[KELİME-İ ŞÎSİYYE'DE
MÜNDEMİC "HİKMET-İ
NEFSİYYE"NİN BEYÂNINDA OLAN FASTIR]
(XIV. Bölüm)
Bu
nev'-i insânîden doğan son mevlûd, "kadem"i Şîs üzerine
olur ve o onun hâmil-i esrârıdır ve ondan sonra bu nevi'den bir veled
yoktur. Binâenaleyh o, hâtem-i evlâddır; ve onunla berâber hemşîresi
doğar. Ondan evvel çıkar ve o, başı onun iki ayağı indinde olduğu
halde, hemşîresinden sonra çıkar. Ve onun mevlidi Çin'de olur ve lügati;
şehrinin lügatidir. Ve erkekte ve kadında kısırlık sârî olur: Binâenaleyh
onlarda vilâdetsiz nikâh çok olur ve onları Allâh'a da'vet eder, îcâbet
olunmaz (37).
Ya'nî
ulûm-i vehbiyye (Allah’tan gelen ilimler) ibtidâ (ilk
olarak) suver-i insâniyye (insan
suretleri) içinde Şîs (a.s.) ile zâhir olmuş (meydana çıkmış) ve atâyânın (bağışların)
miftâhı (anahtarı)
dahi onun elinde bulunmuş idi. Şîs (a.s.) matla'ıyla (doğuşu ile) başlayan bu manzûme-i
insâniyye (insanlık
sistemi) yine o matla' (başlangıç)
ile hatmolunmuş (son bulmuş, mühürlenmiş) olmak için,
nev'-i insânîden (insan
türünden) mütevellid olan (meydana
gelen, doğan) son çocuk vehb-i İlâhî (İlâhi
bağış) mertebesinin hatmiyyeti (son
bulması, mühürlenişi) ile zâhir olur (meydana
çıkar) ve bu çocuk kemâl-i İlâhî’nin (İlâhi
kemâlin) meclâsı (göründüğü
yer) olan mezâhir-i insâniyyenin (insanlığın
göründüğü yerin) sonudur. Ya'nî vehb-i İlâhî (İlâhi
bağış) olan ulûm-i ilkâîye (Hakk’tan
ilham yolu ile gelen ilimlere, bilgilere) salâhiyyet, (yetki)
nev'-i insânî içinde
(insan türünde) Şîs (a.s.) ile açılır ve bu çocuk ile
kapanır. Binâenaleyh (nitekim),
bu son çocuk Şîs (a.s.)ın "kadem"i (ayağı,
adımı) üzere olup onun esrârını (sırlarına)
hâmildir (sahiptir).
Ve
bu hâtem-i evlâddan (son
çocuktan) sonra bu nev'-i insânîden, (insan
türünden) ya'nî ulûm-i ilkâîye (Hakk’ın
ilmine) sâlih (elverişli)
bulunan insanların nev'inden, (türünden)
bir çocuk doğmaz. Doğanlar insan sûretinde hayvan olur. Zîrâ
onların himmetleri (gösterdikleri
gayret) fi-zamânınâ (zamanımızda)
pek çok emsâli görüldüğü- üzere, kemâl-i râhatla (rahatlıkla) istedikleri şeyleri
yemek ve içmek ve keyifleri vechile (yönünden)
uyumak ve gezmek ve beğendikleri dişileriyle serbestçe çiftleşmek
ve zevk-i hayât ta'bîr ettikleri bu menâfi'-i nefsâniyyeyi (nefsin
menfaatlerini) alâ-vechi'l-kemâl (kemâlleri
suretiyle) istîfâ edebilmek için servet ve yesâra mâlik (varlık
sahibi) olmak kasdıyla, terâkkiyât-ı medeniyye (medeniyetin ilerlemesi) ve mücâdele-i
hayâtiyye (hayat
mücadelesi) nâmı altında sarf-ı mesâî etmek (emek
sarf etmek) esaslarından ibâret olur. Ve kendilerine, nizâm-ı
cem'iyyet-i beşeriyye (insan
topluluğunun düzeni) için hiç olmazsa kavâid-i ahlâkiyyeye (ahlâk
kaidelerine) riâyet etmeleri (uymaları)
teklîf olunsa, "Ahlâk emr-i i'tibârîdir" (ahlak
gerçekte olmayıp var kabul edilen şeydir) derler. Halbuki gece
gündüz pek ziyâde (fazla)
ehemmiyetle düşündükleri vücûdları dahi i'tibârîdir (gerçek
değildir) . Eğer bunlar sözlerinin eri olsalar
her i'tibârî (gerçekte
olmayan) şeye ehemmiyet vermedikleri gibi, vücûdlarına da
ehemmiyet vermemeleri lâzım gelirdi. Binâenaleyh (nitekim)
onların düstûr-ı esâsîleri (esas
kaideleri) "ezvâk-ı hayâtiyyenin (hayatın
zevklerinden) istîfâsı (tatmin
olmaları) için her nevi' vesâite (çeşit
araca) mürâcaat câizdir; şu kadar ki, vücûdun selâmeti şarttır"
kavliyle hulâsa
olunabilir (kısaca
söylenebilir) .
