kur an ayetleri ilk geldiğinde ne
yapıyorlar..SÖZLERİN İLAHİ RİTMİNDEN SARSILIP HAYRETE
DÜŞÜYORLAR tabii..her sene Kabe önünde şiir okuma
yarışması yapılıyor..ve birinci gelen şiir Kabe
duvarında tam bir yıl asılı duruyor ya hani..ve
işte o sene yarışmaya giren Kur’an ayeti 1. oluyor ..tam
3 sene o ayetin üstüne konacak söz bulamadıkları için,
şiir yarışmasını bile kaldırıyorlar.. demek ki kelam
ilminde bu derece ileri olan bu toplum, aynı zamanda
sanatta adilmiş:)
yani ayetlerin değerini biliyor,sözlerin içeriğinden
haberdarlar..sadece inatla direniyorlar.
cehaletlerinden değil..gerçeği bilerek saptırıp örtecek
kadar kindarlar –akıllarını sadece kendi çıkarlarının
kazanımı için kullanmak istiyorlar.. çünkü put halindeki
tanrılar onların hiçbir işine karışmıyor,buraya da pek
çok hediye ve mal çekiyorlardı..
oysa
Tek
Tanrı olan Allah, ne öyle sessizce duvara dayalı
duruyor, nede benden para kazanın diyordu ..işlerine
karışıyor –sadece BENİ OKU =BENİ DİNLE-BENİ GÖR
diyordu:)
ve Sevdiğim ben Kur an ı
anlamak istediğimde artık; hem bu toplumun hem de kendi
içinde yaşadığım şu anın bir farkı olmadığını
biliyorum..sadece isimlerimiz ve giysilerimiz değişik o
kadar.. (biz insanlar gelişmiyoruz ki, makinelerimiz
gelişiyor..eğer bizim elimizden uygarlık sandığımız
teknolojiyi-elektriği bir alsalar, bizler en mağara
devri insanlarından daha beter oluruz bence…)
*bir
ayeti ;böbrek-beyin –bağırsak-mideyle (=MADDE )
anlamıyla sınırlandırmak .. ben sadece et, kemik, kan,
bedenim demek oluyor ki ,bu yanlış.. bu anlamda
düşünmeninse, kişinin nasıl bir maddi bedene sahip
olduğu açısından büyük tıbbi getirileri var tabii..metobolizmasının
etkileri,hormonlar falan.çok şahane.. her ilim kendi
değerinde taktir edilir.... lakinnn… sen sadece madde
beden misin peki?..SEN HZ. İNSANSIN. tefekkür meselesi….bir
insanın pek çok değişik yapıda bedeni olabilir..ve
diğerlerinin ne böbreği ,ne bağırsağı, ne beyni
olabilir..ve her birinin kendi aklı olup, kendi başına
bağımsız davranıyor da olabilir..ve birbirlerine asla
değemeyebilirlerde ve tabii ne garip ki ,hepsi bir
bedende bütünde olabilir..işte bu kadar değişik ve
sayısız bir algı ile Hz.KUR’AN ı =Hz. İNSANı tefekkür
edebilmek lazım ki yükselelim..kısacık bir hayat için
olan şu madde bedenle, Kur an ı sınırlamak yanılgısından
kurtulalım değil mi Sevdiğim…inşallah,böyle ve benim
akıl edemediğim, Senin bildiğin hallerde de öğretirsin
..amiiinn..*
……
Mutmainnenin
kendi içine dahil, iki başlığı varmış..
Raziye ve Mardiye..
sanırım
Safa
ile Merve
misali..belki olayların yeni farkındalığı ile
tenzih ve teşbihe takılmadan seyredebilmek..o
Sırat-i Müstakiim üzere gidip gidip gelmeler..
aynı hz. Hacer Annemiz gibi
:korku ve ümit ile..bir
kalbin iki parmak arasındaki döndürülüşü gibi heyecanla
ve hareketle…durmak
yasak.. her an yeni bir şen var çünkü..çöl, zemzemle
hayat buldu..vücud-u ev dirildi..beka başladı yanii..ve
bunu TESLİM OLMUŞ bir adam, bir kadın, birde çocuğun
“ah”ları ,yakarışları, garip-yakiinlikleri başlattı..Taktiri
İlahi Düzen böyle diledi..
