BU FASS
KELİME-İ ÎSEVİYYE'DE MÜNDEMİC HİKMET-İ NEBEVİYYE" BEYÂNINDANDIR
Binâenaleyh
(nitekim),
Nasârâ'nın
(Hıristiyanların)
hulûle
zâhib olan
(Allah’ın İsa a.s.’ ın vücudunun içine girdiğini sanan)
tâifesi, "İbn-i Meryem"
(Meryem’in oğlu)
kavilleriyle,
(sözleriyle)
Allah'dan
sûret-i nâsûtiyye-i beşeriyyeye
(beşer suretinde olan insanlara)
tecâvüz
ettiler
(saldırdılar).
Ve sûret-i
beşeriyye-i İseviyyeden
(İsa a.s.’ın beşer, insan) suretinden)
ölüyü
diriltmek keyfıyyeti
(hususiyeti)
zâhir
olmakla
(açığa çıkmakla, görülmekle)
Allâh'ı o
sûretin zımnına
(dolayısıyla)
idhâl
(içine soktular, dahil)
eylediler.
Ve bu tazmîn
(içine koymak)
ile
Ulûhiyyet-i mutlakadan
(mutlak Uluhiyyetten, Allah’tan)
yüz
çevirip, ulûhiyyeti
(Allah’ı)
bu sûrette
hasr ettiler
(sıkıştırdılar, sınırladılar).Ve
binâenaleyh
(nitekim)
"Allah,
İbn-i Meryem'dir"
(Meryem’in oğludur)
dediler.
Halbuki sûret-i beşeriyye-i İseviyye,
(İsa a.s.’ın beşer sureti, bedeni)
şübhesiz
İbn-i Meryem'dir
(Meryem’in oğludur)
İmdi
onların .......................... (Mâide, 5/17) kavlini
(sözlerini)
işiten
kimse, onların ulûhiyyeti
(Allah’ı)
sûret-i
İseviyyeye
(İsa a.s’ın vücuduyla)
nisbet
ettiklerini
(kıyasladıklarını, bir tuttuklarını)
ve
ulûhiyyeti
(Allah’ı)
sûret-i
beşeriyye-i İseviyyenin
(İsa’nın beşer olan bedeninin)
aynı
kıldıklarını tahayyül etti
(düşündü).
Halbuki
onlar ulûhiyyeti
(Allah’ı)
sûret-i
İseviyyeye
(Hz. İsa’nın vücuduyla)
nisbet
ederek
(kıyaslıyarak, bir tutarak),
onu
o sûretin aynı kılmadılar; belki hüviyyet-i ilâhiyyeyi
(ilahi zatını)
İsa (a.s.)ın
ibtidâ-yı zuhûrundan
(meydana ilk gelişinden)
i'tibâren
sûret-i beşeriyye-i îseviyyede
(İsa a.s’ın beşer suretinde, bedeninde)
hasr
ettiler
(kısıtladılar, sıkıştırdılar)
ki, o
sûret İbn-i Meryem'dir.
(meryemin oğludur)
Binâenaleyh
(nitekim)
hulûle
(içine girdiğini)
kâil
oldular
(söylediler)
ki, o da
küfürdür. Böyle olunca bu kavilleriyle
(sözleriyle)
sûret-i
beşeriyye-i îseviyye
(İsa’nın dünyaya gelmiş vücudu)
ile ondan
sâdır olan
(çıkan)
ihyâ-yı
mevtâ
(ölüyü diriltme)
hükmü
beynini
(arasını)
fasl
ettiler;
(ayırdılar)
ve bu
sûret-i îseviyyeyi
(İsa a.s’ın suretini)
hükmün
aynı kılmadılar. Ya'nî onlar sûret-i İseviyyeye
(İsa a.s’ın suretine, bedenine)
baktılar;
Meryem'in oğlu olan bir beşerdir,
(insandır)
dediler.
