slam'ın
büyük vicdan sahiplerinden Bistamlı Bâyezid'e (ölm.
261/875) sordular:
‘‘Kábe'yi ziyarete neden gitmiyorsun?’’
Elini kalbinin üstüne koyarak cevap verdi Bâyezid:
‘‘Allah, o sizin dediğiniz eve, yapıldığı günden beri hiç girmedi, ama bendeki şu evden, yapıldığı günden beri hiç çıkmadı. Siz esas, bu evi kutsal
tutun!"
Bu
sözün nasıl bir mucize sergilediğini anlamak, İslâm dünyasının
yüzyıllardır içinde kıvrandığı bilgisizliğin açık ve
net bir fotoğrafını göstermesi bakımından yeterlidir.
Diğer taraftan inkârcı avam takımının, Beyazıt’ın ve
bazı diğer velilerin anlaşılamayan sözlerinden pay çıkarıp
“Taştan yapılan evin bir esprisi olmadığını, önem arz
eden şeyin Tanrının insan kalbinde olduğunu
söylemeleri” de bir
hayli manidardır...
İslam’ın
en önemli kalelerinden biri ve Allah velisi Beyazıt
Hazretlerinin sözlerini yorumlarken O’nun Kur’an’ın en
belli başlı hükümlerinden biri olan ve varlık alemini tanıtıcı
emsalsiz kelâmını yansıtan‘‘Doğu da batı da Allah'ındır;
yüzünüzü nereye dönerseniz Allah oradadır.’’ (Bakara
/115) Âyetini bilmediğini ve Kâbe’nin bu sınırlar dışında
kaldığını düşünmesi söz konusu olmaz.
Beyazıt-i
Bestâmi görüşlerinde şu hususu önemle vurgulamak
istiyordu:
“İslam’da tanrısallık yoktur.”
Kâbe için ise ”O canlı, şuurlu ve diri bir varlıktır. Kâbe’de
mevcut olan şuur, kesinlikle bir Tanrı anlayışına sahip değildir.
Siz bir Tanrıya yönelseniz bile, ben Kâbe’nin böyle bir düşünce
potansiyelinde olduğuna inananlardan değilim. Tanrı
olabilmesi de mümkün değildir. Tanrılık anlayışı da bu
eve girmez.” idrâki ile
mevcut olanın kendisinde var olduğunu, bunu açığa çıkaracak
bir kâbiliyet ve istidatla yaratıldığına işaretle
“önce nefislerde mevcut olan Allah’ı algılamanız
gereklidir”
diyerek insanları uyarıyor ve bunun bilincinde “gerçeği
“ mecazen de olsa
“kendi etrafında” dönmeleri şeklinde vurguluyor.
Kısaca
şunu demek istiyor:
“Bana
bu suali soracağınız yerde, önce kendinizi tanıyın.
Aksi takdirde, onu bir taş yığını gibi görmenin ötesine
geçemezsiniz!”
Ne
gariptir ki, mistik dünya, ekseriyetle şirk
felaketinin ortasına düşen bir anlayışla, Kur’an ve
Hadislerin varlığına rağmen, güven kaynağı olan ve tartışmasız
kabul edilmesi gereken bazı yüksek düzeydeki zevâtın sözlerini
değerlendiremez hâle gelmiştir.
Sadece
bu söz değil, sayıları yüzleri bulan Kelâmı Kibar, Hadis
ve Âyeti de bu örneklere eklemek gerekiyor.
Sözleri
değerlendiremeyen, algılayamayan zümrenin, Allah ehlini eleştirerek,
“kâfir ve zındık” vasıfları ile ilan edip meseleleri
istediği şekilde çözümlediği, hatta bu değerli zâtları
sapıklıkla suçlayarak uslûbu hırçınlaştırdığı müşahede
ediliyor.
Eleştiri
dozunu kaçıranlar, sorumsuz düşüncelerle Tevhid dininin
anlayışına aykırı hakaret etmekle kalmayıp, ileriye
giderek, tam bir basiretsizlik içinde, doğuştan günahsız ve
masum olan, vahiy istikametinde hareket eden Resûllerin /
Nebilerin bile hata yapabileceğini
iddia ediyorlar.
Değerlendirme
niteliğinden yoksun, Hikmete, Tevhide, Vahdet ilmine kapalı bu
yöndeki kabul sahiplerinin Allah’tan af dilemeleri;
Kur’an’ı takip edebilmek, şuur boyutunda gelişmek ve
dikey yükselmeyi temin etmek için mutlaka arınmaları
gerekir.
Asıl
olan insanın kendi anlayışından kaynaklanan bu yanlışlıkların,
yerini doğru tespitlere bırakması ve görünürde birbirine zıt
gibi gelen, ancak tam bir uyuma işaret eden boyutların
emsalsiz güzelliklerini, bağlantılarının fark edilmesidir
..
Bakın
Hz. Resûlullah sadece,
“Ümmetim, ümmetim!“
derken,
Mevlâna,
“Ne olursan ol gel, ister kâfir, ister Mecusi...”
diyebiliyor;
bir başka yerde ise şöyle sesleniyor:
“Ben Kur’an’ın kölesi, Muhammed yolunun toprağıyım
“
Görülen
şu ki, neden/niçin lerin üstesinden gelebilmenin yolu , insanın
hâkim olan bir yanında ibadet adı verilen çalışmalara özen
göstermesi, diğer yanında da kendine arif olma özleminin
bulunmasıdır.
Bazı şeylerin deşifre edilebilmesi, soyutun somuta dönüşebilmesi,
ancak bu şekilde mümkündür.
Bir
fıkra ile konuyu birleştirmek isterim:
Yunan filozof Thales, gökyüzünü izlediği bir gecede, bir
nedenle çukura düşer.
Yanında bulunan kadın ise,
“A, aptal adam! Burnunun dibindeki çukuru göremeyecek kadar
basiretsizsin. Gökleri, yıldızları, uzakları görmek senin
neyine” diye seslenir.
İnsanlık
alemi yıldızları daima seyretmeli, ne hikmetle varolduklarını
düşünmeli, ancak bilgisizlik çukuruna düşmemelidir.
Bazı sözler vardır ki, asla “ pardon” kabul etmez.
İstanbul
- 15.9.2000
http://afyuksel.com
|