İmdi
benim getirdiğim şeyi istimâ’ ettiğiniz vakit, hıfz ediniz! /
Ba’dehu fehm ile kavlin mücmelini tafsîl ediniz ve cem’ eyleyiniz!
(8).
Ya’nî
getirdiğim ulûm (ilimler)
ve hakayık (hakikâtler),
Hak’ta fânî (yok
olduğum) ve onunla bâkî (var)
olduğum cihetle (yönüyle) benden değil, Hak cânibindendir
(tarafındandır).
Onu Hak cânibinden (tarafından)
dinlediğiniz vakit, kalblerinizde hıfz (muhafaza) ediniz! Benim bu kitapta
zikrettiğim (bahsettiğim)
esrâr-ı İlâhiyye mücmel (öz
ilâhî sırlar) kaviller ile vâkı’ oldu (sözler ile gerçekleşti). Siz
bu mücmel kavilleri (öz
sözleri), Allah’a
rücû’ ettiğiniz (çevirdiğiniz)
vakit, o İsm-i Câmi’ Hazretinden (isimleri
kendinde toplamış olan Zât’tan) size vâkı’ olacak (sizde
gerçekleşecek) olan tecelliyât-ı fehmiyye (idrâkın meydana gelmesi) ile, şerh
ederek (açıklayarak)
tafsîl edin
(teferruatlı anlatın)! Ve
her bir fastaki (satırdaki)
esrâr ve hikem-i İlâhiyye’yi
(sırlar ve ilâhî hikmetleri) Zât-ı Ahadiyye’de cem’
edin! (Zât’ta,
Ahadiyet mertebesinde toplayın) Ya’nî Zât-ı Ahadiyye’nin
ne vech (yön)
ile kesîr (çokluk)
olduğunu ve keserâtın (çoklukların)
Zât-ı Ahadiyye’de ne sûretle cem’ (ne şekilde toplanmış) olduğunu
fehm-i ilâhî (ilâhi
anlayış) ile idrâk edin!
Ba’dehû
onun tâliblerine onu menn edin, men’ etmeyin!
İşte
bu, size vâsi’ olan rahmettir; siz de tevsî’ edin! (9).
Ya’nî
siz fehm-i ilâhî (ilâhi
anlayış) ile Zât-ı Ahadiyyeyi (Zât’ın
tekliğini) keserât (çokluklar)
ile tafsîl (etraflı) ve keserâtı (çokluğu)
Zât-ı Ahadiyye’de (tek
Zât’ta) cem’ ettikten (topladıktan)
sonra, benim bi-hasebi’l-verâse (verâset
bakımından) Hak’tan getirdiğim bu hikem ve esrâr-ı İlâhiyye’yi
(hikmetleri ve
ilâhî sırları) anlamağa teşne (istekli)
olan tâliblere (isteyenlere) ihsân edin (verin)!
Ve akvâl-i mücmelemi (öz
sözlerimi) tafsîl ve şerh (teferruatlı
olarak açıklama) ve emsile îrâd etmek
(misâller göstererek konuşmak) sûretiyle teşnegân-ı (isteklilere) ma’rifete (bilgileri)
ta’lîm eyleyin (öğretin)!
Zîrâ, Hak Teâlâ Hazretleri:
....................................... (Hadîd, 57/7) / buyurmuş ve Resûlullah
(S.a.v.) Efendimiz bu kitabın, intifâ’ etmeleri (faydalanmaları)
için, nâsa ihrâcını (insanlara
açıklamayı) emretmişlerdir. Binâenaleyh (nitekim) bu hakayıkı (hakikâtleri),
ehli olan tâliblerden (isteklilerden) saklamak aslâ câiz (doğru)
değildir. Velâkin kasîru’l-fehm (çokluk
idrâkı) olan kimselere ta’lîminde (öğretiminde)
fâide değil, bilakis zarar olduğu için, ta’lîm (öğretme)
münâsip (uygun) değildir. Şu halde, Enbiyâ-yı
Kirâm hazarâtının (Peygamberimizin) ilm-i tevhîddeki (birledikleri ilmi) ezvâk (lezzetler,
hazlar) ve meşâribini (içilecek
yerlerini) beyân buyuran (açıklayan)
bu Fusûsu’l-Hikem, ey ehl-i zekâ (zekâ
sahibi) ve ey ehl-i irfan (irfân
sahibi),
size vâsi’ (bağış
edilmiş) olan rahmet-i hâssa-i İlâhiyyedir. (Allah’ın özel rahmetidir) Bu
rahmet, cânip-i Hak’tan nasıl size vâsıl olmuş (erişmiş)
ve sizi istîlâ etmiş (kaplamış)
ise siz de bu rahmeti ehl-i zekâya (zekâ
sahiplerine) tevsî’ edin (genişletin)
! Ve
hicâbât-ı keserât (çokluk sihirleri) içinde kalmış olan müstaid tâlibleri (istidâdı
olan isteklileri) irşâd eyleyin (uyarın).