bu masalın çocuğu küçükken, Haybabamın verdiği ve zorla
okutturduğu masallar-evliya hikayeleri –peygamber
kıssaları ile büyümüş..orada en çok hz İbrahim’in, Hacer
Annemizi bir bebekle o çöle nasıl bıraktığına takıktım
biliyor musun..bunu bir türlü kabullenemiyordum..taa ki
bir hayalin peşine düşene , A’li kitabına dek..senelerce
başka bir şey düşünemeyip, acaba içinde ne yazıyor
merakıyla kıvranmak…ve hayalinde sana onu verene ,gidip
teslim olmak..ve daha o dakka, belki bir zerre ,Hacer
Valide misali elinde bir demet nane öylece çölde
kalakalmak..ne garip değil mi?
Mihmandarım Efendim..kırılmasın üzülmesin..Cömertliğin
Babası…işte
artık anladım ki ..hiçbir vakit, O AnaOğul, orada tek
başlarına değildi..Onlar bunu çok iyi idrak etmişlerdi..bir
Cariye Vakfedilmişti..ama Kime?..Rabbine..Rabbi
kimdi ya ?Sevdiğim..Sevdiğim..neler yazıyorum görüyor
musun…lütfen kaleme muhafaza..(mızrak çuvale girer mi
hiç ?)korkuyorum…
Hurşidimden Mürşidime bir tutinin güncesi:)Sevdiğim…
gelelim kaç haftadır yaşadıklarımdan kıssalara..bence bu
güzel bir bölüm..korkunca buraya, yani
Senden Sana sığınıyorum….
tektaşta dersler başladı..pembecik buraya geldiği için
üç defa gittim…yoksa artık gidebilmem zor gibi..Demirli
hoca şikayetçi..diğer derslerine de muhakkak katılmamı
istiyor..Yunus Emre hakkında bir şeyler anlattı..
güldük.. kimseye anlatmadığını söylediği iki hayali
var..yazayım:) dedim..sakın ha!! dedi.. “beni görmüyor
musun hiç “dedi.. gördüm dedim.. kardeşim:hocam bizi
gördüğü o hayaller nereye ispitleniyor biliyorsunuz
değil mi?.dedi:)…güvenilmeyen biri olmak çok hoş
Sevdiğim..hoca dedi ki :çocuk, ben nereye gidiyorum
böyle.. çocuk:benim gittiğim yere geliyorsunuz
hocam..az evvel derste nefesi anlattınız ya
hani..Rahmanın Nefesinin Makamına tabii..ben sizi
diledim ve masalıma yazdım ya ondan..gülüşünden anladım
ki Sevdiğim, dünden razı(tabii gördüğünün olta-i
cazibesi de var yani:)…..
Cumhuriyet Bayramı -Cami-i Cuma..
derste inanılmaz ailelerden kişiler vardı.. Evvel
Zamanımın hep anlattığı Arabacı İsmail Efendi nin
neslinden birileri. onunla, pembecik ve ben sohbet
ettik..bizim dinlediğimiz Arabacı İsmail Efendi ile
Ankara’da ki kişi aynımı diye..işin içinden çıkamadık
tabii..zamanlar aynı.. mekanlar farklı:). hep merak
edilen bir hayal kişisi vardır ya hani?.O’nu sordum.
onların neşesindeki anlamını öğrendim yaaaa.. yaaaa..((aslında
bu benim tezimi bana göre doğruluyor..her yeni devletin
tanımı vardır ..bir
tabela ismi..ismin
şahsı değil, taşıdığı mana geçerli bence… o şahıs yolun
içinde ve dahil olmasa bile “ismin temsili edeben yolun
başı” sayılır değil mi Sevdiğim..))
ve o gece orada Evvel Zamanımın dostlarından yeni
tanıştığımız Nazlı Hanım Teyze ile evlatları da
vardı..O, Mahmud Sami Ramazanoğlu hz nin talebesiymiş.