Ölüyü diriltmesine baktılar; hasâis-ı İlâhiyyeden
(İlahi sıfatlardan, özelliklerden)
olan bu
hal, beşerden
(insandan)
sâdır
olmak
(çıkması)
muhâldir
(imkânsızdır),
dediler.
Binâenaleyh
(nitekim)
sûret-i
beşeriyyesiyle
(beşer olan suretiyle)
berâber
ölüyü diriltmesine nazaran
(bakarak)
.................... dediler ki, bu kavl
(söz)
.......................... ya'nî "Muhakkak Allah Mesîh ibn
Meryem
(meryemin oğlu İsa a.s.’ın)
sûretindedir" ma'nâsını mütezammın
(kavramış, içine almış)
oldu. Ve
bu kavl
(söz)
ile sûret
ve hüküm arası tefrîk edilmiş
(ayrılmış)
oldu. Bu
hâl ise ancak hulûl sûretiyle
(içine girme, geçme şekliyle)
mümkündür.
Ya'nî Allâh'ın İsa sûretine hulûl etmiş
(girmiş)
olmasıyla
kâbildir
(mümkündür).
İşte onların menşe-i tekfîrleri
(kâfir denmelerinin aslı, kökü)
budur.
Halbuki hadd-i zâtında
(aslında)
vücûd-i
hakîkî-i Hak'tan
(Hakk’ın gerçek vücudundan)
başka bir
vücûd yoktur ki, hulûl
(içine girme)
mutasavver
olabilsin
(düşünülebilsin).
İmdi
onların hüviyyet-i ilâhiyyeyi
(Hakk’ın zatını)
İsa (a.s)’ın
ibtidâ-yı zuhûrundan
(meydana ilk çıkışından)
i'tibâren
sûret-i beşeriyye-i İseviyyede
(İsa a.s’ın bedeninde)
hasr
etmeleri
(mahsus kılmaları, sıkıştırmaları)
doğru
değildir. Nitekim Cebrâîl (a.s.) beşer
(insan)
sûretinde
ibtidâ-yı zuhûrundan
(meydana ilk çıkışından)
i'tibâren-
nefh etmedi
(nefesini üflemedi).
Belki
temessülünden
(insan şekline girmesinden)
bir müddet sonra nefh etti
(üfledi).
Demek ki
Hz. Cibrîl
(Cebrail)
"sûret"
ile "nefh"
(nefesini üfürme)
beynini
(arasını)
fasl etti;
(ayırdı)
ve nefh
(üfürme)
sûretten
(cisimlenmekten)
hâdis oldu
(sonra meydana geldi).
Binâenaleyh
(nitekim)
"sûret"
mevcûd olduğu halde / "nefh"
(nefes üfleme)
mevcûd
değil idi. Demek ki "nefh"
(nefes verme)
"sûret"in
(bedenin)
hadd-i
zâtîsinden
(kendisinden)
değildir.
Bunun gibi hüviyyet-i İlâhiyye
(ilahi zat)
mevcûd
olduğu halde, sûret-i İseviyye
(İsa’nın sureti)
mevcûd
değil idi. Şu halde sûret-i İseviyye
(Hz. İsa’nın sureti)
hüviyyet-i
İlâhiyyenin
(İlahi Zat’ın)
hadd-i
zâtîsinden
(aslından, kendisinden)
değildir.
Ve kezâ
(böylece)
sûret-i
İseviyye
(Hz. İsa’nın sureti)
mevcûd
olduğu halde, bu sûretin zuhûrunu müteâkib
(açığa çıkışının hemen ardından)
ondan
ihyâ-yı mevtâ
(ölüyü diriltme)
vâkı'
olmadı
(olayı gerçekleşmedi)
,
belki
ba'de-zamânın
(bir zaman geçtikten sonra)
vâkı' oldu
(gerçekleşti).
Şu
halde ihyâ-yı mevtâ
(ölüyü diriltme),
sûret-i
İseviyyenin
(İsa a.s’ın suretinin)
hadd-i
zâtîsinden
(aslından, kendisinden)
değildir.
