107. Bölüm

[KELİME-İ HÜDİYYE’DE MÜNDEMİC “HİKMET-İ                   AHADİYYE”NİN BEYÂNINDA OLAN FASTIR]

Ve biz Hak Teâlâ'nın, Hak hakkında inzâl ettiği âyetlerde veyâhut Allah Teâlâ'ya râci' olur şey hakkında, bize îsâl ettiği Hak'tan olan ihbârda, tenzîh olsun tenzîhin gayrı olsun, min-indillâh aslâ tahdîdden gayri bir şey görmedik (38),

Ya'nî gerek âyât-ı münzelede (inmiş, inzal olunmuş ayetlerde) ve gerek Resûl vâsıtasıyla bize vâsıl olan (ulaşan) haberlerde Allah Teâlâ'nın  vasfını (sıfatlarını niteliklerini) tenzîh (yaratılmışların vasıflarından beri olduğuna inanıp ikrar etme) olsun, tenzîhin gayrı (tenzihten başka) olsun, Allah tarafından ancak tahdîd (sınırlama) ile gördük. Ya'nî Allah Teâlâ hakkında Kur'ân'da ve kütüb-i münzele-i sâirede (diğer indirilmiş, inzal olunan kitaplarda) ve ahâdîs-i şerîfede (hadisi şeriflerde) vârid olan (gelen, ulaşan) şeyin cümlesi (hepsi) tahdîddir (sınırlamadır).

O ihbârın evvelkisi, "Fevkınde havâ ve tahtında havâ olmayan "amâ"dır.'' İmdi Hak, halkı yaratmazdan evvel o amâda idi (39).

Ashâb-ı kirâmdan Ebû Rezîn el-Ukaylî (r.a.), cenâb-ı Fahr-i âlem (s.a.v.)den;
............................... ya'nî "Halk-ı mahlûktan
(mahlukların yaratılmasından) mukaddem (önce) Rabb'imiz nerede idi?" diye sordu. Onlar da cevâben: .................................  ya'nî "Fevkınde (üstünde) ve tahtında (altında) havâ olmayan "amâ"da idi" buyurdular. "Amâ" lügatte "ince bulut" ma'nâ­sınadır. Ehlullahdan (büyük velilerden) ba'zılarının ıstılâhında (tanımlamalarında) "hazret-i ahadiyyet"ten (ahadiyet mertebesinden) ibârettir. Zîrâ mertebe-i ahadiyyeyi (ahadiyet mertebesini) Hakk'ın kendisinden gayri (başka) kimse bilmez. Ve o mertebe hicâb-ı Celâl'dir (celal perdesidir). Ve ba'zılarının ıstılâhında, (tanımlamalarında) menşe-i esmâ ve sıfâttan (esma ve sıfatların bulunduğu ve açığa çıktığı mertebeden) ibâret olan "hazret-i vâhidiyyet"ten (mana mertebesinden) ibârettir. Zîrâ "amâ"' "rakîk bulut" (ince bulut) ma'nâsınadır. Ve bulut yer ile gök arasına hâil (mani, perde) olur. Ve bu hazret-i vâhidiyyet (mana mertebesi) dahi, semâ-i ahadiyyet (semanın ahadiyeti) ile arz-ı kesret-i halkıyye (yeryüzünün yaratılmış çokluklar) arasına hâil (mani, perde) olur. Ve Şerh-i Dâvud-i Kayserî'de, ism-i câmi-'i (bütün isimleri kendinde toplamış, cem etmiş) İlâhî hasebiyle Hakk'ın taayyün-i evvelinden  (vahdet, uluhiyet mertebesinden) ibâret olduğu beyân buyrulmuştur (açıklanmıştır).  Ve İmâm-ı Şa'rânî hazretleri de: "Hadîs-i 'şerîfteki ...................... ma'nâsına olan "mevsûle" (birleşmeler, kavuşmalar) değil, "nâfiye"dir (nefy edicidir ‘bir şeyin olmadığını ifade eden olumsuzluk’).  Binâenaleyh (nitekim), "amâ"' Hak Teâlâ'nın halkından (yarattıklarından) temeyyüz eylediği (ayrı, farklı olduğu) evvelki (önceki) mertebedir" buyurur.

