Kayıt için burayı tıklayın



(Bu yazı aylık Popüler Bilim Dergisinin Ocak 2000 sayısında yayınlanmıştır.)


iyolojik anlamda beslenme; canlıların, yaşamlarını devam ettirebilmeleri; büyüme, gelişme ve üremeleri için gereken enerjiyi, kendilerinin üretemediği temel yapı taşlarını, kimyasal cevherleri çevreden sağlamaları  şeklinde ifade edilebilir.
İnsanlar, enerji kaynağı olarak organik maddeleri kullanırlar. Bunlar; karbonhidratlar, proteinler ve yağlar şeklinde gruplandırılabilir. Alkol de sindirilince enerji verir. Ancak, yan etkileri dolayısı ile beslenme listesi içinde yer almaz.

Yaklaşık, 1 gr. karbonhidrattan ve 1gr. proteinden 4 , 1 gr. yağdan da 9 kalori elde edilmektedir.
Karbonhidratlar; en çok tüketilenler kategorisindedir. Gelişmiş ülkelerde günlük enerjinin ortalama yüzde ellisi karbonhidratlardan gelirken, gelişmekte olan ülkelerde oran, yüzde yetmişi aşabilir.

Kanda dolaşan başlıca yakıt, glikozdur. Beyin gibi bazı organlar, başka bir yakıtı  hemen kullanmazlar.
Açlık sırasında beyin; diğer organlara giden glikozun çoğunu durdurarak kendine alır ve sistemini korur. Bu durum, öncelik hakkı gibi düşünülmemelidir. Ana prensip, uçaklarda acil durumda maskeyi önce annenin kendine, sonra çocuğuna takması ile aynıdır.

Proteinler de gerekli enerjinin sadece yüzde on beşini sağladıklarından, genelde kalori kaynağı şeklinde düşünülmezler. Çünkü, sindirilmeleri ve yakılmaları sırasında harcanan enerji, verdiklerinin yüzde otuzuna kadar ulaşabilir. Esasında proteinler, hücre ve dokuların yapı taşları olmak üzere görev alırlar. Aynı zamanda, enzim ve hormonların yapımı için de gereklidirler.

En yoğun enerjiyi yağlar sağlamaktadır. Kimyasal açıdan “doymuş” ve “doymamış” diye ikiye ayrılırlar. Doymuş yağ asitleri, hayvansal besinlerde, doymamış olanları da bitkisel gıdalarda bulunur. Sağlık yönünden en uygunu, doymamış yağlar kullanmaktır.

İnsanlar, günlük enerji gereksinimlerini acıkma ve doyma duyuları ile ayarlarlar. Bu duyuların merkezleri çift olarak hipatolamusa (Beyinde bazı metabolik faaliyetleri organize eden, başta hipofiz olmak üzere iç salgı bezlerinin çalışmasını düzenleyen, ayrıca vücut ısısını kontrol altında tutan bölüm ) yerleşmiş durumdadır ve Organik hipotalamik hastalıklarda harap olabilirler.
Bazı fizyolojik koşullarda acıkmanın artması, hipotalamusun  hormon seviyesinin etkilenmesi iledir. (açık havadaki oksijen artışı, süt verme, adet öncesi hormonlardaki değişiklikler...)
Söz edilen enerji kaynaklarının bedene dengeli ve sağlıklı biçimde alınmasının yanı sıra, beynin tam kapasiteyle çalışması ve organların dinlenebilmesi için, zaman zaman girdileri kısıtlamak da gerekebilir.

Oruç olarak da adlandırılan bu yöntem, hem tıbbın hem de mistisizmin tavsiye ettiği bir uygulamadır.
Binlerce yıldır birçok dinde ve önemli zihinsel çalışmalara hazırlanan düşünürlerce değişik usullerle tatbik edilmiştir.
Gün doğumuna yakın bir saatte başlayıp, akşam vaktine kadar geçen sürede  bedene besin girişini engelleme şeklinde yerine getirilen oruçta, beslenme biçimi de tabidir ki, her zamankinden farklılık gösterir.
Belirlenen zaman boyunca, katı ya da sıvı gıda almadan günlük işlemlerini sürdüren bedenin ihtiyaçları, iftar ve sahur yemeklerinde, beyinsel işlevleri aksatmayacak biçimde temin edilmelidir.
Uzun süren açlığın ardından yenilen ilk yemekte, beyne hızlı glikoz ulaştıran şekerli yiyecekler alınmamalıdır. Çünkü, ani yükselen kan şekerine karşılık salınan insülinin ardından, hemen kan şekerinde düşme yaşanır. Yemek sonrası rehavetin nedeni, sözü edilen biyokimyasal olaydır. Karbonhidratların  kana karışımı ise, şekere oranla daha kontrollüdür.

Bir anda aşırı yüklenme ile mide doldurulmamalı ve şişirilmemelidir. Böyle yapılırsa, vücutta genel bir rahatsızlık meydana geldiği gibi, zihinsel etkinlikler de kelimenin tam anlamı ile atıllaşmaktadır.
Aynı şekilde, sahur yemeğinde, gün boyu ihtiyaç duyulacak sıvı ve protein gereksinimi ön planda olmalı , karbonhidratlar uyku ve uyuşukluk verdiği, düşünsel fonksiyonları engellediği için, sınırlı veya az miktarda tüketilmelidir.
Her iki öğünde yani iftar ve sahur vakitlerindeki yemeklerde, yağlar dengeli miktarda kullanılmalıdır. Yine sahurda, gün boyu sürecek faaliyetler için bal; elektrolit dengesi için tuzlu yiyecekler (zeytin vb..) alınabilir.
(ancak, tuzlu gıda, susama hissi vereceğinden fazla önerilmez. iftarda alınması daha uygun olur.)

Genel hatları ile, böyle bir yöntem , vücudun ihtiyaçlarını karşıladığı gibi, beynin işlevlerini de düzenleyecektir.
Yaşamın her safhasında geçerli olan sisteme uygun şekilde yapılan beslenme,  yararlı çalışmalar için gerekli zemini kendiliğinden temin edecektir.

Ahmet F. Yüksel
&
Dr. Nebahat Özdemir
İstanbul - 18 Ocak 2000

 


Üst Ana sayfa e-mail