Böyle
olunca İsa hakkında, ehl-i milel beyninde hilâf vâkı' oldu ki, o
nedir? İmdi onun sûret-i insâniyye-i beşeriyyesi cihetinden ona
nâzır olan kimse, o İbn-i Meryem'dir, der. Ve onun sûret-i
mütemessile-i beşeriyyesi cihetinden ona nâzır olan kimse, onu
Cebrâîl'e nisbet eder. Ve ihyâ-yı mevtâdan ondan zâhir olân şey
cihetinden ona nazar eden kimse, onu rûhiyyetle Allah'a nisbet
eder. Binâenaleyh o, rûhullahdır, der. Ya'nî nefh ettiği kimsede
hayât, onunla zâhir oldu. İmdi bir vakit Hak onda mütevehhem (ism-i
mef’ûl) olur; ve bir vakit melek onda mütevehhem olur; ve bir
vakit beşeriyyet-i insâniyye onda mütevehhem olur. Binâenaleyh
her nâzır indinde, onun üzerine gâlib olan şey hasebiyle vâkı'
olur. Şu halde o, "kelimetullah"dır; ve o, "Rûhullah"dır ve o, "Abdullah"dır.
Halbuki bu, sûret-i hissiyye-i beşeriyyede onun gayri için
yoktur. Belki her bir şahıs eb-i sûrîsine mensûbdur, sûret-i
beşeriyyede onun rûhunu nefh edene değil. Zîrâ Allah Teâlâ
............... (Hicr, 15/29) vech ile, cism-i insânîyi tesviye
eylediği vakit, Allah Teâlâ ona kendi rûhundan nefh eyledi.
Binâenaleyh onun vücûdunda ve "ayn"ında rûhu kendine nîsbet
etti. Halbuki İsa böyle değildir. Zîrâ onun cesedinin ve sûret-i
beşeriyyesinin tesviyesi nefh-i rûhîde münderic idi; ve onun
gayri bizim zikr ettiğimiz gibidir. Ve onun misli vâkı' olmadı
(14).
Ya'nî
kendisinde üç muhtelif cihet
(yön)
bulunân
İsa (a.s.) hakkında Müslimîn
(Müslümanlar)
ve
kâfırînden
(kâfirlerden)
olan ehl-i
edyân
(dindarlar)
beyninde
(arasında)
ihtilâf
(anlaşmazlık)
vâkı' oldu
(oluştu)
ki, onun
mâhiyyeti
(aslı, iç yüzü)
nedir?
İmdi onun sûret-i insâniyye-i beşeriyyesi
(beşer olan insan sureti)
cihetinden
(yönünden)
ona nâzır
olan
(bakan)
kimse: "O
Meryem'in oğludur; ve Allâh'ın kulu ve resûlüdür. Ve ihyâ-i
mevtâ
(ölüyü diriltme),
onun
sûreti
(bedeni)
ile
mütecellî olan
(görünen)
Allah
Teâlâ'dan vâkı' oldu
(olageldi, gerçekleşti).
Zîrâ
(çünkü)
Allâh
Teâlâ, kudretiyle onu mümsik olan
(tutan)
onun
Kayyûm'udur
(varlığını ayakta tutandır, birimin varlığı ancak Hakk’ın
varlığı ile kaimdir, Allah’ın asli sıfatlarındandır)
.
Nitekim
bir kimse bıçakla birini katletse
(kesse),
fıil-i
katl
(kesme işlemi)
bıçağa
değil, o kimseye izâfe olunur
(bağlanır).
Bıçak
ancak sebeb ve âlet-i katldir"
(kesmek için kullanılan alettir)
der. Ve bu
kavl
(sözler),
Muhammedî
olan Müslimînin
(Müslümanların)
kavlidir
(sözleridir).
Bu husûstaki kavl-i Nasârâ
(Hıristiyanların sözleri)
ise bâlâda
(yukarıda)
murûr etti
(geçti).
