“Ben,
Carl Sagan adında su, kalsiyum ve organik maddelerin toplamıyım.
Siz de öylesiniz; yalnız, adınız başka. Ama, hepsi bu kadar mı?..”
20 Aralık 1996
günü kaybettiğimiz bu ünlü bilim adamı, geride bıraktığı dört
yüzü aşkın makale, yirmiden fazla kitap, sayısız araştırmalar
ve aldığı ödüllerle sadece o kadar olmadığının da işaretini
veriyordu.
1934 yılında
A.B.D’ de dünyaya gelen Sagan, çocuk yaştayken gökbilime merak
duymaya başlamıştı. Yıldızları gözlüyor, durmadan sorular
soruyor, aldığı cevaplar ise, onu hem tatmin etmiyor hem de üzüyordu...
Nasıl bu kadar duyarsız olabiliyorlardı!..
“Çocukluğumun
geçtiği mahalle, avucumun içi gibi bildiğim bir Evrendi... Fakat,
birkaç blok ötede, trafik gürültüsünün hüküm sürdüğü 86.
Sokaktan itibaren, zihnimde yolculuğa çıktığım sınırlar başlardı.
Anımsadığım kadarıyla, yolculuğa çıktığım bu yer, Mars
gezegeniydi.” sözleri; imgelemin, bilimsel merak ve gözlemle;
sezginin, akıl ve zekâyla birleştiği bir bakışın izlerini taşır
gibi... Yaşamı ve insanı bambaşka bir gözle seyredişin
ifadesi...
Yaşı büyür büyümez gittiği semt kitaplığında, yıldızların
uzakta kalan birer güneş olduğunu
okudu. Bu, tam aradığı bilgiydi. “Madem ki yıldızlar, güneştiler;
epey uzakta olmaları gerekiyordu... 85. Sokaktan uzak, Manhattan
‘dan, New Jersey’ den de uzak olmalıydılar. Evren tahminimden de
büyükmüş!” diye geçirdi aklından.
Artık, gerisi gelecekti...
“Henüz gözleyemediğimiz gezegenlerin bazılarında hayat
olabilirdi... Neden olmasın? Bizim mahallede bildiğimiz hayat biçiminden
farklıydı belki... Böylece astronom olmaya karar verdim.”
Bilim–kurgu kitaplarıyla başlayan bu kararından hiç caymadı.
Yirmi altı yaşındayken Chicago Üniversitesi’nden astronomi
doktorasını alıp Mars yüzeyinin aydınlanma ve kararmasına ilişkin
mevcut kuramlara meydan okuyan tezler öne sürdü. Yıllar sonra
hipotezleri, Mariner 9 uzay aracının yaptığı gözlemlerle doğrulandı.
Farklı araştırmalarıyla
dikkât toplayan Sagan, NASA projelerinde görev almaya ve danışmanlık
yapmaya başladı. Çalışmalarının ağırlık noktası, gezegen
fiziği, kuyruklu yıldızlar ve yıldızlararası boşluktaki organik
moleküllerdi. Dünyadışı yaşam
ise, hayatını adadığı bir konuydu.
Cornell Üniversitesinde
otuz yıla yakın bir süre ders verdi. Araştırmalarının çoğunu
Dünyadan başka gezegenlerde de hayat olduğunu kanıtlamaya yönlendirdi.
Bilimin, özellikle de gökbiliminin seçkin bir azınlığın
tekelinden çıkarılıp halka tanıtılmasını, sevdirilmesini amaçladığı
için de en karmaşık konuları bile, her çevreden insanın rahatça
anlayabileceği bir tarzda işledi. Zor kuramları açıklarken
edebiyat, müzik ve diğer sanat dallarından yararlandığı popüler
bilim kitapları, milyonlarca okura ulaştı Çoğunluk, onu bir gökbilimci
ve biyolog olmaktan çok, romancı ve belgesel yapımcısı olarak tanıdı.
Akademisyenlik ve araştırmacılığının yanı sıra sürdürdüğü
yazarlığa 1966’da başladı. İlk kitabı, Evrende
Zeki Yaşam, Dünya ile bağlantı kurmaya çalışan zeki uygarlıkları
konu ediniyordu. Yaklaşık beş yüz milyon kişinin izlediği Kozmos adlı belgesel dizi de aynı adla kitap oldu ve satış
rekorları kırdı.
Meslek hayatı boyunca, kendisine Amerika ‘nın çeşitli üniversitelerince, bilime, sanata,
eğitime, çevrenin ve barışın korunmasına katkılarından dolayı
yirmiden fazla ödül verildi. Fakat, popüler bilim alanındaki çalışmaları,
bilim çevrelerinden pek destek görmedi.
1980’den sonra, dünyadışı yaşam konusunda daha da yoğunlaştı.
Yalnızca Samanyolu Galaksisinde 1 milyon civarında ileri uygarlık
olabileceğini düşünüyordu.
Filme de çekilen Mesaj
(Contact ) adlı romanında, dünyadan yirmi altı ışık yılı
uzaklıktaki bir yerden gelen sinyal üzerine yaşananları, ayrıca Dünya
üzerindeki insanların kendileri ve birbirleriyle ilişkilerini
anlatıyordu.
Soluk
Mavi Nokta’da
ise, insanlık için Samanyolu’nun da ötesinde tasarladığı bir
gelecekten söz ediyordu.
“Kendi
kendimizi mahvetmezsek, sözünü ettiğimiz girişimleri er geç gerçekleştireceğiz.
Durağan bir toplum düşünmek olanaksızdır. Kozmos
‘u keşiften birazcık yüz çevirmek bile birçok kuşakta kendini
gösterecek bir gerilemeye yol açar.”
Sözleri, o gelecek hakkındaki kararlılık ve inancını gösteriyordu.
Bu inancının temeli de geniş bir Evrensel bakışa dayanıyordu:
“Yerküremize
Uzaydan baktığımızda, ulusal sınır diye bir şey göremiyoruz,
gezegenimizin uzaydan incecik mavi bir hilal, sonra da yıldızlar
kenti arasında bir ışık noktası olarak göründüğünü
izleyince; etnik, dinsel ya da ulusal şovenist davranışların sürdürülmesi
akıl almaz bir duruma dönüşüyor...”
“Kozmos’un
keşfi, kendi kendimizi keşif yolculuğudur.”
diyen Sagan, aynı bakış ve duyarlılıkla gözünü insana çeviriyor
ve:
“Biz
hem gökyüzünün hem yeryüzünün çocuklarıyız. Bu gezegen üzerindeki
varlığımız süresince tehlikeli bir evrimsel yük sırtlanmış
bulunuyoruz.
Bu yük torbasının içinde saldırıya ve töreye yatkınlık,
liderlere baş eğme ve yabancılara düşmanca davranış gibi kalıtsal
eğilimler yer alıyor. Fakat aynı zamanda başkalarına karşı şefkât,
çocuklarımıza karşı sevgi, tarihten bir şeyler öğrenme,
giderek zekâ ve
yeteneklerimize bir şeyler katma eğilimlerine de sahibiz; bunlar da
hayatta kalmamıza ve refahımızı sürdürmeye yarayan etkenler...
Yapımızdaki bu eğilimlerin hangisi üstün gelecek bilmiyoruz...”
ifadesiyle
hem kaygısını hem de güvenini ortaya koyuyordu.
“Kendisi
konusunda bilinçlenmeye başlayan bir Kozmos ‘un bölgesel
temsilcileriyiz. Kökenlerimizi araştırabilmeye başlamışız; Harcında
yıldız bulunanlar, yıldızlar hakkında kafa yoruyor; on milyar
milyar milyar atomun örgütlenmiş toplulukları, atomların evrimini
inceliyor; en azından bizim diyarda beliren bilincin buralara
gelinceye dek geçtiği uzunca yolu saptamaya çalışıyor. Bizim
sadakâtimiz, türlere ve gezegenedir. Biz yerküremiz adına konuşuyoruz.
Varlığımızı sürdürme yükümlülüğümüzse, yalnızca kendimize
karşı değil; aynı zamanda Kozmos ‘a da karşıdır... Yaşam
kaynağımız olan o eski ve engin Kozmos ‘a...”
