iyolojik
anlamda beslenme; canlıların, yaşamlarını devam ettirebilmeleri;
büyüme, gelişme ve üremeleri için gereken enerjiyi, kendilerinin
üretemediği temel yapı taşlarını, kimyasal cevherleri çevreden
sağlamaları şeklinde
ifade edilebilir.
İnsanlar,
enerji kaynağı olarak organik maddeleri kullanırlar. Bunlar;
karbonhidratlar, proteinler ve yağlar şeklinde gruplandırılabilir.
Alkol de sindirilince enerji verir. Ancak, yan etkileri dolayısı ile
beslenme listesi içinde yer almaz.
Yaklaşık,
1 gr. karbonhidrattan ve 1gr. proteinden 4 , 1 gr. yağdan da 9 kalori
elde edilmektedir.
Karbonhidratlar;
en çok tüketilenler kategorisindedir. Gelişmiş ülkelerde günlük
enerjinin ortalama yüzde ellisi karbonhidratlardan gelirken, gelişmekte
olan ülkelerde oran, yüzde yetmişi aşabilir.
Kanda
dolaşan başlıca yakıt, glikozdur. Beyin gibi bazı organlar, başka
bir yakıtı hemen
kullanmazlar.
Açlık sırasında beyin; diğer organlara giden
glikozun çoğunu durdurarak kendine alır
ve sistemini korur. Bu durum, öncelik hakkı gibi düşünülmemelidir.
Ana prensip, uçaklarda acil durumda maskeyi önce annenin kendine,
sonra çocuğuna takması ile aynıdır.
Proteinler
de gerekli enerjinin sadece yüzde on beşini sağladıklarından,
genelde kalori kaynağı şeklinde düşünülmezler. Çünkü,
sindirilmeleri ve yakılmaları sırasında harcanan enerji,
verdiklerinin yüzde otuzuna kadar ulaşabilir. Esasında proteinler,
hücre ve dokuların yapı taşları olmak üzere görev alırlar. Aynı
zamanda, enzim ve hormonların yapımı için de gereklidirler.
En
yoğun enerjiyi yağlar sağlamaktadır. Kimyasal açıdan “doymuş”
ve “doymamış” diye ikiye ayrılırlar. Doymuş yağ asitleri,
hayvansal besinlerde, doymamış olanları da bitkisel gıdalarda
bulunur. Sağlık yönünden en uygunu, doymamış
yağlar kullanmaktır.
İnsanlar,
günlük enerji gereksinimlerini acıkma ve doyma duyuları ile
ayarlarlar. Bu duyuların merkezleri çift olarak hipatolamusa
(Beyinde bazı metabolik faaliyetleri organize eden, başta hipofiz
olmak üzere iç salgı bezlerinin çalışmasını düzenleyen, ayrıca
vücut ısısını kontrol altında tutan bölüm ) yerleşmiş
durumdadır ve Organik hipotalamik hastalıklarda harap olabilirler.
Bazı
fizyolojik koşullarda acıkmanın artması, hipotalamusun
hormon seviyesinin etkilenmesi iledir. (açık havadaki oksijen
artışı, süt verme, adet öncesi hormonlardaki değişiklikler...)
Söz
edilen enerji kaynaklarının bedene dengeli ve sağlıklı biçimde
alınmasının yanı sıra, beynin tam kapasiteyle çalışması ve
organların dinlenebilmesi için, zaman zaman girdileri kısıtlamak
da gerekebilir.
Oruç
olarak da adlandırılan bu yöntem, hem tıbbın hem de mistisizmin
tavsiye ettiği bir uygulamadır.
Binlerce
yıldır birçok dinde ve önemli zihinsel çalışmalara hazırlanan
düşünürlerce değişik usullerle tatbik edilmiştir.
Gün
doğumuna yakın bir saatte başlayıp, akşam vaktine kadar geçen sürede
bedene besin girişini engelleme şeklinde yerine getirilen oruçta,
beslenme biçimi de tabidir ki, her zamankinden farklılık gösterir.
Belirlenen
zaman boyunca, katı ya da sıvı
gıda almadan günlük işlemlerini sürdüren bedenin ihtiyaçları,
iftar ve sahur yemeklerinde, beyinsel işlevleri aksatmayacak biçimde
temin edilmelidir.
Uzun
süren açlığın ardından yenilen ilk yemekte, beyne hızlı glikoz
ulaştıran şekerli yiyecekler alınmamalıdır. Çünkü, ani yükselen
kan şekerine karşılık salınan insülinin ardından, hemen
kan şekerinde düşme yaşanır. Yemek sonrası rehavetin
nedeni, sözü edilen biyokimyasal olaydır. Karbonhidratların
kana karışımı ise, şekere oranla daha kontrollüdür.
Bir
anda aşırı yüklenme ile mide doldurulmamalı ve şişirilmemelidir.
Böyle yapılırsa, vücutta genel bir rahatsızlık meydana geldiği
gibi, zihinsel etkinlikler de kelimenin tam anlamı ile atıllaşmaktadır.
Aynı
şekilde, sahur yemeğinde, gün boyu ihtiyaç duyulacak sıvı ve
protein gereksinimi ön planda olmalı , karbonhidratlar uyku ve uyuşukluk
verdiği, düşünsel fonksiyonları engellediği için, sınırlı
veya az miktarda tüketilmelidir.
Her
iki öğünde yani iftar ve sahur vakitlerindeki yemeklerde, yağlar
dengeli miktarda kullanılmalıdır.
Yine sahurda, gün boyu sürecek faaliyetler için bal; elektrolit
dengesi için tuzlu yiyecekler (zeytin vb..) alınabilir.
(ancak, tuzlu gıda, susama hissi vereceğinden fazla önerilmez.
iftarda alınması daha uygun olur.)
Genel
hatları ile, böyle bir yöntem , vücudun ihtiyaçlarını karşıladığı
gibi, beynin işlevlerini de düzenleyecektir.
Yaşamın
her safhasında geçerli olan sisteme uygun şekilde yapılan
beslenme, yararlı çalışmalar
için gerekli zemini kendiliğinden temin edecektir.
Ahmet
F. Yüksel
&
Dr.
Nebahat Özdemir
İstanbul - 18 Ocak 2000
|