Ve
cenâb-ı İsa'nın sûret-i mütemessile-i beşeriyyesi
(insan suretinde cisimlenmiş, suretlenmiş bedeni)
cihetinden
(bakımından)
ona nâzır
olan
(bakan)
kimse, onu
Cibrîl
(Cebrail)
(a.s.)’a
nisbet edip
(kıyaslayıp, bağıntılı kılıp)
onun
hakkında: "O Cibrîl
(Cebrail)
(a.s.)’a
benzer; ve Cibrîl
(Cebrail)
(a.s.)
beşer-i seviyy
(tam bir beşer)
sûretinde
temessül ettiği
(suretlendiği, cisimlendiği)
vakit, o
melek-beşerdir" der. Ve bu kavl
(söz)
dahi
Müslimînin
(Müslümanların)
kavlidir
(sözleridir).
Ve mevtâyı
ihyâ eden
(ölüyü dirilten)
onun
sûretinde
mütecellî
bulunan
(tecelli eden, görülen)
kezâlik
(böylece)
Allah
Teâlâ hazretleridir. Nitekim cenâb-ı Meryem'e onun beşer-i
seviyy
(tam olarak beşer)
sûretinde
tasavvurundan
(düşünülmesinden)
sonra;
Cibrîl
(Cebrail)
(a.s.)
sûretinde tecellî eyledi
(göründü)
;
ve
Meryem'e nefh eyledi
(nefesini üfledi),
İsa
(a.s.) vâkı' oldu
(meydana geldi)
.
Ve
işte bunun için Hak Teâlâ hazretleri nefhi
(nefesi)
kendisine
nisbet edip
(bağlayıp, bağıntılı kılıp)
........................ (Enbiyâ, 21/91) buyurdu. İmdi burada
İsa (a.s.) sebebiyle, ihyâ-yı mevtâ
(ölüyü diriltti)
buyurması
hakkında Allah Teâlâ için üç tecellî sûreti
(üç şekilde göründüğü)
sâbittir
(anlaşılmıştır)
:
Birincisi,
bilâ-tağayyür
(değişmeksizin)
Cibrîl-i
aslî
(Cebrail a.s’ın asıl, hakiki)
sûretidir.
İkincisi, Hz. Cibrîl'in
(Cebrail’in)
cenâb-ı
Meryem'e geldiği beşer-i seviyy
(insan şeklinde cisimlenmiş, şekillenmiş)
sûretidir.
Üçüncüsü, İsa (a.s.)’ın sûretidir. Ve millet-i İseviyye indinde
(İsa a.s’ın milletince)
........................ ta'bîr olunan
(denilen)
bu teslîs
(üçleme)
sahihdir
(doğrudur).
"Eb"den
(“baba” dan)
murâd,
beşer-i seviyy
(tam olarak beşer, insan)
sûretidir.
"İbn"den
(“oğul” dan)
murâd, İsa
(a.s.)’ın sûretidir. "Rûhü'l-kudüs"ten
(“kutsal ruh” dan)
murâd
dahi, sûret-i asliyye-i nûriyye-i melekiyyesiyle
(asıl yapısı nur olan melek suretiyle)
Cibrîl
(Cebrail)
(a.s.)’dır. Bu suver-i selâse,
(üçlü suretler)
merâtib-i
vücûdiyye
(vücut mertebeleri)
ile
ba'zısı ba'zısının fevkında
(üstünde)
olarak
Allah Teâlâ hazretlerinin tecellîsi
(görünmeleri)
olmak
i'tibâriyle
(bakımından)
Hak'tır.
Zîrâ
(çünkü)
Hak Teâlâ
o sûretlerin Kayyûm'udur
(suretleri ayakta tutandır).
Ve
o sûretlerin vücûdu vücûdât-ı izâfiyyedir.
(Hakk’ın varlığı ile var olmuşlardır, varlıkları Hakk’a
bağlıdır, nisbi vücutlardır)
Ve Hakk-ı
mutlakın
(Mutlak Zat’ın)
ve vücûd-i
hakîkînin
(gerçek vücudun)
vücûdât-ı
izâfiyyede
(nisbi, göreye göre olan vücutlarda (varlıklarda)
vâkı' olan
(olagelen)
tecelliyâtı
(görünmeleri, belirmeleri)
hulûl
(içine girme)
ve ittihâd
(birleşme)
ve
inhilâl
(dağılma, bozulma)
sûretleriyle
(yollarıyla)
değildir.
