Kayıt için burayı tıklayın



(Bu Yazı 13 Aralık 1999 tarihli Akşam Gazetesinde yayınlanmıştır.)


ebilerin zirve ismi, Allah'ın kulu ve Resulü, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş, çıplak uyarıcı Hz. Muhammed'in (s.a.v) bâtın ve zahir yönlü hayatına dair bildiklerimiz, bilmediklerimizin yanında inanın, çok az bir yer tutmaktadır. Zaman ve şekilden bağımsız olan yaşam biçimi derinlemesine incelendiğinde, ruhsal yönünü ilgiendiren çalışmalarının "tapınmaya" ait olmadığı görüldüğü gibi, giyinişinden oturuş kalkışına, yiyip içtiği şeylerin seçimine dek, tüm uygulamalarının da aslında ruhsal yapısıyla ilintili olduğu izlenmektedir.

Örneğin "Dünyada insanların en çok doymuş olanları, Kıyamet gününde en çok aç kalacaklar" Hadisi; beslenmede aşınya kaçmanın zihinsel yapı üzerindeki etkilerini çok geniş bir plan ve vadede düşündürmektedir. "Her iştiha duyduğunu yemen israftandır" diyerek de söz konusu anlayışı pekiştirmiştir.

Burada israfın, yenen değil, yiyen yönünde olduğunu hatırlatmak isterim. Zira, gereğinden fazla gıda almak, beyne zarar vermektedir ve beynin asıl gayesinin dışında, hammadde girdileriyle uğraşması israftır.

Az yemeyi salık vermekle birlikte, bazı öğünlere, özellikle akşam yemeklerine özen gösteren Efendimiz, "Akşam yemeğini bırakmayın, bir avuç hurma ile de olsa akşam yiyin. Çünkü akşamın terki insana-(erken) ihtiyarlık getirir" demektedir. .

O'nun asla değerlendiremeyeceğimiz yaşantısında, fizyolojik yapısının ve şuur düzeyindeki potansiyelinin bir anlamda beslenme şekli ile ilgisi bulunduğu, kendi ifadelerinden açıklık kazanmaktadır.

Şartları çok iyi etüt edip uygulayan Hz. Resûlullah, bu nedenle, tek tip besin üzerinde israr ederek, diğerlerini men etme gibi bir davranış içine girmezdi.

Bölgesel koşullarda bulunabillen her türlü gıdayı bünyesinde uygun olacak şekilde alır; dengelenmesi gereken bir özellik olduğunda, onu alternatifli bir yiyecekle kırarak bedeninde gerekli şartları oluştururdu. Nitekim, hurmanın sıcaklığını karpuzla dengeler, şayet zıt bir yiyecek yoksa, yediğinden asgari düzeyde faydalanırdı.

Kesinlikle, balık, et ve asitli yiyeceklerle sütü; aynı özellikteki (örneğin soğukların, sıcakların, tatlı, peklik ya da ishal yapıcı, katı, sıvı gibi) yiyeceklerin ikisini aynı öğünde bulundurmaz; çabuk ve geç sindirilen, peklik ve ishal yapan, kızartma ile haşlama gibi farklı yiyecekleri de bir arada yemezdi. Aşırı derecede sıcak ve bir gün önce pişip geceleyen, ertesi gün ısıtılan yemeği de tavsiye etmemiştir.

Hurma, helva ve balı glikoz temini için pek sever, ekmeği az ve bulabildiği bir katıkla yerdi. Hz. Enes İbn-i Malik radıyallahu anh anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm "Katığınızın efendisi tuzdur" buyurdular. Et için de "dünyada ve ahirette insanların yiyeceklerinin efendisidir" demiştir.

Asla, bir yiyeceğe kusur bulmamış, insanları incitmeden, hassas, hoşgörülü bir şekilde davete icabet etmiştir. Kendisine kızartılmış kertenkele sunulduğunda, "haram değil; ama kavmimin alışkanlıklarından değil"  diyerek nazikçe konumunu dile getirmiştir. Yediklerinin yanı sıra, yeme şekline de dikkât etmiş; "Ben ancak bir kulun oturduğu gibi oturur ve bir kulun yemek yediği gibi yemek yerim" demiştir.

Sofrada, sol dizini bükerek midesinin iç kısmına gelecek ve dış baskı yapacak şekilde oturuşu, erken doyma hissini sağlama amacına dönüktür.

Yemek sırasında üç parmağını kullanmıştır. Lokmaları tutuş bakımından en uygun olan bu şekli, yiyeceklerdeki enerjiyi absorbe eden metal çatal-bıçak kullanmaktan daha faydalı olduğu ve ayrıca lezzetini bozmadığı için tercih ettiği anlaşılmaktadır. Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anhüma anlatıyor:

Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm, "Her biriniz sağ eliyle yesin, sağ eliyle içsin, sağ eliyle alsın, sağ eliyle versin. Zira şeytan sol eliyle yer, sol eliyle içer, sol eliyle verir, sol eliyle alır" buyurdular.

Hz. Ali radıyallahu arıh anlatıyor; "Resûlullah Aleyhissalâtu Vesselâm, sofra kaldırılıncaya kadar yemeğin başından kalkılmasını yasakladı."

O, doyduktan sonra hemen uyumayı uygun görmemiş böyle yapmanın kalbi kararttığından bahsetmiştir. Akşam yemeğinden sonra yürümeyi, ardından da namazı önermiştir.

Dengeli beslenmeye olduğu kadar, beynin tam kapasiteyle mânâ alemine açılımına köprü olan Oruç kavramına da önem veren Resûlullah Efendimiz, bu konuda bizlere sayısız Hadis bırakmıştır. İşte onlardan bazıları:

"Oruç tutunuz ki sağlık bulunuz."

"Kim oruçluyu bir hurma ile iftar ettirir ise veya bir içecek su ile veya tadımlık bir süt ile iftar ettirir ise, Allah ona aynı sevabı verir."

"Cennet'te er-Reyyan denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan kıyamet gününde yalnız oruç tutanlar girer." "Mümin öldüğü zaman, namazı başucunda, sadakası sağında, oruç göğsünde bulunur."

Bütün anlatılanların ışığında, sağlıklı beslenme ile orucun ayrılmaz bir bütün olduğunu söyleyebiliriz. Her sözü ve davranışı ayrı bir hikmete dayalı olan Allah Resûlü'nün bu konudaki tavsiyelerini de değerlendirebilenlerden olmayı dileriz.

Ahmet F. Yüksel  

 


Üst Ana sayfa e-mail