Cümleleriyle de İnsanı
Evrenden ve Kozmostaki bilinçten ayrı görmediğini belirtmiş
oluyordu. Bu yüzden bizi kendimizi aşmakla sorumlu tutmaktaydı:
“Genlerimizin
bilgi dağarcığından daha çok bilgi edinmemiz gerektiğinden Beyin
Kitaplığı, Gen kitaplığından on bin kez daha büyüktür. Duygular
ve töreselleşen davranış biçimleri içimize işlemiştir. İnsanlık
yaşamımızın birer parçası olmuştur. Fakat, yalnızca
insanlara ait özellikler değildir bunlar, hayvanların da
duyguları vardır. Bizim türümüzü
ayırt eden, düşüncedir.
Beyin kabuğu bir kurtuluş yolu olmuş, genetik mirasımız olan
kertenkele ve maymun davranış biçimlerinin sınırları
arasında kısıp kalmamıza gerek kalmamıştır. Her birimiz,
beynimizin ‘girdi’lerinden ve yetişkin dönemimizde de öğrenmek
istediklerimizden geniş çapta sorumluyuz.”
Bu
anlayışı onu,
‘Evrenin, ipleri görülmeyen
ve inceleme konusu yapılmayan bir Tanrı ‘nın ya da Tanrıların
elinde kukla olamayacağı’ fikrine götürdü.
Çünkü, “Kaos yani karmaşa, her şeyin kaprisli Tanrıların
elinde olduğu inancının yaygın olduğu eski Yunan döneminde kalmış,
İyonyalılardaki uyanışla birlikte düşüncede de evrim başlamıştır...
...
Doğada, gizlerin çözülmesine izin veren bir düzen bulunmaktadır.
Evrenin bu düzenli ve hayranlık uyandıran niteliği, Kozmos adının
verilmesine sebep olmuştur.”
“..
Uzayın dokusunda ve maddenin içinde, büyük bir sanat eserinde olduğu
gibi, küçük harflerle ressamın imzası vardır. İnsanların,
Tanrıların ve şeytanların üzerinde, bekçileri ve tünel yapımcılarını
da içine alan ve Evrenden çok önce var olan bir zekâ bulunmaktadır.”
Söz edilen zekâyı,
düzeni biraz olsun kavrayabilmek için anlayış sınırımızın
genişlemesi gerekecektir.
O, sınırı
kendi açısından genişletmek amacıyla
durmadan sorgulamaktaydı:
“Biz insanlar, bir ağaca kıyasla değişik görünüşteyizdir. Hiç
kuşkusuz, dünyayı bir ağacın algıladığından farklı algılarız.
Fakat, molekülün asıl yapısına bakınca, ağaçla insanın kalıtım
açısından, nükleit asit kullandıkları görülür. Hücrelerimizin
kimyasal yapısını denetleyici enzimler olarak proteinleri
kullanmaktayız. İşin daha da anlamlı yanı,
nükleit asit bilgisini proteine çevirmek için,
insanın da,ağacın da gezegenimizdeki hemen
tüm öteki yaratıkların da aynı şifre kitabını kullanmakta oluşlarıdır.
Molekül benzerliği açısından temeldeki bu birlik için yapılabilecek, akla uygun açıklama şudur:
Ağaçlar da, insan da, balık da, salyangoz da, kısacası tüm
canlı varlıklar,gezegenimiz tarihinin ilk dönemlerinde
tek ve aynı yaşam başlangıcından kaynaklanmışlardır. Peki
öyleyse, yeryüzünde bugünkü yaşamın oluşumunu hazırlayan
temel moleküller nasıl ortaya çıkmışlardır?”
Sorularının
arkası hiç kesilmedi; ta ki zatürreye yenik düşene kadar....
“Kozmosun
bilinçli bir bölgesel temsilciliğini” yaptı son ana dek...
Öğrenme merakını İnsan
olma sorumluluğuyla birleştirerek, tepkilere aldırmadan...
Ya bizler?...
Ahmet
F. Yüksel
İstanbul - 08.03.2000
KAYNAKÇA
:
SAGAN,
Carl; Kozmos;
Altın Kitaplar Yayınevi.
Mesaj; İnkılâp Kitabevi.
GÖKTEPELİ,
Miyase; “Kozmos En İyi Dostunu Yitirdi”, Bilim
Ve Teknik Dergisi,sa. 351.
AKOĞLU, Alp; “Carl Sagan’ ı kaybettik”,
Bilim Ve teknik Dergisi, sa.350.
|