KELİME-İ SÂLİHİYYE’DE MÜNDEMİC
“HİKMET-İ
FÜTÛHİYYE”NİN
BEYÂNINDA OLAN FASTIR
Ve bu şuhûdun
sâhibi cemî'-i mevcûdâtın ma'zeretlerini, her ne kadar onlar
i'tizâr etmedilerse de, onlar tarafından ikame eder ve bilir ki,
muhakkak onda olan şeyin hepsi ondan oldu. Nitekim, biz onu "ilim
ma'lûma tâbi'dir" kavlimizde zikrettik. Binâenaleyh ona,
garazına muvâfık olmayan şey geldikde, nefsine der ki: "Ellerin
bağladı; ağzın üfledi” Ve Allah doğru söyler ve sebîle hidâyet
eyler (20).
Ya'nî kişiye hayır ve şerden her ne isâbet ederse, yine kendi
nefsinden geldiğini müşâhede eden (gören)
erbâb-ı ma'rifet (marifet
sahibi kişiler), cemî-'i
mevcûdâtı (bütün varlıkları)
harekât ve sekenâtında (duruşunda)
ma'zûr (özürlü)
görüp onların ma'zeretlerini yine onlar tarafından ikâme
ederler (yerine getirirler)
. Maahâza
(bununla beraber),
onların ma'zur (özürlü)
gördükleri kimseler kendilerini ma'zûr
(özürlü) görmezler; ve
zannederler ki, kendilerine isâbet eden şey, nefislerinin
hâricinden (kendilerinin dışından)
gelmiştir. Halbuki şuhûdun
(görüş) sâhibi, herkesin
kendi nefsinde bi'l-kuvve (potansiyel
olarak) mevcûd olan şeyin, fiilen ondan husûle
geldiğini bilir. Ve bu hakîkat, "İlim mâ'lûma tâbîdir"
(ilim, bilinene bağlıdır)
kavlinde (sözünde)
zikredilmiş (anlatılmış)
idi. Ya'nî Hakk'ın ilmi, ma'lûm olan
(bilinen) a'yân-ı sâbiteye
(ilmi suretlere) tâbîdir;
(bağlıdır) ve irâdesi
dahî ilmine tâbîdir (bağlıdır).
Binâenaleyh (nitekim)
onun garazına (maksadına)
muvâfık (uygun)
olmayan şey, kendine vâsıl olduğu
(ulaştığı) vakit nefsine
hitâben der ki: "Ellerin bağladı, ağzın üfledi'. Ya'nî sana
gelen şey, başkasından değil, ancak senin ayn-ı sâbiten
(ilmi suretinin)
iktizâsındandır. (gereğindendir)
............... beyne'l-arab
(Araplar arasında) bir darb-ı
meseldir (ata sözüdür).
Ve bu darb-ı meselin (ata
sözünün) sebeb-i vürûdu (geliş
sebebi) budur ki, bir kimse denizden mürûr etmek
(geçmek) murâd etti. Fakat
vâsıta bulamadı. Bir tulumu üfleyerek şişirdi ve elleriyle
ağzını bağladı. Velâkin bağını muhkem
(sağlam) yapmadı. Vaktâki
(ne zaman ki) o tuluma binip
deniz ortasına geldi, ağzı çözülüp içindeki hava çıktı. Ol kimse
suya battı. O sırada bir kimseden istiâne ettikde
(yardım istediğinde) ,
ona bu darb-ı meseli (ata
sözünü) söyledi. Ve hadîs-i şerifde dahî
.................................. ya'nî "Kim ki hayır bulursa
Allâh'ı hamd etsin ve onun gayrini (ondan
başka) bulan kimse dahî ancak nefsine levm eylesin!"
(nefsini kötülesin)
Ma'lûm olsun ki; "kazâ" mine'l-ezel ile'l-ebed
(ezelden ebede kadar) â'yân-ı
mevcûdât (belirmiş varlıklar,
birimler) üzerine vâkı' olacak
(gerçekleşecek) ahvâl-i
câriyye (geçer durumlar)
ve ahkâm-ı târiyye (bela hükümleri)
ile Hakk'ın hükm-i küllîsinden
(tümel, tam hükümden)
ibârettir.
Ve "kader" isti'dâdlarının vukû'unu
(oluşmasını) iktizâ ettiği
(gerektirdiği) evkât
(vakitler) ve ezmân-ı
muayyene (muayyen zamanlar)
içinde, sebeb-i mahsûs (belli
sebep) ile a'yânın (ilmi
suretlerin) ve onların ahvâlinin îcâdından
(yaratılmasından) ibârettir.
Ve "sırr-ı kader" (kader sırrı)
dahî, a'yân-ı sâbiteden (ilmi
suretlerden) her bir "ayn"ın
(ilmi suretin) vücûdda zâten
(zat olarak) ve sıfâten
(sıfat olarak) ve fiilen
(fiil olarak) ancak
kâbiliyyet-i asliyyesi (asıl
kabiliyeti) ve isti'dâd-ı zâtîsi
(kendi istidadı) iktizâsınca
(gereğince) zuhurudur
(açığa çıkışıdır) .
