"Her boyun
aşk kılıcına layık değildir; benim kanlar içen arslanım,
köpeklerin kanını içer mi hiç. Benim ucu bucağı olmayan denizim,
her geminin tahtasını taşır mı ? Senin çorak yerin, benim
inciler yağdıran bulutumdan oklayıp yeşerir mi hiç?"
Evet, gönül
telinizdeki bir titreşim ile anladı iseniz, hitap
Mevlânâ'dandır. İslam aleminin yetiştirdiği en önemli
düşünürlerden biri Mevlânâ'dır. Eğitim olgusu gibi önemli bir
alanda orijinal düşünce ortaya koyan ender sîmalardan olan
Mevlânâ, Kur'an'dan aldığı ilhamla asırların eskitemeyeceği
fikirleri bizlere bırakmıştır.
Mevlânâ,
düşüncesinin ve eğitim anlayışının temeline insan fıtratını
koymuştur. Fıtrat kanununa ters düşen ve onu esas olarak almayan
eğitim uygulamalarının doyurucu ve verimli neticeler
veremiyeceğine dikkat çekmiştir.
Mevlânâ,
insanın ham kabiliyetlerle dünyaya geldiğini ve bu
kabiliyetlerin potansiyel bir güç taşıdıklarını görmüş, bu gücün
kendiliğinden değil de eğitimle ortaya çıkacağına inanmıştır.
Eğer insandaki bu hamlık olmasaydı eğitime temel bulmamız
imkansız olacaktı. O, bitkinin yağmura olan ihtiyacını, insanın
eğitime olan ihtiyacına benzetmiştir.
Hamlık noksanlığı ifade eder; noksanlık da giderilme ihtiyacını
doğurur.
Hamlık ancak bilgi ve sevgi sayesinde olgunlaşır. Onu da ancak
eğitim verebilir. İnsan olgunlaştıkça, eğitime ne kadar ihtiyacı
olduğunu hisseder ve anlar. İnsanı yüceltmek, karakterine şekil
vermek, benliğinden sıyırmak dediğimiz eğitimin hedefleri ancak
eğitim sayesinde gerçekleşebilir.
Eğitim
imkanından yararlanmak isteyen kişi , '' marangoza teslim
edilmiş olan bir tahta gibi yetiştiricisine teslim olmalıdır''
diyen Mevlânâ, bu düşüncesiyle, şekil almayı, ama asla benliğini
kaybetmemeyi vurgulamak istemiştir. Tahta şekilendirilir, ama
gerçek benliği ortaya çıkartılarak baş köşeye oturtulur eşya
arasında. İnsanlara faydalı olacak bir yere yerleştirilir. İnsan
da eticisinin vereceği iyi şekli alınca, kabalıklardan sıyrılır,
incelir ve ham benliği gider yerine gerçek benliği çıkar. ''Bir
ben var bende benden içeri '' diyen Yunus'un işaretindeki,
içteki gerçek benliği ortaya çıkarmak için eğitim faaliyeti
insanı etkiler ve ona şekil verir.
Bu noktadan
sonra devreye ilahi aşkı koyan Mevlânâ, insanı ilahi aşk
okulunda pişirir, inceltir, kaba benliğinden geçirir,
nazikleştirir ve yüceltir. Bu noktada O, batılı eğitimcilerde ve
filozoflarda görülmeyen bir yaklaşımla eğitimin gücünü
açıklamaya çalışır.
Kur'an-ı
Kerim'de de çeşitli nefs merhalelerine işaret edilmesi bize
insanın gelişime açık olduğunu, gelişimin de eğitim sayesinde
olacağını ifade etmektedir. Kötüyü emreden emmare nefsten ,
kendini kınayan levvame nefse, oradan, ilham alan mülhime nefse,
oradan da doyuma/tatmine ulaşmış mutmainne nefs seviyesine
ulaşmak bir eğitim işidir. Bu eğitim sayesinde insanın
hamlıkları olgunlaşıyor, hafifliyor ve yüceliyor.
İranlı büyük
şair ve edip Şeyh Sadi'nin şu görüşleri dikkat çekici ;
''kurdun yavrusu kurt olur, insanla büyüse bile '' , '' İnsan,
kötü demirden iyi kılıç nasıl yapabilir? Ey bilge kişi, soysuz
terbiye olmaz.
Yağmurun latif bir özelliğe sahip olduğu tartışılmazdır. O
yağmur, verimli arazide lâle bitirir , verimsiz (tuzlu) toprakta
diken bitirir. Çorak toprakta başak bitmez. O arazide , tohum ve
emeğini boşuna harcama.'' Yine Sadi , Külliyatında, bizzat
eğitimin etkisi başlığı altında bu konuda şunları söylemektedir
: '' İnsan kabiliyetli bir cevhere sahipse, ona eğitim etki
eder. Kötü asıllı demir ne yapılsa da parlatılamaz. Köpeği yedi
kat
denizde yıkama, ıslandıkça daha murdar olur. Hz. İsa'nın
eşeğini, Mekke'ye götürseler , döndüğünde yine eşektir ''
'' Kul,
küllün ya'melü âlâ şâkiletihi =deki, her biri yaratılış
doğrultularında amellerde bulunurlar'' ayeti, eğitimin
temelinde yer alan insan doğasını ve onun karakterini dile
getirmektedir.
Ünlü
psikologlardan J. Piaget' nin , ''zihinsel gelişim kuramı'' nın
son merhalesi , Melananın , ''benlik ve gurur kafesinde insan,
uzun vadeli düşünemez ve uzağı göremez, eğitim onu bu kafesi
kıracak hale getirir ve ona uzun vadeli görüş ve uzun vadeli
düşünme sanatını öğretir'' görüşüne yaklaşmaktaır.
İNSAN ,
Mevlânâ için en büyük değerdir. O'na göre insan, taşıdığı ruh
gereği en büyük değere sahiptir. O, her şeyin değerini hürriyet
içinde yapılmasında aramıştır. Hürriyeti insanın iç aleminde
görmeye çalışan Mevlânâ, sahte ve geçici bağlarla bağlanmanın
insanın hürriyetini zedeleyeceğini savunmuştur. İç ve dış
bağlardan sıyrılma şeklinde tanımladığı hürriyetin düşünce için
çok önemli bir değer olduğunu görmüştür.
Mevlânâ'nın
eğitim anlayışını algılamaya çalışırken biz, onun
alışılmışın dışında düşünceler ürettiğini müşahede ettik. O ,
''benliğinden sıyrılma'' anlayışını eğitime sokan
öncülerdendir. Tâhâ Sûresi'nin 12. ayetinde geçen
''nalınlarını/ayakkabılarını çıkar'' ifadesini, her iki alemi
terketme şeklinde izah eden ilk düşünür olabileceğini tahmin
ediyoruz. Yine aynı suredeki '' asanı bırak'' ibaresinin,
benliğinden sıyrılma olarak, izâh etmesi, onun ne denli derin
bir düşünür olduğuna ve eğitim ağırlıklı fikir ürettiğine delil
teşkil etmektedir. Kendine yönelmek, kendini hissetmek, kendini
arındırmak/tezkiye, ve dua gibi metodları eğitime sokmuştur.
Herkese anlayışına göre hitabetme metodunu benimsemişitir.
Gözlem ve şüpheyi de metodları arasında saymaktadır. Hakikate
ulaşmak için şüphenin zaruri olduğunu gören belki de ilk
düşünürdür. Değişim, yenilik, gelişme ve yücelme gibi çok çağdaş
olan hedefleri , yaşadığı çağdaş eğitime gaye olarak tayin
etmesi, ne denli ileri görüşlü bir düşünür olduğunun
göstergesidir.
O'na göre
ilahi lütûfla, O'nun yol göstermesiyle, insanın çok sivri ve
birbirine zıd hallere girmesi belli ölçüde önlenebilir. İlâhi
eğitim onu sabah güneşi gibi, kendi rengine boyar. Neticede o,
ilahi aşk denizini vatan edinir. ''Allah boyası'' ile boyanır.
İlahi boya ile boyanmayı, ilahi eğitimin hedefi olarak gören
Mevlânâ, bu rengi alan kişinin çok sivri ve birbirine zıd
hallerden kurtulacağını, onda bir ağırlık, bir durulma ve bir
denklik oluşacağını ileri sürmektedir.
Mevlânâ gibi
bir düşünürü hata yapmadan ve eksik bırakmadan incelediğimizi
söylememiz çok subjektif bir iddia olur. Hata ve
eksikliklerimizi peşinen kabul ederek, Yüce Allah tan
gayretimizdeki samîmiyetin bize yoldaş olmasını ümit ve niyâz
ediyoruz. Ve yine seslenişe kulak veriyoruz;
'' Gönül,
sevgilinin bulunduğu yere gitmek için evini-barkını bıraktı;
fakat bir de baktı, gördü ki, sevgilinin evi meğer GÖNÜLmüş''.
Prof. Dr. Mustafa USTA
Marmara.Ünv.İlahiyat Fak.
DKAB Öğretmenliği Bölümü
mustafausta@marmara.edu.tr
İstanbul - 21.04.2005
http://sufizmveinsan.com
|