Tâ
ki nereden gelip nereye gittiklerini ve ne için gelip ne için gittiklerini
ve kendilerinin ve eşyânın (varlıkların)
ve bi’l-cümle avâlimin (bütün
âlemlerin) ne olduğunu ve binâenaleyh (nitekim),
hilkat-i eşyâdan (varlıkların hakikâtinden) maksûd
(maksadın)
ne olduğunu idrâk etsinler. (anlasınlar)
Beyt-i
Hz. Mısrî:
Savm
ü salât ü hacc ile sanma biter zâhid işin!
İnsân-ı
kâmil olmağa lâzım olan irfân imiş.
Kande
gelir yolun senin, yâ kande varır menzilin?
Nerden gelip gittiğini
anlamayan, hayvân imiş.
Ve
ben müeyyed olan kimselerden olmaklığımı Allah’tan recâ ederim. İmdi
o kimse müteeyyid / oldu ve te’yîd eyledi; ve şer’-i Muhammedî-i
mutahhar ile tekayyüd eyledi ve takyîd etti. Ve bizi onun ümmetinden kıldığı
gibi, onun zümresinden haşreyleye. İmdi mâlik’in abde bundan ilka
eylediği evvelki şey: (10).
KELİME-İ
ÂDEMİYYE’ DE MÜNDEMİC “HİKMET-İ İLÂHİYYE” NİN BEYÂNINDA
OLAN FASTIR.
Şeyh-i
Ekber (r.a.) Efendimiz min-indillâh müeyyed (Allah
tarafından desteklenmiş) ve şerîat-i mutahhara-i Muhammediyye
ile mukayyed (Muhammed’in
temiz şeriâtine bağlı) bulunduğu halde, isr-i pâk-i
Peygamberîye iktifâen
(Peygamber’in doğru yolu ile yetinerek) lisân-ı edeple (nazik
bir lisânla) min-indillah müeyyed (Allah
tarafından desteklenmiş) olan ve başkalarına da te’yîd
eden (destekleyen)
ve şer’-i Muhammedî-i mutahhar ile mukayyed (Muhammed’in
temiz şerîâtine bağlı) olup başkalarını da takyîd
eyleyen (bağlı
kılan) kulların zümresinden olmaklığı Allâhü zü’l-Celâl
Hazretleri’nden recâ (temenni)
eder. Ve bu neş’et-i dünyeviyyede (dünyâ
hayatında) (S.a.v.) Efendimiz’in ümmetinden olup bilcümle
ahvâlde (bütün
hallerde) ona tâbi’ olduğu (uyduğu)
gibi, berâzih-ı uhreviyye (ahiret
hayatında) ve merâtib-i İlâhiyye’de (İlâhî
mertebelerde) o Hazret’in havâssı (seçkinler,
arifler) zümresinde mahşûr (toplanmış)
olmasını ümîd ettiğini beyân buyurur (duyurur).
İmdi,
mertebe-i Ahadiyye’den (Zât
mertebesinden) hakîkat-i Muhammediyye vâsıtasıyla
(aracı ile),
Hakk-ı Mâlik’in
abd-i mahzı (Hakk’ın
tam bir kulu) olan Cenâb-ı Şeyh-i Ekber Efendimizin kalb-i pâkine
(temiz
kalplerine),
bu Fusûsu’l-Hikem’den
en evvel ilka (ilhâm)
ve vahy olunan şey Kelime-i âdemiyyede (insan sözlerinde) mündemic
(bulunan) “hikmet-i
İlâhiyye” nin (İlâhî
hikmetlerin) beyânında (açıklamalarından) olan fastır (kısımdır).
“Hikmet-i
İlâhiyye”nin Kelime-i Âdemiyye’ye
(insan sözlerine) tahsîs buyrulmasındaki
(ayrıcalıktaki)
) sebep budur ki: İlâhiyyet
bi’l-cümle (bütün)
esmâ ve sıfât-ı Hakk’ı câmi’ olan
(esma ve sıfâtı kendinde toplamış olan
Hak’ta) bir mertebenin ismidir.