Allah Teâlâ bunlardan münezzehdir
(temiz, arı, beridir).
Ve Cenâb-ı
İsa'dan ihyâ-yı mevtâ
(ölüyü diriltme)
zâhir
olması
(görülmesi)
cihetinden
(bakımından)
ona nazar
eden
(bakan)
kimse, onu
rûhiyyetle
(ruhuyla)
Allah
Teâlâ'ya nisbet eder
(bağıntılı kılar, bir kılar)
.
Binâenaleyh
(nitekim),
onun
hâkkında: "O Rûhullahdır,
(Allah ruhudur)
ya'nî nefh
ettiği
(nefes verdiği)
kimsede
hayât, rûhullah
(Allah ruhu)
olan
İsa (a.s.) ile zâhir oldu"
(meydana geldi)
der. Bu
kavl
(söz)
dahi
Müslimînin kavlidir
(Müslümanların sözüdür).
Zîrâ
(çünkü)
Kur'ân-ı
Kerîm'de, onun hakkında ............. (Nisâ, 4/171) buyruldu. Ve
kavl
(söz)
evvelki
kavle
(önceki söze)
karîbdir
(yakındır).
Velâkin
(amma)
onda
sûret-i mütemessile
(girdiği şeklin, göründüğü suretin)
i'tibârı
(değeri)
yoktur.
Kâfirlere
gelince: Onlardan ba'zıları lbn-i Meryem
(Meryem’in oğlu)
olan cenâb-ı
İsa'ya ulûhiyyetin
(Allah’ın)
hulûl
ettiğini
(girdiğini, dahil olduğunu)
ve
ba'zıları Ulûhiyyetin
(Allah’ın)
onunla
ittihâd eylediğini
(birleştiğini)
iddiâ
ettiler ki, o bu i'tibâr
(değer)
ile nefs-i
İlâh
(İlahi nefs)
olmuş
olur. Binâenaleyh
(nitekim)
onlar dediler ki: İlâh tesellüs edip
(üçlenip)
"Eb"
(baba olarak (beşer suretine)
ve "İbn"
(oğul olarak (İsa a.s. suretine)
ve "Rûh-i
Kudüs"e
(mukaddes ruh olarak (cebrail a.s.’a)
inkısâm
etti.
(bölündü, taksim olundu)
Ondan
sonra dönüp İlâh vâhiddir"
(tektir)
dediler;
ve "Ekânîm-i selâse"
(üç asıl)
ittihâz
eylediler
(kabullendiler).
Ve
onların lügatinde "uknûm" "asıl" ma'nâsınadır. Şu halde "ekânîm-i
selâse"
(üç asıl)
"usûl-i
selâse"
(üç usul)
de demek
olur. Ba'dehû
(daha sonra)
onlara
"sıfât-ı selâse"
(üç sıfat)
tesmiye
edip
(deyip)
"vücûd" ve
"hâyât" ve "ilim" dediler. Sonra da “uknûm-i ilm”
(asıl ilim),
İsa
ibn Meryem'e
(Meryem’in oğlu İsa’ya)
hulûl edip
(dahil olup)
onunla
birleşti. Ve onun nâsûtu
(insanlığı)
salb
olunmakla
(çarmıha gerilmekle)
bu uknûm-i
ilm
(asıl ilim),
ondan
infisâl edip
(ayrılarak, onu terk ederek)
aslına
rücû' eyledi
(geri döndü),
dediler.