İşte bir hayvanın lisânı olsaydı, söyleyebileceği / şey
dahi bundan ibâret olurdu. Bunların heykelleri (bedenleri) ve ecsâdı (cesedleri),
heyâkil-i hayvâniyyeden (hayvanların
bedeninden) daha mükemmel olduğu halde, onların derecesine sukûtlarına
bakılırsa .............. ............................. (A'râf, 7/179) âyet-i
kerîmesinin ne kadar belîğ (düzgün)
bir ta'rîf-i İlâhî (İlahi izahat) olduğu tezâhür
eder (meydana
çıkar).
Hâtem-i
evlâd (son çocuk) ile berâber onun kız
kardeşi dahi doğar, ya'nî ikiz olarak doğarlar. Zîrâ hâtem-i evlâd (son
evlât) ,
vehb-i İlâhî (İlahi
ilim) mertebesinin hatmiyyetidir (mühürüdür).
Ve atâ-yı İlâhî, (İlâhi
bağışlar) hademe-i esmâdan (hizmet
eden esmadan) bir hâdimin (hizmet
edenin) iki eli üzerine vâki (var)
olur. Nitekim tafsîli (açıklaması)
yukarıda geçti. Ve esmânın "iki el"inden murâd
biri "fâil" (etken)
ve diğeri "münfail" (edilgen)
olmak üzere iki sûrette (şekilde) mütecellî olmasıdır (oluşmasıdır). Ve insan dahi tekvîn-i timsâlde (suret,
sembol yaratmada) iki el ile mütecellîdir. (oluşturmaktadır) Bir yedi (eli)
ile fâil (etken)
ve diğer yedi (eli)
ile münfaildir (edilgen
yani etkilenendir). Ve fâil (etkileyen) erkek, münfail (etkilenen)
kadındır ve erkek ile kadın "insan" mefhûmu (kavramı) tahtında (altında)
mündemicdir (bulunurlar)
. İşte
menşei esmâ (kökü
esma) olan atâyâ-yı İlâhiyye (İlâhi
bağışlar) de böyledir. Bu sırra mebnî (sırdan
dolayı) hâtem-i evlâd (son
çocuk) hemşîresiyle ikiz olarak doğar. Ve hemşîresi hâtem-i
evlâddan (son
çocuktan) evvel ve o ondan sonra çıkar. Ve hâtem-i evlâdın (son
çocuğun) başı, hemşîresinin iki ayağı tarafında vâki' (var)
olur. Zîrâ atâyâ-yı İlâhiyye mevridin (İlahi bağışların göründüğü yerin)
, ya'nî
mahallin ve münfailin (etkiyi
kabul edenin, dişinin) isti'dâdı hasebiyle zâhir olur (meydana
çıkar). Binâenaleyh (nitekim),
fâilin (etki
edenin, erkeğin) eseri zâhir olabilmek (meydana
çıkabilmek) için ibtidâ (başlangıçta)
münfailin (etkiyi kabul edenin, dişinin) vücûdu
lâzımdır. Onun için "insan" mefhûmunun (kavramının) yed-i (eli)
münfaile (etkiyi
kabul eden, dişi) ve kâbilesi (ebesi)
olan kadın ibtidâ (ilk olarak) çıkar ve vehb-i İlâhî
(Allah’ın
ilim) mertebesinin hatmiyyeti (sonu,
mührü) olan hâtem-i evlâd (son