Ve Âdem (İnsan),
kemâlât
âleminin miftâhıdır
(anahtarıdır).
Eğer Âdem (İnsan)
olmasa idi, mertebe-i Ulûhiyyet’in câmi’ (Uluhiyet
mertebesinin toplamış) olduğu / esmâ ve sıfât kemâliyle zâhir
olmaz (meydana
çıkmaz) idi. Zîrâ “İlâhiyyet” “me’lûh” (kul)
olmayınca zâhir olmaz. Ve âlemde (evrende)
Âdem’den (İnsandan) gayri (başka)
olan mezâhirin (varlıkların)
hiçbirisinin taayyünü (oluşumu),
bu cem’iyyetin (bütün esmâların) zuhûruna (çıkmasına)
müsâid değildir. O mezâhirde (görülen
mahalde) İlâhiyyet’ten zâhir olan (görülen)
şey, ancak onların Rabb-i hâssı olan (terkibindeki
ağırlıklı) ismin Rubûbiyyet (esmalarından)
ve Ulûhiyyetinden ne kadar hissesi (payı)
varsa, o kadardır. İmdi, âlem (evren)
mazhar-ı ism-i Rahmân (Rahmân
isminin açığa çıktığı, görüldüğü mahal) olduğu ve
..................... mısdâkınca (doğruluğunun
ispatı ile) âlemdeki zuhûrât (evrendeki
varlıklar) kaide-i tekâmüle (kemâl
bulma, olgunlaşma kaidelerine) tâbi’ olup, kemâlât tedrîcî
bulunduğu
(kemâl aşamalı, yavaş yavaş geliştiği) cihetle (yönü
ile) ekmel-i mahlûkat (en mükemmel mahlûk) ve eşref-i
mevcûdâd (en
şerefli varlık) olan Âdem (İnsan)
en sonra geldi. Binâenaleyh (nitekim)
Âdem (İnsan),
bu
suver-i nev’iyye-i kevniyyenin (evrenin
çeşitli sûretlerinin) âhiri (en
sonu) ve hâtemi (en son halkası) oldu. Ve onda kâffe-i
mevcûdâtın netâyici (bütün
mevcût olanların neticesi) ve zübdesi (en
seçkini) ve hulâsası (özü)
mevcûd oldu. Ve kemâl-i celâ (kemâlin
meydana çıkması) ve isticlâ (Hakk’ın
meydana çıkması) Âdem’in (İnsanın)
vücûdu ile husûle (meydana) geldi. Zîrâ, esmâ-i ilâhiyyenin
(ilâhî
isimlerin) hey’et-i mecmûası (hepsi)
bâtında mertebe-i taakkulda (bilinç,
şuur mertebesinde gizli) iken,
Âdem (İnsan)
bu hey’et-i mecmûa sûretine
(bu sûretlerin hepsinin) mazhar (göründüğü
yer) ve âyîne (ayna)
oldu.
Beyt:
(tercüme)
“Mahbûb-i hakîki (gerçek
sevgili) kendi sûretini ızhâr etmek (açığa
çıkarmak) murâd etti (istedi).
Âdem’in
su ve çamur ma’rekesinde (meydanında)
çadır kurdu. Kendi cemâlini temâşâ (seyretmek)
için topraktan âyîne (ayna)
yaptı. Kendi aksini (görüntüsünü)
gördü. Gayretten hepsini
alt-üst etti.
(karıştırdı)”
İşte
“hikmet-i İlâhiyye”nin
Kelime-i Âdemiyye’ye (insan
sözlerine) tahsîsindeki (ayrıcalığa)
sebeb budur.
“Fass”
bir şeyin / hulâsası (özü)
ve zübdesi (en seçkini) ma’nâsınadır. Ve hâtemin
fassı (yüzük
taşı) hâtemi tezyîn (halkayı
süsleyen kıymetli) eden şeydir, ya’nî yüzüğün taşıdır
ki, onun üzerine sâhibinin ismi yazılır.
“Hikmet”
ile “kelime”nin
ma’nâları evâil-i dîbâce’de îzâh
olundu.
<Devam
Edecek>
Derleyen
: Asliye Tavşanlı
http://sufizmveinsan.com
28.08.2001
|