Araştırmalar, çocukluğun
ilk yıllarında aktarılan - kazandırılan tutum ve davranışların ömür boyu kalıcı
olduğunu gösteriyor. Sonradan karşılaşılan farklı sosyal ve kültürel etkiler
kişileri değişime zorlasa dahi kişi direnebilmekte veya sonraki etkilenmeler
onun özüne pek dokunamamaktadır. Bir arının diyar diyar, çiçek çiçek dolaşıp,
eninde sonunda bal kovanına döndüğü gibi, insanoğlu da hayatının ilk yıllarında
edindiği değerlerine bağlı kalmakta. Ama bunun bir şartı var: Bu temel değerler
çocuğa “bal” gibi sunulur ve “bal kovanı” gibi bir ortamda verilirse.
Bütün anne-babalar kendilerine şu soruyu soruyorlardır: Acaba çocuklarımızın iyi
birer insan olması için üstümüze düşen vazifeleri yeterince yapıyor muyuz?
Yoksa onları “nasıl olsa zamanı gelince kendileri doğru yolu bulur, öğrenir”
diye düşünerek başıboş mu bıraktık?
Yaşadığımız dünyada, çocuklarımızı nice risk ve tehlikelerin beklediğinin
farkındayız. Şayet onları bizimle aynı yolda gitmeye alıştırmazsak, eğitmezsek,
bize yabancı değerlerin girdabında çocuklarımızı kaybedebiliriz. Üstelik bu
kayıp günümüzde sadece manevi kayıp olarak da kalmayabiliyor. Çocuklarımızın
canına kasdetmeye hazır tuzakları gazetelerde, televizyonlarda her gün görüp
duruyoruz.
Çocuklarımıza güzel dinimizin değerlerini aktarma çabasında, içinde bulunduğumuz
şu mübarek günlerin çocuklarımızı oruç ibadetine alıştırma zamanı olduğunu
hatırlatalım. Üstelik onlar gerçekten şanslılar; çünkü günler yılın en kısa
günleri ve mevsim olarak da son derece müsait bir zamandayız. Onları zorlayacak
kavurucu sıcaklar yok. Ne güzel değil mi?
Hemen belirtelim, burada çocuklara farz olmadığı halde oruç tutturmaktan değil,
oruç ibadetini kavratabilmek, sevdirmek ve alıştırmaktan söz ediyoruz. Yani
içinde bulunduğumuz rahmet iklimini acı bir ilaç gibi değil, bal gibi sunmaktan
söz ediyoruz. Hiç şüphe yok, bu konuda farklı yaş gruplarındaki çocuklar için
farklı izahlar ve uygulamalar gereklidir.
Normal bir aile ortamında anne-babaların çocuklarını ibadetlere özendirici tutum
ve davranışları kolayca bulabileceklerini varsayarak, biz birkaç noktayı
hatırlatmakla yetinelim.
Hassasiyet... En fazla çocuklara
Çocuklar yanlış veya istenmeyen şeyler yaptıkları zaman, hemen yaptığının günah
olduğu ve Allah tarafından cezalandırılacağı söyleniverir. Belki de bir daha
yapmaması için böyle söylemek gerekiyor gibi gelse de, çocuğumuzu günahla
korkuturken çok dikkatli ve titiz olmamız gerekir. Sık sık bu yola baş
vurulduğunda, çocuğun zihninde insanı kısıtlayan, hayatı zehir eden bir din
imajı canlanacaktır. Oysa gerçekte çocuk, Allah katında davranışlarından henüz
sorumlu değildir. Bunu unutmamamız gerekiyor.
Bu konuya bağlı olarak yapılan diğer bir hata da, çocukların “küçüksün” diye
sevap işlemesinin ve ibadet etmesinin teşvik edilmemesidir. Yaşı ve bünyesi
uygun bir çocuk oruç tutmak istediğinde, ibadetinin geçerli olmayacağı, boşu
boşuna aç kalmaması söylenirse çocuğun şevki kırılmaz mı? Allahu Tealâ’nın,
kendini muhatap bile kabul etmediğini, hiçe saydığını düşünmez mi? Yazık ki çok
sayıda anne-babanın bu hataya düştüğünü görmek mümkün.
Biz yetişkinler, genel olarak Rabbimiz’in emirleri konusunda gerekçe ve ispata
ihtiyaç duymayız. Ancak, bir çocuk “niçin oruç tutmalıyım?” diye sorduğunda
“Allah böyle emrettiği için” şeklinde bir cevap alırsa büyük ihtimalle tatmin
olamaz. Onlarla konuşmalı ve oruç ibadetinin kazandırdığı irade, sabır, akılda
tutma, nefs hakimiyeti, öz denetim, paylaşma, sahip olunanların değerini anlama,
şükretme gibi önemli özellikleri izah etmeye çalışmalıyız. Bunun yanında dinin
sadece bir kültür ve bilgi değil, aynı zamanda bir yaşama biçimi olduğu
bilincini de aşılamaya çalışmalıyız. Tabii sadece lafla değil, önce kendimiz
yaşayarak.
