rkeolog L.Massignon, Bağdat yakınlarında kazı yaparken gözü, kırık bir testi üzerindeki şu beyit’e takılır.“Allah’a kavuşmak için iki rekat namaz da yeter. Ancak, böyle bir  namaz için abdesti, insanın kendi kanı ile almış olması gerekir.” Söz, Hallac-ı Mansur’a aittir. Tarih, Hallac’ınşehit düşünür” olduğunu haber verirken, Tasavvuf ehli, O’nu “Şehit Veli” olarak bilir.
Konumuz ile ilgili bağlantılı olduğundan kısaca “şehitlik” hakkında bilgi vermekte yarar var.  Şehitlik ikiye ayrılır.
1) Hükmi şehitlik
2) Fiilî şehitlik
                                                                                  İman ehli olmak şartıyla, yanma, boğulma, kanser, verem v.b. ağır hastalıklar ya da doğum sırasında meydana gelen ölümler, hükmi şehitlik kapsamında yer alır.

Fiili şehitlik ise ikiye ayrılır :

a) Savaşta Allah için bedenini feda etmek suretiyle ölmek, 
b) Bir velinin, bedeninin katledilmesiyle vuku bulan ölüm.

Hallac-ı Mansur... “Ene’l Hak” sözü ile gönüllere taht kurmuş, bu yolda bedenini feda etmiş, vücudundan akan damla damla kana rağmen, Allah’a, insanlara, kâinata olan sevgisini dile getirmiş bir Şehit Veli’dir.

Bir’lik ve Vahdet-i Vücud (Tek’lik) felsefesini, bilgi dairesinin dışına taşırıp yaşama yolundaki erlerden biri ve Cüneyd-i Bağdadi’nin talebesi olan  Hallac-ı Mansur, 857 yılında Tur kentinde dünyaya geldi. Bir çok öyküde onun hakkında şunlar anlatılmaktadır:
Mansur, bir gün yün atma işinin yapıldığı bir dükkâna gider. Dükkan sahibine kısa bir süre için dışarı çıkmasını söyler. Dükkân sahibi geri dönüp de tüm pamukların atıldığını ve temizlendiğini görünce şaşırır. İnanılmaz miktarda pamuğun çok kısa bir sürede atılmasından sonra, kendisine “Hallac” lâkabı verildiği de rivayet edilir.

Ben (Abdullah Bin Tahir Azdi); bir gün Bağdat pazarında bir yahudiye kızarak ona “köpek” dedim. Tam o esnada Hallac yanımdan geçmekteydi. “ İçindeki köpeğin havlamasına müsaade etme, sustur onu” dedi ve devam etti, “Evladım, insanlar dinlerini kendileri seçmezler, kaldı ki hem Musevilik hem Hıristiyanlık hem de İslam, Hak dinidir. Amaçları aynıdır, araçları farklıdır.”
Hallac’ın kendine özgü kerametleri, halka açtığı harikulade halleri vardır.
Devamlı aleyhinde konuşan bir Basralı, O’ndan ölmek üzere olan kardeşini iyileştirmesini ister. Hallac, “Sen benim aleyhimde konuşmaya devam edersen arzun yerine gelecektir” der. Hallac idrarını hastalara şifa olarak içirmiş, hapiste bulunduğu süre içinde, tüm mahkumların zincirlerini çözerek serbest kalmalarını temin etmiş, kendisinin neden firar etmediğini soranlara  “Biz Hakk’ın mahkûmuyuz” diyerek, oldukça anlamlı bir yanıt vermiştir. Demek ki, bir Veli’den kendi nefsi için bir istek ve arzu oluşmamaktadır. Hallac, Ramazan aylarında hiç bozmadan beş günlük oruçlar tutmuştur. Vahdet-Teklik yaşamı içinde hayatını devam ettiren, tamamen çıplak bir şekilde yaşamayı tercih ederek, örtünme gereğini duymayan Hallac’a, Hocası Cüneyd-i Bağdadi; halka ters düşecek kelâmlardan kaçınmasını öğütlemiş, bu yüzden başının bir gün mutlaka belâya gireceğini ima ederek “Bakalım hangi darağacında kanın akacak” demiştir. Hallac-ı Mansur’un yanıtı “Sen o gün sufi elbiseni bırakıp, yerine fakih elbisesi giyeceksin”  olmuştur.
Yaşar Nuri Öztürk, Hallac’la ilgili eserinde özetle ; “ ‘Ene’l Hak’ bir ‘Şath’ (bazı meczupların taklit ürünü olan ve zahirde saçma görünen manidar sözleri)  sözü, bir sekr (sarhoşluk) ürünü değil tasavvuf anlayışının mihveridir. Bu söz Hallac’ı hem ‘Vahdet-i Şuhud’culardan hem de ‘Vahdet-i Vücud’culardan ayırır. Ene’l Hak Vahdet-i Vücud’un bir ifadesi olamaz, zira Hallac, Uluhiyet babında Tenzih’i hiç bırakmamıştır, o halde Hallac, ‘Vahdet-i Vücud’cu değildir. ” demektedir.