çocuk) ise, yed-i fâile (etki eden el, erkek) olmak hasebiyle
hemşîresinden sonra doğar. Ve sebeb-i his (hissetme duyuların sebebi) ve
hareket olan cümle-i asabiyyesinin (bütün
sinirlerinin) mahalli (yeri)
bulunan başı, kuvâ-yı nefsâniyyesinin (nefsi
güçlerinin) hey'et-i mecmûasını (bütün
hepsini) câmi' (toplamış)
olduğundan ve kuvâ-yı nefsâniyyenin (nefsi
güçlerin) hükümrân olduğu mahal (yer),
esfel-i sâfilîn-i (en
aşağıda olan) tabîat bulunduğundan, hemşîresinin uzv-ı
esfeli (en alt
organı) olan ayakları tarafında vâki' (mevcut)
olur.
Ve ulûm-ı İlâhiyye-i zevkiyye (İlâhi ilimleri zevketme) Ehlullâh
(Allah ehli
olanlari) için kuvâdan (meleki
güçlerden) hâsıldır (peyda olur) ve bu kûvâ (meleki
güçler) hasebiyle de muhteliftir (çeşitlidir).
Binâenaleyh (nitekim),
o ulûm (ilimler)
ihtilâf-ı kuvâ (farklı
meleki güçler) ile muhteliftir (çeşitlidir).Fakat
ihtilâf-ı kuvâ (farklı
meleki güçler) ile muhtelif (çeşitli)
olan bu ulûm (ilimler), ayn-ı vâhide
(tek hakikât)
olan hüviyyet-i Hakk'a (Hakk’ın
Zât’ına) râci'dir (aiddir). Ve bu hikmet; hikmet-i Ahadiyye (Ahad
olan Zât’ın ilmi, hikmeti) olup "ilm-i ercül"dendir
ve ilmi ercülün
tafsîli (açıklaması)
Fass-ı Hûdî'de (hudi bölümünde) beyân olunmuştur
(açıklanmıştır).
İşte bu sırra mebni hâtem-i evlâdın başı (son
çocuğun başı bu sır üzerine bina edilmiş),
hemşîresinin ayakları tarafında vâki' (mevcut)
olur.
Ve
onun doğduğu mahal (yer)
Çin'dir ve kendisi Çin ahâlisinin lisânıyla tekellüm eder. (konuşur)
Ve Çin memleketi, nev'-i insânın (insan
türünün) menşe'-i zuhûru (çıktığı
kök) olan Asya kıt'asının aksâsıdır (en
uzak yeridir). Hâtem-i
evlâd (son çocuk)
olduğu için bu kıt'anın nihâyetindeki (sonundaki) bir memlekette doğar. Ve
o doğduktan sonra erkek ve kadın arasında çok mücâmaa (cinsel münasebet) vâki' olur (gerçekleşir)
ise de çocuk hâsıl olmaz; kadınlar kısır olur. Binâenaleyh
(nitekim) onların mücâmaaları (cinsel
münasebetleri) bilâ-mahsûl (ürün
vermeden) zevk-i hayvânîden ibâret kalır. / Ve hâtem-i evlâd
(son çocuk) kavmini
Allâh'a, ya'nî kesretten (çokluktan) vahdete, (tekliğe)
da'vet ederse de, kabûl etmezler. Zîrâ mezhebleri tenâsüh (ruhun göçmesi) üzerine binâ
olunmuştur ve tenâsüh (rûhun
göçmesi) ise nesh-i tenâsülü (tenasülü
kaldırmayı) iktizâ etmiştir (gerekmiştir).