Ve "kaderin sırrının sırrı" dahî odur ki, a'yân-ı
sâbite, (ilmi suretler)
Hakk'ın zâtından hâric (dışarda)
umûr (işler, hususlar)
değildirler ki, Hakk'ın ma'lûmu
(bilineni) olsunlar ve 0'nun
ilminde alâ-mâ-hiyealeyh (gerçeği
üzere, olduğu gibi) müteayyin
(meydana çıkmış, belli)
bulunsunlar. Belki onlar Hakk'ın niseb
(sıfatları) ve şuûn-i
zâtiyyesidir (zatının fiilleri,
işleridir).
Binâenaleyh (nitekim)
kendi hakîkatlerinden müteğayyir (farklı)
olmaları mümkin değildir. Zîrâ Hakk'ın zâtıyyâtı
(zatına ait hususiyetleri)
ca'li (yapma, vücuda getirme)
ve tağayyürü (farklı olmayı,
başkalaşmayı) ve tebdîli
(değişmeyi) ve ziyâdeliği
(fazlalığı) ve noksanı
kabûlden münezzeh (arı, beridir)
ve müberrâdır (temiz,
beri paktır).
Ve bu umûr (işler, hususlar)
ma'lûm olunca bilinir ki, Cenâb-ı Hakk'ın mevcûdât üzerine
hükmü, a'yân-ı sâbiteye (ilmi
suretlere) olan ilmine tâbi'dir
(bağlıdır).
Ve Hakk'ın ilminin a'yân-ı sâbiteye
(ilmi suretlere) tâbi'
(bağlı) olması o ma'nâyadır
ki, ilm-i ezelînin (Allah’ın ezeli
bilgisinin) ma'lûmda (bilinende,
ilmi surette) ve emrin isbât veyâ nefyinde
(olmasında veya olmamasında)
hiçbir te'sîri (etkisi)
yoktur; belki onun ilminin taalluku
(gerçekleşmesi) o vech
iledir ki, o ma'lûm (bilinen (ilmi
suret), hadd-i
zâtında (aslında) onun
üzerinedir. Ve ilmin o ma'lûm (bilinen)
hakkında bir gûnâ (türlü)
te'siri (etkisi)
ve sirâyeti (geçmesi, bulaşması)
yoktur. Ve a'yân-ı sâbite
(ilmi suretler) Hakk'ın
niseb (sıfatları) ve şuûn-ı
zâtiyyesinin (kendi işlerinin,
fiillerinin) sûretleridir. Ve Hakk'ın nisebi
(sıfatları) ve şuûn-ı
zâtiyyesi (kendi işleri, fiilleri)
tağayyür (bozulma)
ve tebeddülden (değişmekten)
ezelen ve ebeden mukaddes
(mübarek, ari) ve
münezzehdir (temiz, beridir).
Binâenaleyh
(nitekim) a'yân
(manalar, ilmi suretler)
dahî kendi zatlarında ne hâl (oluş)
üzere idiyseler, onların o hâlden tağayyürleri
(değişmeleri) mümteni'dir
(düşünülemez).
Ve Hakk'ın onlar üzerine hükmü dahî kabiliyetleri
iktizâsınca (gereğince)
ve isti'dâdları mûcibince (gereğince)
olur. Lisân-ı isti'dâd (istidatlarının
dili) ile Hazret-i Hak'tan ve Cevâd-ı mutlaktan
(mutlak’ın cömertliğinden)
her ne taleb etmişlerse (istemişlerse);
ister derekât-ı şekavetten
(alt seviyedeki cehennemliklerden)
olsun, ister derecât-ı saâdetten
(üst basamak cennetliklerden)
olsun, lâyık oldukları şey bilâ-ziyâde
(fazlasız) ve lâ-noksan
(eksiksiz) kendilerine atâ
(ihsan olunur, verilir)
ve in'âm olunur (nimetlendirilir).
(Cevâhir-i Gaybîyye'den tercüme.)
İmdi Hz. Şeyh (r.a.), bu fass-ı lâtîfde
(ince eserde) beyân
buyurduğu (açıkladığı)
hakâyıkın (hakikâtlerin)
lisân-ı mübâreklerinden (mübarek
lisanından) cârî olan (akıp
geçen) kelâm-ı Hak (Hakk’ın
sözleri) olduğuna işâreten
........................... buyururlar. Zîrâ bu
Fusûsu'l-Hikem'in mukaddimesinde
(başlangıcında) dahî beyân
buyurdukları (açıkladıkları)
üzere, bu kitâb cenâb-ı Fahr-ı risâlet (s.a v) Efendimiz
tarafından ilkâ buyrulmuştur (ilham
edilmiştir) ve Sallallahu aleyhi ve sellem'in kelâmı
(sözleri) ise
............................................ (Necm, 53/3-4)
âyet-i kerîmesinin şehâdeti üzerine kelâm-ı Hak'tır
(Hakk’ın sözleridir) ve
Şeyh-i Ekber (r.a.) dahî vâris-i nebevîdir
(Peygamberimizin mirasçısıdır)
. Binâenaleyh
(nitekim) onun kelâmı
(sözleri) dahî kelâm-ı
Hak'tır.(hakk’ın sözleridir)
................................. (Tâhâ, 20/47)
İntihâ: 11 Teşrin-i evvel 332; 26 Zilhicce 334
Salı gecesi, sâat 4.
(Devam edecek)
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-06.07.2004
http://sufizmveinsan.com
|