Ve bâlâda
(yukarıda)
zikrolunduğu
(anlatıldığı)
üzere, İsa
(a.s.)’ın i'tibârât-ı selâseyi
(üçlü faraziyeyi)
kâbil
(mümkün)
olan
hakîkat-i zâhire
(açığa çıkmış hakikâtler)
olduğunu
idrâk
edemediler. Bunca tedkîkât
(incelemeler)
ve
keşfiyyât-ı fenniyye
(fen alanında yaptıkları keşifler, buluşlar)
ile
temeyyüz eden
(sivrilen, kendini gösteren)
tâife-i
Nâsârâ'nın
(Hıristiyan milletinin)
ma'rifet-i
İlâhiyyedeki
(İlahi ilimlerdeki, bilgilerdeki)
derece-i
cehillerine
(cahillik derecelerine)
hayret
etmemek kâbil
(mümkin)
değildir.
.......................... (Ra’d 13/33) ya'nî "Allâh'ın ıdlâl
ettiği
(saptırdığı)
kimse
için hâdî
(hidayet eden)
yoktur."
İmdi İsa
(a.s.)’ın mâ-i muhakkak
(gerçek, hakiki su)
ile mâ-i
mütevehhemden
(var olduğu sanılan sudan)
mütekevvin
(mevcut)
olması
hasebiyle, bu tevehhümün
(var sanılan şeyin)
te'sîrâtından
(etkilerinden)
dolayı bir
vakit Hak, cenâb-ı İsa'da (ism-i mef'ûl sîgasıyla) mütevehhem
(vehmolunan, öyle sanılan)
olur; ve
bir vakit, melek onda mütevehhem olur
(varsayılır, vehmedilir);
bir vakit
dahi, onda beşeriyyet-i insâniyye mütevehhem olur
(varsayılır, vehmedilir).Binâenaleyh
(nitekim)
cenâb-ı
İsa'ya nazar eden
(bakan)
kimsenin
onun hakkındaki zann-ı gâlibi
(düşüncesinde, zannında üstün olan)
ne ise, o
zann-ı gâlib
(üstün olan zannı)
hasebiyle
vâkı' olur
(oluşur).
Böyle
olunca bu zunûnun
(zanların)
ihtilâfi
(uyumsuzlukları)
hasebiyle
Hz. İsa, cenâb-ı Cibrîl'in
(Cebrail’in)
kelimetullâhı
(Allah kelamını)
Meryem'e
nefh edip
(üfürüp)
ilkâ
etmesi
(bırakması)
cihetinden
(bakımından)
"kelimetullah"dır;
(Allah kelamıdır)
ve mevtâyı
ihyâ etmesi
(ölüyü diriltmesi)
cihetinden
(bakımından)
"Rûhullah"dır
(Allah ruhudur);
ve
sûret-i beşeriyye-i insâniyyesi
(beşer olduğu insan sureti)
cihetinden
(yönünden)
"Abdullah"dır
(Allah kuludur).
Bunun
için İsa (a.s.)’ın katl
(öldürme)
ve salbi
(çarmıha germe)
mes'elesinde dahi, zunûnun
(vehimlerin, zanların)
te'sîrâtı
(etkileri)
zâhir
olmakla
(görülmekle)
ihtilâf
(uyumsuzluk)
vâkı' oldu
(oluştu).
Nitekim
bâlâda
(yukarıda)
tafsîl
(açıklandı)
ve îzâh
olundu
(anlatıldı).
Halbuki
bu ihtilâf
(aykırılık)
ve bu
hüküm, sûret-i hissiyye-i beşeriyyede
(beşer, insan) suretiyle dünyaya
gelmiş)
hiç bir
kimse için vâkı' olmadı
(gerçekleşmedi)
.
Çünkü hiç
bir ferdin
(kimsenin)
sûret-i
tekevvünü
(meydana geliş şekli)
İsa
(a.s.)’ın tekevvününe
(meydana gelişine)
mümâsil
değildir
(benzemez).
Belki
cenâb-ı İsa'nın gayrı olan
(İsa a.s.’dan başka)
her bir
şahıs eb-i sûrîsine
(babalarının suretine)
mensûbdur
(bağıntılıdır, ilişkilidir).