Kendilerinin isti'dâdı budur. Binâenaleyh (nitekim)
nesh-i zâhirînin (bedenin
hükümsüz kalmasının) vukû'u (gerçekleşmesi,
olması) için onların da'vete icâbet (daveti
kabul) etmemeleri ve dalâlette sâbit (kalıcı) olmaları
lâzım gelir.
İmdi
Allah Teâlâ onu ve onun zamânında olan mü'minleri kabz eyledikde, kalan
behâyim gibi kalır. Helâli helâl' ve haramı harâm bilmezler. Tabîat hükmüyle,
akıl ve şer'den mücerred olan şehvet ile tasarruf ederler. Binâenaleyh
kıyâmet onların üzerine kopar (38).
Ya'nî
hâtem-i evlâd (son çocuk) ile onun zamanındaki mü'minler
âhirete intikâl ettikten sonra, insan sûretinde ber-hayât (hayatta)
kalanlar, hayvanât gibi kalırlar. Onların harekâtı ne mîzân-ı
akla (akıl ölçüsüne) muvâfık (uygun)
ve ne de kânûn-ı şer'a (şeriat
kanunlarına) mutâbıktır (uyar).
Şehvetten ibâret olan hükm-i tabîat ile
(tabiatlarının hükmü altında) hareket ederler. Dağlarda
yularsız gezen hayvanlar gibi yaşarlar. Binâenaleyh (nitekim)
nev'-i insânın (insan
türü) halkından maksûd (maksat)
olan gâye fevt olmuş (gitmiş) olur ve bu şecere-i âlem (âlem
ağacı) semeresiz (meyvasız)
kalır ve âlem-i hilkat (yaratılmış
alem),
Âdem'den evvel nasıl ki bî-rûh (rûhsuz)
bir cesed-i müsevvâ (düzgün bir ceset) gibi idiyse, hâtem-i
evlâd (son
evlât) ile mü'minlerin vefâtından sonra yine o halde kalır.
Ve kıyâmet şirâr-ı nâs (kötü
insanlar) üzerine kopar. Nitekim hadîs-i şerifde buyrulur:
................................ Ya'nî "Kıyâmet ancak şirâr-ı nâs
(kötü
insanlar) üzerine kopar" ve
............................................................. ya'nî,"Nâsın
(insanın) şerlisi
(kötüsü) o
kimsedir ki, kıyâmet onun üzerine kopar, halbuki o diridir." Zîrâ
yeryüzünde "Allah, Allah" diyen bulundukça kıyâmet kopmaz.
Nitekim (S.a.v.) Efendimiz buyurur: ............................................
Ve "Allah" diyenden murâd "İnsân-ı Kâmil"dir. Çünkü
İnsân-ı Kâmil "Allah" ism-i câmi'inin (toplamının)
mazharıdır (görüldüğü yerdir) ve hakkıyla
"Allah" diyen ancak odur. Onun gayrisinde (başkasında) / bu kâbiliyet
yoktur. Zamânının İnsân-ı Kâmili olan hâtem-i evlâdın (son evladın) intikâlinden (ölümünden)
sonra âlemin rûhu zâil olup (sona
erip) meyyit (ölü) hükmünde kalır ve kıyâmet-i
kübrâ (büyük
kıyamet) kâim olur (gerçekleşir).
Zîrâ
mezâhirden (mahal
yerlerinden, birimlerden) her birisinin eceli vardır. Âlem (evren,
dünya) dahi mezâhirden (görüntü
yerlerinden, birimlerden) bir mazhar (görüntü yeri, birim) olduğundan
onun dahi eceli gelir, ölür.
14
Rebîu'I-âhir 1335/24 Kânûn-sânî 1332, Salı gecesi, ezânî saat 5.
<Devam
Edecek>
Derleyen
: Asliye Tavşanlı
http://sufizmveinsan.com
12.03.2002
|