Çocuklarımıza ramazan ayında, pek çok yönden diğer zamanlardan daha iyimser ve
şefkatli bir ortam sunmak için çabalamalıyız. Bu güzel rahmet ayında
çocuklarımıza karşı asla açlık başımıza vurmuşçasına asabi, telaşlı, hoşgörüsüz
davranmamak gerekir. Aksi durumda ibadetlerin insan üzerinde uyandırdığı ulvi
hisleri, güzel duygu ve düşünceleri onlara kabul ettirmekte hiç şansımız
kalmayabilir.
Çocuklar, annelerinin sabahtan akşama kadar iki ayağı bir pabuca girmişcesine
telaşlı hallerine bakıp, orucun mükafatını sadece iyi bir akşam ziyafeti olarak
algılamamalıdır. Ekonomi istatistikleri genelde ramazan ayında enflasyonun
yükselişe geçtiğini gösterir. Bu durum, insanoğlunun gözünün doymazlığından
kaynaklanıyor olabilir mi? Veya diğer bir deyişle, iftar sofralarını binbir
çeşit ve pahalı yiyeceklerle donatmak zorunlu mudur? İsraf konusunda hassasiyet
göstermeliyiz. İftar sofralarında dost ve akrabalarla paylaşılan bir bayram
havası estirmek, emin olun çocukları pahalı yiyeceklerden daha çok mutlu eder.
Bundan, iftar sofrasında çocukları sevdikleri yemeklerden mahrum bırakmak
anlaşılmamalıdır.
Büyükler, oruç tutan çocuklarla onur duymalı, onları ödüllendirilmelidir. Oruç
ibadetinin özünü kavrayamayan çocuklar, bayram etmenin manevi hazzını da
tadamazlar.
Hangi yaşta oruç?
Tabiidir ki, okul öncesi yaşlardaki çocuklara oruç tutturmak uygun değildir.
Sahura kaldırılabilir, 2-3 saatlik veya yarım günlük denemeler yaptırılarak tam
gün tutmuşçasına sevindirilebilir. 7-10 yaşlarındaki çocukların sağlık durumları
müsaitse, hiç olmazsa hafta sonları veya bir-kaç gün oruç tutturulabilir. 10-13
yaşlarda ise, oruç ibadeti daha ciddiye alınmalıdır. Çünkü bu yaşlar ergenliğin
başlangıcıdır ve artık ibadet sorumluluğu da başlamaktadır.
Lise çağındaki çocuklarımıza, yaşları uygun olduğundan oruç tutmak farzdır. Ne
var ki dersler bahane edilerek çocuklar yanlış yönlendirilebilmektedir. Oysa
oruç tutmanın zekâ veya başarı azalmasıyla hiçbir ilgisi yoktur. Sadece evde
ders çalışma saatleri yeniden düzenlenebilir. Sizler yine de sahur yemeklerinde
çocuklarınıza bolca komposto veya hoşaf içirerek açlık dirençlerini arttırın.
Çünkü insan beyni iki temel gıda ile çalışır. Şeker ve oksijen.
Çocuktan, bir yetişkin olgunluğu da beklenmemelidir. Sık sık eleştirerek,
hataları hatırlatılarak çocuk bunaltılmamalıdır. Bu kural özellikle ibadetlere
alıştırma aşamasında çok önemlidir.
Çocuğun oruç ile birlikte namaza alıştırılması da, üzerinde durulması gereken
önemli bir noktadır. Beş vakit namaz kılmasalar da, çocukların babayla birlikte
teravih namazına gitmesi teşvik edilebilir. Teravihte camiye giden çocuklar, yer
darlığı veya gürültü gibi sebebiyle asla dışarı çıkmaya zorlanmamalıdır.
Çocukların cemaati rahatsız eden davranışları olabilir. Yetişkinler yine
sabırlı, hoşgörülü davranmalı, çocukları şefkatle aralarına alarak grup
psikolojisi içinde şımarmalarına engel olmaya çalışmalıdır. Bu noktada tüm
çocukların bizim olduğunu, hepsinden sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız.
Çünkü onlar geleceğin toplumunu oluşturacaklar.
Evet; başta değindiğimiz gibi çocuklarımızı terbiye ederken, onlara güzel
değerlerimizi aktarırken, dünyadaki en ciddi görevlerden birini yaptığımızı
dikkate almamız gerekiyor. Çocuklarımızı önce biz eğitemezsek, bize
yabancılaştılar diye şikayet etmeye hakkımız olabilir mi?
|