Yoksa
sûret-i beşeriyyede
(beşer suretinde)
rûhunu
nefh edene
(üfleyene)
mensûb
(bağıntılı, ait)
değildir.
Zîrâ
(çünkü)
Hak Teâlâ ................. (Hicr 15/29) ya'nî "Âdem'i tesviye
ettiği
(son şeklini verdiği)
vakit"
buyurduğu vech ile,
(şekilde)
cism-i
insânîyi
(insanın cismini (bedenini)
tesviye
ettikde,
(verdiğinde)
o cism-i
müsevvâya
(tesviye ettiği, son
şeklini verdiği cisme)
kendi
rûhundan nefh etti.
(üfledi)
Binâenaleyh
(nitekim)
cism-i
insânînin
(insanın cisminin (bedeninin)
vücûdunda
(varlığında)
ve
taayyününde
(oluşmasında)
Allah
Teâlâ rûhu kendine nisbet eyledi
(bağıntılı, ait kıldı).
Zîrâ
(çünkü)
rûh, Hak
Teâlâ'nın emrinden ibâret olmakla, cism-i müsevvâ-yı insânîye
(insanın tesviye edilmiş, son şekli verilmiş cismine (bedenine)
nefhden
(üflemeden)
evvel ve
sonra Hakk'a mensûbdur
(bağıntılıdır, aittir).
Cism-i
müsevvâ
(şekillenmiş, tesviye edilmiş cisim,beden)
ise nutfe-i
pederin
(babadaki spermin)
rahm-ı
mâdere
(ana rahmine)
cereyânından
(geçmesinden)
husûle
gelmekle
(oluşmakta),
bu
nutfenin
(spermin)
sâhibi
olan eb-i sûriye
(babanın suretine)
mensûbdur
(bağıntılıdır, aittir).
Halbuki
İsa (a.s.)’ın mahlûkıyyeti
(yaratık, mahluk olması)
ve
tekevvünü
(meydana gelişi)
böyle
değildir. Zîrâ
(çünkü)
nutfesi
(spermi)
vâlidesinin rahmine cereyan etmiş
(geçmiş)
olan bir
eb-i sûrîsi
(baba sureti, bedeni)
yoktur ki,
bu nutfeden
(spermden)
onun
madde-i cismiyyeti
(madde olan cismi, bedeni)
vücûda
gelsin ve ba'de't-tesviyye
(tesviye edildikten, son şekli verildikten sonra)
ona rûh
nefh olunsun.
(üflensin)
İsa
(a.s.)’ın cesedinin
(madde bedeninin)
ve sûret-i
beşeriyyesinin
(beşer suretinin)
tesviyesi
(verilmesi)
nefh-i
rûhîde,
(üfürülen ruhta)
ya'nî
Rûhu'-l-emîn olan Hz. Cibrîl'in
(Cebrail’in)
nefhinde
(nefesinde)
münderic
(bulunuyor)
idi. Ve onun gayrisi
(ondan başkası)
zikr
olunduğu
(anlatıldığı)
vech ile
(şekliyle)
ceseden
(beden, cesed olarak)
ve
taayyünen
(oluşması, belirmesi bakımından)
eb-i
sûrisine
(babasının süretine)
ve rûhen
(ruh olarak)
Hak
Teâlâ'ya mensûbdur
(bağıntılıdır, aittir).
Çünkü
onların cisimleri
(bedenleri)
kable'n
nefh
(üfleme işinden önce)
mevcûd/ve müsevvâdır
(tesviye edilmiştir (son şekli verilmiştir)
ve ba'de't-tesviye
(tesviyeden sonra)
rûh
cismine
(bedenine)
menfûhdur
(üfürülmüştür).
Binâenaleyh
(nitekim)
sûret-i
beşeriyye
(beşer suretleri
(madde beden)
sâhibleri
içinde İsa (a.s.)’ın misli
(eşi, benzeri)
vâkı'
olmadı
(oluşmadı, gerçekleşmedi).
(Devam edecek)
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-08.03.2005
http://sufizmveinsan.com
|