biliyor musun ben hz. nasıl tanıdım..Turuk u A’li ..o
incilerden biride O idi…çook sonra resmini görünce
öğrenebildim kim olduğunu..Evvel Zamanım anlatmıştı…
Ahıskalı Ali Haydar Efendisi bu alemden göç edince, O’nu
Mahmut Sami hz. göndermiş..O’da: evladım ,dersinizi
anlatır mısınız? demiş.. Evvel Zamanım anlatmış..Mahmut
Sami Efendi hz de :Siz bitirmişsiniz..Benim Size
verebileceğim bir şey yok..bildiğiniz gibi devam ediniz
demiş..işte Sevdiğim, O’nun hakkında sadece bu kadar
biliyorum..şimdi bir önceki hafta sonuna gidelim
istiyorum.. pembecik ve çocuk, Evvel Zamanın ve
Haybabamın dostu Nazlı Teyzelere gitmişler.. onlar
Allahın koruyup gözettiği ailelerden bence.. iki oğlu
var.. gelinler,torunlar..hepsi ile bir öğleden sonra
geçirdik..Nazlı Teyze tahta tespih hediye etti, birde
beyaz namaz tülbentleri ve bir iki kitap..tespihin
püskülü sarıydı Sevdiğim.. gülümsedim..sarı ne
demek?diye sordum..Nazlı Teyze:sarı velayette son
noktayı simgeler.. ondan sonra biter.. çünkü beyaz gelir
dedi..
evin çocukları ile bizim masalın çocuğu aynı konulardan
hoşlanıyorlarmış Sevdiğim.. bak neler neler
öğrendim…işte konuşuyoruz..büyük oğul daha akılcıymış..o
fikir tohumları atıp, daha sonra onları olgun
eser:)haline getirebiliyor ki ,çocuğa bir torba dolusu
bunlardan hediye etti saolsun.küçük kardeş, gözlerinden
de anlaşılacağı üzere kalbiiymiş..güzel bir karışım
değil mi? Kur an-ı Kerimi notalandırarak ve
renklendirerek cd ye dökebilirlerse onun filmini,
müziğini ve kokusunu duyabileceğimize inandığımı ve bunu
isterlerse yapabileceklerini
söyledim..gülümsediler..işte konuşuyoruz..ilgi
alanlarımız, meraklarımız aynı..
şiddetli- iplik iplik bir yağmurun yağdığı karanlık
Babil’in Asma Bahçelerine tam girecekken, tabeladaki
timsahı ve bir bardak portakal suyu ile uyandırılışımı
anlatıyorum.. bir hafta sonra ise,haris-hırsız
Amerika’nın kendisine, nakit ve tarih mal etmek için
nasıl orayı işgal ettiğini… bunun beni hiç etkilemediği
halde, bir süre sonra, yağmalanmış Babil Müzesini
haberlerde izlerken nasıl tuhaf bir şekilde
ağladığımı-içimin acıdığını-bana ait bir şeylerin orada
olduğunu ve alındığını hissedişimi anlattım..onlarda
,şunları anlattılar Sevdiğim..Babilliler sulama
teknolojisinde öyle ileriye gitmişlerdi ki, bu onların
helakine sebep olmuş..kendi sonlarını kendileri
hazırlamışlar yanii.. çocuk:sera etkisi değil mi?.yani o
yağmurun bir anlamı..çocuklar başlarını salladılar..ve
hep merak ettiği buğdayı..kopyalanmasın diye haşlanmış
bir halde muhafaza ediliyormuş… havaya çizdiler..ve öyle
bir çizim ki Sevdiğim, o günden sonra o buğday hep
gözümün önünde..onun ıslak buğdayi- limon küfü ihtişamlı
iriliği ve ip ip iç gıcıklatan kılçıkları hep gözümün
önünde.. neden?.. bu buğdayı diğer buğdayların arasında
rüzgarda salınırken bile görebiliyorum..neden?ve
çocuklar anlattılar..duyduklarına göre ,her başakta 110