Bizim Hallac’ı değerlendirmemiz ise daha farklıdır, şöyle ki ; tarikattan gaye Tasavvuf’a geçiş, Tasavvuf’tan gaye, Allah’a ermektir. Allah’a erişin ise iki yolu bulunmaktadır:
1) Fena Yolu
2) Vahdet-i Vücud

Fena yolu, Abdulkadir Geylani Hazretlerinden başlayıp, Muhiddin-i Arabi’ye kadar uzanan evliyanın yolunu  kapsar. Bu yolda “Allah’ın varlığı dışında varlıkların, kendine ait bir varlığı yoktur” düşüncesi hakimdir. Bu görüş Fena halidir. Yani ‘Yok’u  Yok etmek’ düşüncesi ve yaşamı… Hallac-ı Mansur’un görüşü  bu şekildedir. Muhiddin-i Arabi’de ise, direkt Hakk’ı müşahede hali vardır. Yok edilecek bir varlık söz konusu değildir. Bu görüşe Vahdet-i Vücud denmektedir. Vahdet-i Vücud’un dahi aşamaları mevcuttur. Hallac’da zuhur eden “Ene’l Hakk” sözü, onun yaşadığı “Aynel Yakiyn” boyutu itibariyle söylenmiştir. Bu sözün “sekr”  hali, meczupluk ve “mukallitlik” ile alakası yoktur.
Esasen, batı dünyasındaki bilimsel araştırmaların neticesi de, varlığın bir bütünden ibaret olduğu aşamasına gelmiştir. Bugün “sadece madde var, mana yoktur” görüşü ise iflas etmiştir. Müsbet ilmin tesbitine göre madde, enerjinin yoğunlaşmış halidir ve insanın beş duyusuna göre var olan bir yapıdır.  Yani madde düşüncesi, birimlerin algılama kapasitesinden kaynaklanmaktadır ve tamamiyle göreseldir. “Göresel kavram”ların gerçekte bir değeri yoktur. Mutlak evren ise salt enerji, özü itibariyle  tek ve Tümel bir Bilinç’tir. Madde diye bilinen şeyin aslının belirlenmesi, evrenin hayal hükmü ile var olduğunu göstermektedir. Yani kâinat diye bildiğimiz şey, tamamen bir varsayım olup, “hayal” den ibarettir. Bu konuda belirli çalışmalarda bulunan ABD’nin Stanford Üniversitesi profesörlerinden Karl Pribram’ın deneylerini dikkatle izleyelim: Pribram hafıza dediğimiz duyunun, beynin bir bölümünde kümeleşmediğini, ayrıca kalınlığı 4-4,5 mm. arasında değişen, yaklaşık 14.000.000.000 (ondört milyar) nöron’dan oluşan, beynin yarı kümelerinin yüzeyinde bulunan ve Beyin Korteks’i olarak isimlendirilen boz madde tabakası dahil olmak üzere, her hücrede BÜTÜN olarak mevcut olduğunu belgeledi. Bu bulgular Hologram tekniği ile birleştirildi.