İmdi bu şerhin (açıklamaların) mukaddimesinde, (başlangıçında) tecelliyyât-ı vücûd (vücudun tecellileri) bahsinde (konusunda) îzâh olunduğu (anlatıldığı) üzere, vücûd-i mutlaktan (ıtlak olunmuş, kayıtsız vücuttan (zattan) ibâret olan fezâda (ucu bucağı bulunmayan boşlukta), nefes-i rahmânînin irsâlinden (rahmanın nefesini göndermesinden (ilmi suretlerin açığa çıkmasından) öbek öbek avâlimin (âlemlerin) madde-i ûlâsı (ilk maddesi, cevheri) mütekevvin olmuştur (oluşmuştur). Ehl-i fen (fen âlimleri) bu, mevâdd-ı ûlâya (ilk maddelere) "sehâb-ı muzî" (parlak bulut) ta'bîr ederler (derler).  Bidâyet-i tekevvünlerinde (başlangıçta, ilk oluştuklarında) gâyet rakîk (ince) ve şeffâf bulutlardan ibâret olduklarından, bunlara lügaten ancak "amâ" denebilir. Bu "amâ"lar gittikçe teberrüd (soğuyarak) ve tekâsüf edip (yoğunlaşıp) devrederler (kendi etraflarında dönüp dolaşırlar). Ve istihâlât-ı muhtelifeden (çeşitli değişimlerden) sonra, merkûb-i insan (insanın bineği ‘madde bedeni’) olurlar. Havâ unsuriyyâttan (basit elementlerden) mürekkeb (birleşik, terkip) olduğu ve fezâda ise unsuriyyât (elementlerin) bulunmadığı cihetle (hususuyla), "amâ"' ta'bîr olunan (denilen) bu rakîk (ince) bulutların ne fevklerinde (üstlerinde) ve ne de tahtlarında (altlarında) bi't-tabi' (doğal olarak) havâ olmaz. Unsuriyyâttan hâlî (boş) olduğundan fezâya "halâ" (boşluk) dahi tesmiye ederler (derler).

İmdi, bizim manzûme-i şemsiyyemizin (güneş sistemimizin) madde-i ûlâsı da (ilk maddesi, cevheri de) bidâyet-i hilkatte (yaratılmadan önce) böyle bir sehâb-ı muzî' (ince, parlak bulut) idi. Ve mertebe-i amâ'da ne seyyârât (gezegenler), ne güneş, ne de kamer (ay) ve ne de mahlûkat-ı sâireden (diğer yaratılmışlardan) bir şey mevcûd değil idi. Ve bu hal, yalnız bizim manzûme-i şemsiyyemizde (güneş sistemimizde) değil, diğer avâlim-i bî-nihâyede (sonsuz âlemlerde) dahi böyledir. Ebû Rezîn el-Ukaylî, sükkân-ı arzdan (dünya sakinlerinden) olduğu cihetle (yönüyle), suâlinde "Rabb'imiz" demekle gözünün gördüğü mahlûkâtın (varlıkların) Rabb'ini murâd ettiği halde, a'ref i Enbiyâ (Peygamberimiz) (S.a.v.) Efendimiz, cevâb-ı âlîlerinde (yüce cevaplarında) onun gözünün görmediği avâlim-i bî-nihâyenin (sonsuz âlemlerin, evrenlerin) ahvâline de (oluşlarınıda) şâmil olmak (içine almak) üzere ...................................... buyurdular: Ya'nî "Rabbimiz suver-i eşyânın (ilmi suretlerin) ızhârından (açığa çıkmasından) mukaddem, (önce) bî-sûret (suretsiz) olan amâ'da (ince, parlak bulut) idi ki, onun fevki (üstü) ve tahtı (altı) halâ (boş, boşluk) olup, oralarda anâsırdan terekküb eden (elementlerin bileşiminden meydana gelen) havâ yok idi" demek olur. Ve bu cevap ile mertebe-i amâ'ya (ama mertebesine) tenezzülünden mukaddem (inmesinden önce) vücûd-i mutlakın (kayıtsız, salt vücudun (zatın) rubûbiyetle (esmalarla) muttasıf olmadığına (vasıflanmadığına) ve rubûbiyet (esmalar), vücûdun ilk taayyünü (ilk oluşumu, belirmesi) olan mertebe-i amâ'dan (rakik bulutlardan (mana mertebesinden) bâşladığına işâret buyrulmuş olur.

Yüksekte uçan ey ehl-i hey'et
İrfân-ı Muhammedî'ye hayret!

İşte her bir âlemin madde-i ûlâsı (ilk maddesi) olan bu rakîk (ince, parlak) ve şeffâf bulutlar, vücûd-i mutlakta (kayıtsız, salt vücutta (zatta) bir hadd (sınır) ile  mahdûd (sınırlanmış) olduklarından, elbette cihet (yön, taraf) sâhibidirler. Binâenaleyh (nitekim), hem fevkleri (üstleri) ve hem de tahtları (altları) vardır. Ve bu "amâ"' (rakik bulutlar) zât-ı eltaf-ı latîfin (latifin latifi olan zat) mertebe-i kesîfeye (yoğun mertebeye) tenezzülünden (inmesinden, yoğunlaşmasından) ibâret bulunduğundan, bu hadîs-i şerîfte beyân buyrulan (bildirilen) fevk (üst) ve taht, (alt) Rabbü'l-âlemîn (alemlerin rabbi) hakkında tahdîdi (sınırlamayı) mutazammındır (içine alır).