ila 120 arasında dane var deniyormuş ..yaaa…
ve
Sevdiğim, esas haberimiz… neden buraya böyle tesadüfi
bir biçimde geldim?..hiiç
tanımadığım insanlarla hayallerimi konuşuyor ve onlardan
geçmişe ait bir şeyler öğrenip iz sürüyorum…Sen çok
zarif bir Rehbersin.. hep öğrenebileceğim biçimde
öğretiyorsun..bu benim
masonlar ve dervişler
bölümüm için elzem biliyorum .. şimdi neden bunlar
gerekli daha iyi anlıyorum. ve nereye bağlayacağımı da
..teşekkür ediyorum …ve onlara Sümerler ve Eski
Mısırlıların Aşağı Nil’den Yukarı Nil’e “ölmeden evvel
ölme” deneyimlerinin hayalini anlatıyorum..onlar
konuşurken hz İbrahim den bahsediyorlar..ben:”eee ..oda
var tabii “deyince.. o yağmalanan Babil Müzesindeki bir
tabletten bahsediyorlar..inanılmaz bir şey bu Sevdiğim…
inanılmaz bir şey… mail olarak yollamalarını rica
ediyorum. . gelmiyor tabii:)tektaşta tekrar
hatırlatıyorum.. ertesi gün tam vaktinde geldi ve
mektup elimde..şimdi hiiç yormadan Sana onu nakledeceğim
Sevdiğim..sadece
Avram
kelimesine internette baktım..tahmin ettiğim mi? diye..
evet ..O.. ve dönüp diğer çocuklardan, Avram adına
başka bilgi olup olmadığı hakkında malumat istedim ..ve
araştırmışlar,oda geldi..onu
da okuyacaksın..(
onlara çook teşekkür ediyorum.Allah razı olsun..)
*ve
misafirlerin ardından ev sahibelerinden birinin içinden
bir şeyler yazmak gelmiş..aşağıdaki mektuplara ilişik
güzel hislerle yollanmış..Sevdiğim, o yazıdan birkaç
satırı o güzel günün hatırasına kopyalıyorum …
((…İşte
sadece ama sadece her iki tarafında karşılık beklemeden
bütün sevgisini vermesiydi bu. Çok ama çok farklıydı.
Öyle ince, öyle hassas, öyle derin… hani zaman dursa hiç
bitmese denecek bir güzellikti. Böyle insanları bulmak,
yakalamak bir şanstır gerçekten. Size öyle bir şeyler
katarlar ki sizden alıp götürdükleri onların
mutluluğudur. Belki senede bir, belki iki senede bir
görürsünüz birkaç saatliğine ama etkisi çok uzun sürer
böylelerinin dostluğu.))
………
sonra yüksek sesle antik mektubu okudum..AVRAM ın
düşünce tekamüllerindeki O Olgun başaklığına hayran
kaldım..bugün kaç kişi binlerce yıl evvelinin bu
düşüncesine, bu erdemine sahip onu hayal ettim…tabii
mektup bitince ağladım.. şimdi bile iyi değilim
bence..anlatamayacağım bir şey var Sevdiğim… hiç hak
etmiyorum biliyorsun..hiç layık değilim…ama insan
Hamisinin kim olduğunu bilmek istiyor işte..O’na layık
olabilmek..bir gün eğer yine O’nun beklediği O Ev’e
gidebilirsem.. O’na bir hediye götürebilmek
isterdim..hatta geçen yıl yaptığım gibi, O’na yazdığım
şiiri, bu yılda buradan okumak vardı niyetimde..O’na
layık hediye tabii ki ancak O’nun Arş-ı Rahman Olan
Kalbi=LA İLAHE İLLALLAH ve
üzerindeki Fuad Noktası =MUHAMMEDÜNRASULALLAH diye
düşünmekteyim..amma
elle tutulur, gözle görülür olsun dersek eğer, bu
mektubu O’na gözyaşları ile okuduğumu düşünsün lütfen..