Hologram konusunda sizlere geçtiğimiz yıllarda yine bu sütunlarda oldukça tafsilatlı bilgiler sunmuştuk. Kısaca tekrar edelim: Hologram, Lazer ışınlarıyla üretilen üç boyutlu görüntülerdir. Böylece, hayalet gibi boşlukta duran üç boyutlu görüntüler, parçalandıklarında her bir parçadan, görüntünün bütünü yeniden oluşturulabilmekte… Bu aşamada Profesör Karl Pribram kendi kendine şu soruları sormuş: “Acaba Evren de bir Hologram mı?... İnsan beyni evreni kendi kendine mi oluşturuyor?
Yani bildiğimiz her şey bir rüya, hayalden mi müteşekkil?“
Bu arada yeri gelmişken bir parantez açmak istiyorum. Resulullah Efendimiz “Dünya Mümin’in rüyasıdır” diyerek dünya hayatının da aynen rüya gibi hologramik görüntülerden ibaret olduğuna işaret etmektedir.
Ve Karl Pribram, Insan beyninin her şeyi, biyoelektrik frekanslar şeklinde algıladığını da ispatlamıştır. Yani atom boyutunda dahi renk, koku, güzellik ve çirkinlik gibi kavramlar olmayıp, sadece beynimizde, algılanan frekansların mevcudiyeti söz konusudur… Bu aşamada Pribram kendine şu soruyu soruyor: “Beyin maksimum ve minimum düzeylerdeki frekansların tümünü aynı anda bütün hücrelerde, dolayısıyla tek bir hücrede bulundurabiliyorsa, onları bu noktaya yönelten kim?… Ve Tek bir hücrenin dahi varlığı hayal hükmünde ise, birimlerin varlığından bahsetmek mümkün olabilir mi?”
İşte Hallac tarafından söylenen “ben yokum” düşüncesinin altında yatan gerçek, “ben Hakk’ım” sözü ile müsbet ilmin kesiştiği nokta burasıdır. Yani tek bir varlığın var oluşu Hallac için Aşk, ilahi güçtür. Ona göre Aşk, Kudret sıfatının zuhurudur. Sevdiğin için her şeyini feda etme, benliğinden geçme yukarıda da belirttiğimiz gibi fenâ halidir. Ene’l Hak (ben hakikatım) sözü ise, Kadı Ebu Yusuf’un ‘sen kimsin?’ sorusuna cevap olarak verilmiştir.
Bu yanıt “Ben yokum’u” yaşayanın veya zerre’de Küll’ü müşahade edenin  söylemesi gereken sözdür. Aslında zerre yoktur Küll vardır. Zerre kelimesi Küll’ü anlatım sadedinde ifade edilmiştir. Ene’l Hak sözü kesinlikle, Hallac’ın özünden gelmiştir. Kadılar, Hallac’ın ağzından dökülen ve kendilerine ters gelen, bu kelâm yüzünden önce kamçılanmasına, sonra bedeninin dilim dilim kesilmesine ve kellesinin bedeninden ayrılarak yakılmasına karar verdiler. Mansur’un ölümüne açlık, kıtlık, fakirlik beldesi olan  Bağdat şehri ve halkı silah zoruyla tanık edilmiştir. Ve  “Ene’l Hak” dediği için ebedi hayatına kendi kanı ile gusul abdesti alıp gözyaşları ve tekbirlerle  uğurlanmıştır, gönül adamı Şehit-Veli HALLAC-I MANSUR...

http://sufizmveinsan.com
istanbul - 14.08.2001

22-11-2002 Akşam Gazetesi


Üst Ana sayfa e-mail