27.Bölüm


[KELİME-İ ŞÎSİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ
NEFSİYYE"NİN BEYÂNINDA OLAN FASTIR]
(XXVII. Bölüm)

İmdi onlar, nefisleri olmaksızın, vech-i Hakk'ı müşâhede ettikleri için nefislerini bilmezler. Muhammedîler hakkında, .......................................... (Kasas, 28/88)dir. Ve "tebâr" helâktir. Ve bir kimse Nûh (a.s.)ın esrârına vâkıf olmak murâd ederse, onun üzerine felek-i şemse terakkî etmek lâzım olsun. Ve o bizim Tenezzülât-ı Mevsiliyye'mizdedir, vesselâm (36).

Ya'nî vücûd-i izâfîlerini (Hakk’ın varlığı ile var olan kayıtlı vücûdlarını) ve estâr-ı cismâniyyelerini (perde olan bedenlerini) nefy (yok) edip, Vücûd-ı Mutlak-ı Hak'ta helâk (yok) olan zâlim-i Muhammedîler,  arada nefisleri olmaksızın, Hakk-i bâkînin vechini (baki olan Hakk’ın hakikâtini) müşâhede ettikleri (gördükleri) için nefislerini bilmezler; zâtlarına vukûfları olmaz (kendi zâtlarını bilmezler); enniyâtlarını (benliklerini) ızhâr etmezler (açığa çıkarmazlar). Nitekim bu Muhammedîler hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de Hak Teâlâ  ............................................ (Kasas, 28/88) ya'nî "Her bir şey hâliktir (yok olucudur); ancak onun vechi (zâtı) hâlik (yok olucu) değildir" buyurur. Bu âyet-i kerîmede "vechehû"nun zamîri "şey"e râci' olunca (dönünce) ma'nâ "Her bir şey hâliktir (yok olucudur); ancak o şeyin vechi (hakikâti)  hâlik (yok olucu) değildir" olur. Ve bir şeyin "vech"i denildikde, onun "zâtı ve hakîkât"i murâd olunur. Ve yukarıda îzâh olunmuş (açıklanmış) idi ki, bu taayyünât-ı kesîre (meydana gelen birimlerin çokluğu) Vücûd-ı Mutlak-ı Hakk'ın, takayyüdünden (kayıtlanmalarından) ibarettir. Binâenaleyh (nitekim) eşyânın hakîkâti vücûd-ı Hak'tır. (Hakk’ın vücududur)  Bu halde âyetin ma'nâsı böyle olur: "Her şeyin taayyünü (oluşumu, vücudu) hâliktir (yok olur).  Ancak o şeyde müteayyin olup (meydana çıkıp) onun hakîkâti bulunan Vech-i Mutlak (Mutlak Zât) hâlik değildir (yok olmaz).  Ve zamîr Hakk'a râci' oldukda (geri döndüğünde) "Her bir şey hâliktir (yok olucudur);  ancak vech-i Hak (Hakk’ın Zâtı) hâlik değildir" (yok olmaz) demek olur. Ve ............................. (Nûh, 71/28) âyet-i kerîmesindeki "tebâr" "helâk" ma'nâsınadır.

Ve'l-hâsıl, zâlim-i Muhammedîler vech-i mutlak-ı Hak'ta (Hakk’ın Mutlak Zât’ında) kendi enâniyyet-i vehmîlerinden (zannettikleri benliklerinden) fânî (yok) olmuşlardır. Onlar ebeden (devamlı olarak) Hakk'ın müşâhedesinde olup nefislerini bilmezler. Ve Nûh (a.s.)’ın esrârına vâkıf olmak (bilmek) isteyen kimseler, rûhen felek-i şemse (güneşe) urûc etsinler (yükselsinler).  Zîrâ, Kelime-i Nûhiyye'ye âit (Nuh’a ait kelimelere) hikem (hikmetler) ve maârif (bilgiler) ve müşâhedâtın (gözle görülen şeylerin) esrârı, ancak rûhu felek-i şemse (güneşin rûhuna) terakkî eden (yükselen) kimselere münkeşif (açılmış) olur.

"Yûh" güneşin bir adıdır; o da âlem-i ecsâmda (madde âleminde) menba'-ı harâret (hararet kaynağı) ve ziyâ (ışık) olan bir cirmdir (cisimdir) .  Ve âlem-i ukûlda (akıl aleminde) cemî'-i ervâh-ı cüz'iyye (bütün cüzi rûhlar) ondan inbiâs eder (doğar).  Ve merâtib-i halkıyye-i beşeriyyeden ve fıtrat-ı insâniyyeden (insan fıtratlarından) felek-i şemse (güneş gezegenine) terakkî (yükselmek) keşf iledir. Ve Cenâb-ı Şeyh (r.a.), felek-i şemse (güneşe) terakkîyi (yükselmeyi) Tenezzülât-ı Mevsıliyye nâmındaki kitaplarında vech-i etemm üzere (en mükemmel şekilde) beyân buyurmuştur (açıklamıştır).  Ve bu kitâbı Musul şehrinde, elli beş bâb (bölüm) üzerine te'lîf edip, onda esrâr-ı ulûm (ilmin esrarları) ve hakâyıkı (hakikâtleri) derc eylemiş (yazmış) ve husûsiyle bu felek-i şemse (güneş gezegenine) terakkîyi (uruç etmeyi, yükselmeyi) bu kitâbın kırk altıncı bâbında (bölümünde) uzun uzadıya şerh etmiştir (açıklamıştır). (Temmet; hâzâ min fazli Rabbî).

İntihâ: Saferu'I-hayr 1334 ve 17 Teşrîn-i sânî 1332 Perşembe gecesi saat 4.

Derleyen : Asliye Tavşan
http://sufizmveinsan.com

11
.06.2002


Üst Ana sayfa e-mail