Ey Efendim..Hamim..Koruyucum…bugün
milyonlarca hacı size misafirlik ederken, her biri bir
hediye getiriyor biliyorum..benimse verebilecek hiçbir
şeyim yok..gerçekten..biliyorsunuz işte..Size,
tesadüfen!!! böyle tesadüfi bir hac zamanında elime
geçen BU MEKTUBU KALBİMLE OKUDUĞUMU HAYAL EDİNİZ
LÜTFEN…hani o merdivenlerin en alt basamağında..
gördüğü güzelliğin hayranlığından; kendi hantal
kabalığından utanarak ellerini arkasına saklamış
,ayaklarını eteği ile örtmüş o çocuktan..bir daha
hiçbir insanı güzel bulamayacak olandan ….hayattan kopup
gitmiş olandan..taaa ki Sevdiğim Seni görene dek…bu
mektubu yüreğim çığlık çığlığa Size okuduğumu hayal
ediniz lütfen..Teşekkür
ediyorum Efendim..
((NOT:Sevdiğim, arkadaşım Öney hacca gidiyor.. bu masalı
orada, Dost’ a okumasını istedim.sevinçle kabul
etti..rica etsem arkadaşıma yolculuğunda eşlik eder
misin lütfen..ve teşekkür ediyorum..Seni
Seviyorum..))
*******************
AVRAM ve MALKİZEDEK ARASINDAKİ MEKTUPLAŞMALAR*
Terah’ın oğlu Avramdan, Salem Kralı Malkizedeke.
Kardeşim Avram nasılsın ?
Hakkında birçok övgü dolu söz duydum ve şanın
kulaklarıma kadar geldi. Yoldan geçenler diyor ki :
Ur’dan bir adam geldi, şimdi Haran’da, sözleri gizemli,
inancı bir bilmece gibi. İki Nehrin tanrılarına
güvenmiyor. Mısırın tanrılarından da ümidi yok.
Atalarının tanrıları ile alay ediyor, şehir tanrıları
ile dalga geçiyor. Sadece bir tanrıdan bahsediyor.
Benzeri olmayan. Böyle anlatıyorlar işte, gözleri
faltaşı gibi açılmış. Evren’de bir tek tanrı mı ? Böyle
birşey duyulmuş mudur ? Peki göklerde, yerde, göklerle
yer arasında, toprağın altında ve sularda olan tanrılara
ne olacak ? İki, üç ve hatta dört olmadıkça bu ‘’tek’’
fikrinin ne anlamı var ? Tamamen manasız değil mi ?
Garip bir doktrin –
Öyle diyorlar. Ve doğrusunu istersen, ey Avram, ben de,
kalbimin derinliklerinde, yaymaya çalıştığın bu doktrini
anlamış değilim.
Salem şehrinde Kralım ben ve en yüce tanrının, gökler ve
dünyanın hakiminin, rahibiyim. Ona ne ad vereceğimi
bilmiyorum çünkü O, en yüce tanrıdır. Neye benzediğini
bile hayal edemiyorum, çünkü bilmiyorum. Kenaan’ın
tanrıları boldur. Eski ve yeni, göklerde ve yerde, doğu
tanrıları ve Mısır tanrıları. Ancak Salem, diğer
tanrılara da hükmeden, en yüce tanrının evi. O, göklerin
ve dünyanın sahibi. O, Kenaan dilinde söylendiği gibi
gümüşle satın alarak değil, Kenaanlılardan önce bu
topraklarda bulunan Eberlerin diliyle‘’yaratarak’’ sahip
olmuştur. Bir ustanın aletlerine şekil verdiği gibi,
yüce tanrı da göklere ve dünyaya – ve içindeki bütün
tanrılara – şekil vermiştir.
Ve şimdi yalvarıyorum, ey yüce Ur’dan gelen Terah’ın
oğlu Avram, bana , kardeşine ve hizmetkarına, Salem
Kralı ben Malkizedek’e bilgi ver : Kim bu hizmet ettiğin
göklerin ve dünyanın tanrısı ? Hakkında o kadar
konuşulan bu ‘’tek’’ nicedir ?
İttifak teklifi –
O’nu tanımıyorum fakat kalbimde hissediyorum. Eğer bana
öğretmek, beni bilgilendirmek istiyorsan yalvarırım bana
cevap ver. Ve eğer yüce varlığın beni kral eylediği bu
ülkeye gelirsen, bilesin ki evim ve kalbim her zaman
için sana açık olacaktır. İşte o zaman Terah’ın oğlu,
yüce tanrının rahibi Avram, Salem Kralı, en yüce
tanrının rahibi Malkizedek’in yoldaşı ve müttefiği
olacaktır.
Avram’ın Cevabı
Terah’ın oğlu Avram’dan Salem Kralı Malkizedek’e
Kutsanmış ol, ey yüce tanrının rahibi Malkizedek. Ur’dan
çıkıp Haran’a gittiğimde ünün kulaklarıma geldi ve
Malkizedek hakkında birçok iyi şeyler duydum. Kenaan
tanrıları ve Amorit tanrıları hakkında bilgi toplamaya
çalıştım. Yeriho’da oturan Habirular ise bana şunları
anlattı :
Salem’de bir kral oturuyor. En yüce tanrının rahibi. Bu
tanrı ki kaos ve şekilsizlikten sahibi olduğu gökleri ve
dünyayı yarattı. Bu sözleri başkalarından duydum. Şimdi
ise kendi sözlerin bana bir tablet üzerinde oyulmuş
halde ulaştı. Ey Malkizedek, Terah’ın oğlu Avram’ın
sözlerine kulak ver.
Ra, Tot, Enlil ... –
Sümer tanrılarını tanıyorum ve Akat tanrılarını
inceledim. Ra’yı ve Tot’u da biliyorum. Mısırlı bilge
adamlar beni eğitti. Osiris’in sırlarını öğrendim. Enlil
bana açıklandı. Bütün tanrılar, büyük küçük, iyi veya
kötü, hepsi hakkında bilgim var. Güçleri göklerde ve
yerin altında. Doğarlar, ölürler, kaybolurlar ve bir gün
sonra yeniden yaratılırlar.
Peki hayatı ve ölümü kim ihsan etti ? Tanrıların bile
uymak zorunda kaldığı göklerin ve dünyanın kurallarını
kim düzenledi ? Sonsuz sayıda yıldız gördüm. Bir düzen
ve bir kural içinde hareket ediyorlar. Başlangıçta var
olandan ve tanrı tohumunun ekildiği ortamdan ortaya
çıkan ‘’en yüce’’ tanrı nasıl olabilir ? Eğer kader onu
da idare ediyorsa bu tanrı nasıl herşeyin babası
olabilir ?
Güneşin batışını izledim ve ayın ışıklarının çekildiği
anı gördüm. Tanrılar unutulur, yerine yenileri
yaratılır. Hepsinin bir adı var ve onlar insanoğlu
tarafından şekillendirilmiştir.
Herşey bir oldu –
Ve işte gece oldu, karanlığın korkusu üstüme sindi,
gözlerim görmüyor kulaklarım işitmiyordu, herşey
şekilsiz bir hale dönüştü, bütün evler ortadan kayboldu
: Herşey kuralsız ve sınırsız bir şekilde bir oldu. Her
yeri karanlık kapladı, sadece havada bir ruh
dolaşıyordu. Korku ve dehşet sardı beni, istediğim
oluyordu.
İşte o anda yüce ve en güçlü Allah’ın bana göründüğünü
anladım. Tanrılar arasından bir tanrı değil, oğul değil,
baba değil : O, tektir ve O’ndan başka yoktur. İsmi
yoktur. Dişi veya erkek değildir. İnsan modelinin
üstünde bir varlık olduğu için doğurmaz ve çocuk sahibi
olmaz.
İşte bana görünen Allah, beni çağıran Evren’in sahibi.
Bütün topraklardan daha yücedir, çünkü onları O
yaratmıştır. Doğum ve hayat kurallarının üstündedir,
çünkü onları O ilan etmiştir. Bunu gördüm ve bildim :
Bana seslenen Bir’di.
Ve işte o anda ülkemi terkettim. Ruhum doğum yerimden
uzaklara yükseldi. Babamın tanrılarını geride bırakarak
yola çıktım. Buradaki bütün gök ve yer tanrıları benim
için taş ve tahta gibi. Herşeye kadir Allah, sonsuzluğun
Allah’ı, O, tektir ve görünmeyen eli ile bana yol
gösterir. O’na hizmet edeceğim, O’nun emirlerini yerine
getiren gök ve toprak güçlerine değil. Beni nereye
yönlendirirse oraya gideceğim. Bana ne emir verirse onu
yapacağım.
İşte benim Allah’ım O’dur, onu görmesem de, arada bir
beni şaşırtsa da, ey Salem Kıralı Malkizedek, ben O’nun
‘tek’liğine inanacağım.
Şehrin Salem’in duvarlarının içinde barış olsun ey
Malkizedek. Kutsanmış ol !***
Eski Ahit/Tekvin/BAP 11
-
Başlangıçta dünyadaki bütün
insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri
kullanırlardı.
-
Doğuya göçerlerken Şinar
bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler.
-
Birbirlerine, "Gelin, tuğla
yapıp iyice pişirelim" dediler. Taş yerine tuğla,
harç yerine zift kullandılar.
-
Sonra, "Kendimize bir kent
kuralım" dediler, "Göklere erişecek bir kule dikip
ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız."
-
RAB insanların yaptığı kentle
kuleyi görmek için aşağıya indi.
-
"Tek bir halk olup aynı dili
konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre,
düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel
tanımayacaklar" dedi,
-
"Gelin, aşağı inip dillerini
karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar."
-
Böylece RAB onları yeryüzüne
dağıtarak kentin yapımını durdurdu.
-
Bu nedenle kente Babil adı
verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada
karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına
dağıtmıştı.
-
Sam'ın soyunun öyküsü: Tufandan
iki yıl sonra Sam 100 yaşındayken oğlu Arpakşat
doğdu.
-
Arpakşat'ın doğumundan sonra
Sam 500 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları
oldu.
-
Arpakşat 35 yaşındayken oğlu
Şelah doğdu.
-
Şelah'ın doğumundan sonra
Arpakşat 403 yıl daha yaşadı. Başka oğulları,
kızları oldu.
-
Şelah 30 yaşındayken oğlu Ever
doğdu.
-
Ever'in doğumundan sonra Şelah
403 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
-
Ever 34 yaşındayken oğlu Pelek
doğdu.
-
Pelek'in doğumundan sonra Ever
430 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
-
Pelek 30 yaşındayken oğlu Reu
doğdu.
-
Reu'nun doğumundan sonra Pelek
209 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
-
Reu 32 yaşındayken oğlu Seruk
doğdu.
-
Seruk'un doğumundan sonra Reu
207 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
-
Seruk 30 yaşındayken oğlu Nahor
doğdu.
-
Nahor'un doğumundan sonra Seruk
200 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
-
Nahor 29 yaşındayken oğlu Terah
doğdu.
-
Terah'ın doğumundan sonra Nahor
119 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu.
-
Yetmiş yaşından sonra Terah'ın
Avram, Nahor ve Haran adlı oğulları oldu.
-
Terah soyunun öyküsü: Terah
Avram, Nahor ve Haran'ın babasıydı. Haran'ın Lut
adlı bir oğlu oldu.
-
Haran, babası Terah henüz
sağken, doğduğu ülkede, Kildaniler'in Ur Kenti'nde
öldü.
-
Avram'la Nahor evlendiler.
Avram'ın karısının adı Saray, Nahor'unkinin adı
Milka'ydı. Milka Yiska'nın babası Haran'ın kızıydı.
-
Saray kısırdı, çocuğu
olmuyordu.
-
Terah, oğlu Avram'ı, Haran'ın
oğlu olan torunu Lut'u ve Avram'ın karısı olan
gelini Saray'ı yanına aldı. Kenan ülkesine gitmek
üzere Kildaniler'in Ur Kenti'nden ayrıldılar.
Harran'a gidip oraya yerleştiler.
-
Terah iki yüz beş yıl
yaşadıktan sonra Harran'da öldü
Kahin
Kral Malkizedek’in kutsal mihrabının olduğu yer ve
Aravna’nın harman yeridir. Süleyman tapınağı, Mescidi
Aksa
(*alıntıdır) |