Ondan sonra Allah Teâlâ, Arş üzerine istivâ eylediğini zikr eyledi. Bu da evvelki gibi tahdîddir. Ondan sonra her gece Hakk'ın semâ-i dünyâya indiğini zikr etti. Bu dahi tahdîddir. Ondan sonra tahkîkan Hak semâda ve arzda olduğunu zikr eyledi. Ve biz nerede olur isek, muhakkak bizimle berâber olduğunu zikr etti; tâ bizim "ayn"ımız olduğunu bize haber verinceye kadar. Halbuki biz mahdûdlarız. İmdi Hak,  kendi nefsini ancak hadd ile vasf eyledi (40).

Ya'nî Hak Teâlâ Kur'ân-ı Kerîm'de ..................................... (Tâ­hâ, 20/5) ya'nî "Rahmân Arş üzerine müstevî oldu" (kapladı, kuşattı) buyurdu. Ve Resûl'ünün lisâniyle de ................................ ya'nî "Allah Teâlâ her gece semâ-i dünyâya (dünya semasına) nüzûl edip (inip) buyurur ki: Tövbe eden var mıdır ki, tövbesini kabûl edeyim ve istiğfâr eden var mıdır ki, onu mağfiret edeyim" (bağışlayım) dedi. Ve kezâ Kur'ân-ı Kerîm'de .......................................(Zuhruf, 43/84) ya'nî "O öyle Allah'dır ki semâda da Allah'dır; arzda (dünyada) da Allah'dır.” ve .......................... (Hadîd, 57/4) ya'nî "Nerede olur iseniz, O sizinle berâberdir" buyurdu. İmdi Arş, yer, gök ve bizim bulunduğumuz yerler, hep emkine-i mahdûdeden (belirlenmiş, sınırlanmış mertebelerden) ibâret ve vücûd-i mutlakın (kayıtsız, salt vücudun (zatın) bi't-tenezzül (inerek, yoğunlaşarak) taayyününden (belirmesinden, oluşmasından) mütehassıl bulunduğundan (meydana geldiğinden) bunların cümlesi (bütün hepsi) tahdîdi mutazammındır (sınırı içinde barındırır (sınırlar). Bu sûrette Hak, nefsini ancak hadd ile (sınırlayarak) vasf etmiş (vasıflandırmış) olur.

Ma'lûm olsun ki, Cenâb-ı Şeyh-i Ekber (r.a.) evvelen (ilk önce)  "amâ" hakkındaki hadîs-i şerîfı; ve ba'dehû (daha sonra) Arş; (güneş sisteminin binası) ve ba'dehû (daha sonra) semâ-i dünyâyı (dünya semasını) ve ba’dehû (daha sonra) semâ (gök) ve arzı (yeryüzünü); ba'dehû (daha sonra) bizim ile maiyyet-i Hakk'ı (Hakk’ın beraberliğini) zikr etmekle (anlatmakla), etvâr-ı hilkatteki (yaratılış tarzının) tertîb-i vech (düzenlemesindeki husus) ile tahdîdâta (sınırlamalara, kısıtlamalara) işâret buyururlar. Şöyle ki, Arş'ın bir ma'nâsı da lügaten "binâ" demektir. "Amâ"' manzûme-i şemsiyye (güneş sisteminin) binâsının temeli mesâbesinde (derecesinde) olduğundan, evvelen (ilk önce) onu zikr ettiler (anlattılar). Ve tekâsüf eden (kesifleşen, yoğunlaşan) "amâ"nın (parlak, ince bulutların) devrinden (dönüp durmasından) mütehassıl (meydana gelen) kuvve-i ani'l-merkeziyye (merkazkaç kuvveti) sebebiyle, ilm-i hey'ette (astronomi ilminde) "seyyârât-ı ulviyye" (yüksek gezegenler) ta'bîr olunan (denilen), arzdan (dünyadan) evvelki (önceki) seyyâreler (gezegenler) iftikâk eylediklerinden (kopup ayrıldıklarından) ve bunların her birerleri birer binâ-i İlâhî (İlahi bina) olduğundan, ba'dehû (daha sonra) Arş'ı (güneş sistemini) zikr eyledi (anlattı).  Ve arzdan (dünyadan) evvel onun ulüvvünde (yüksekliğinde), ya'nî semâsındaki (göğündeki) seyyârât (gezegenler) mütekevvin olduğundan (oluştuğundan),  bâ'dehû (daha sonra) semâ-i dünyâyı (dünya semasını) zikr etti (anlattı). Ve ba'dehû (daha sonra) madde-i ûlâdan (ilk maddeden) cirm-i arz (dünyanın cismi) ve sırasıyla "seyyârât-ı süfliyye" (aşağı, alçak gezegenler) ta'bîr olunan (denilen) Zühre (venüs) ve Utarid (merkür) iftitâk eyledikierinden (kopup ayrıldıklarından) arzı (yeryüzünü) ve semâyı (göğü) zikr eyledi (anlattı). Ve arz (yeryüzü, dünya) üzerindeki mahlûkâtın istihâlâtından (başkalaşmalarından, değişmelerinden) sonra insan peydâ olduğundan, ba'dehû (daha sonra) bizim ile olan maiyyet-i vücûdu (vücudun beraberliğini) beyân buyurdu (açıkladı).

(Devam edecek)

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-30.03.2004
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail