156. Bölüm

BU FASS KELİME-İ ÎSEVİYYE'DE MÜNDEMİC HİKMET-İ NEBEVİYYE" BEYÂNINDANDIR

Binâenaleyh (nitekim), Nasârâ'nın (Hıristiyanların) hulûle zâhib olan (Allah’ın İsa a.s.’ ın vücudunun içine girdiğini sanan) tâifesi, "İbn-i Meryem" (Meryem’in oğlu) kavilleriyle, (sözleriyle) Allah'dan sûret-i nâsûtiyye-i beşeriyyeye (beşer suretinde olan insanlara) tecâvüz ettiler (saldırdılar). Ve sûret-i beşeriyye-i İseviyyeden (İsa a.s.’ın beşer, insan) suretinden) ölüyü diriltmek keyfıyyeti (hususiyeti) zâhir olmakla (açığa çıkmakla, görülmekle) Allâh'ı o sûretin zımnına (dolayısıyla) idhâl (içine soktular, dahil) eylediler. Ve bu tazmîn (içine koymak) ile Ulûhiyyet-i mutlakadan (mutlak Uluhiyyetten, Allah’tan) yüz çevirip,  ulûhiyyeti (Allah’ı) bu sûrette hasr ettiler (sıkıştırdılar, sınırladılar).Ve binâenaleyh (nitekim) "Allah, İbn-i Meryem'dir" (Meryem’in oğludur) dediler. Halbuki sûret-i beşeriyye-i İseviyye, (İsa a.s.’ın beşer sureti, bedeni) şübhesiz İbn-i Meryem'dir (Meryem’in oğludur)

İmdi onların .......................... (Mâide, 5/17) kavlini (sözlerini) işiten kimse, onların ulûhiyyeti (Allah’ı) sûret-i İseviyyeye (İsa a.s’ın vücuduyla) nisbet ettiklerini (kıyasladıklarını, bir tuttuklarını) ve ulûhiyyeti  (Allah’ı) sûret-i beşeriyye-i İseviyyenin (İsa’nın beşer olan bedeninin) aynı kıldıklarını tahayyül etti (düşündü).  Halbuki onlar ulûhiyyeti (Allah’ı) sûret-i İseviyyeye (Hz. İsa’nın vücuduyla) nisbet ederek (kıyaslıyarak, bir tutarak),  onu o sûretin aynı kılmadılar; belki hüviyyet-i ilâhiyyeyi (ilahi zatını) İsa (a.s.)ın ibtidâ-yı zuhûrundan (meydana ilk gelişinden) i'tibâren sûret-i beşeriyye-i îseviyyede (İsa a.s’ın beşer suretinde, bedeninde) hasr ettiler (kısıtladılar, sıkıştırdılar) ki, o sûret İbn-i Meryem'dir. (meryemin oğludur) Binâenaleyh (nitekim) hulûle (içine girdiğini) kâil oldular (söylediler) ki, o da küfürdür. Böyle olunca bu kavilleriyle (sözleriyle) sûret-i beşeriyye-i îseviyye (İsa’nın dünyaya gelmiş vücudu) ile ondan sâdır olan (çıkan) ihyâ-yı mevtâ (ölüyü diriltme) hükmü beynini (arasını) fasl ettiler; (ayırdılar) ve bu sûret-i îseviyyeyi (İsa a.s’ın suretini) hükmün aynı kılmadılar. Ya'nî onlar sûret-i İseviyyeye (İsa a.s’ın suretine, bedenine) baktılar; Meryem'in oğlu olan bir beşerdir, (insandır) dediler. Ölüyü diriltmesine baktılar; hasâis-ı İlâhiyyeden (İlahi sıfatlardan, özelliklerden) olan bu hal, beşerden (insandan) sâdır olmak (çıkması) muhâldir (imkânsızdır), dediler. Binâenaleyh (nitekim) sûret-i beşeriyyesiyle (beşer olan suretiyle) berâber ölüyü diriltmesine nazaran (bakarak) .................... dediler ki, bu kavl  (söz) .......................... ya'nî "Muhakkak Allah Mesîh ibn Meryem (meryemin oğlu İsa a.s.’ın) sûretindedir" ma'nâsını mütezammın (kavramış, içine almış) oldu. Ve bu kavl (söz) ile sûret ve hüküm arası tefrîk edilmiş (ayrılmış) oldu. Bu hâl ise ancak hulûl sûretiyle (içine girme, geçme şekliyle) mümkündür. Ya'nî Allâh'ın İsa sûretine hulûl etmiş (girmiş) olmasıyla kâbildir (mümkündür). İşte onların menşe-i tekfîrleri (kâfir denmelerinin aslı, kökü) budur. Halbuki hadd-i zâtında (aslında) vücûd-i hakîkî-i Hak'tan (Hakk’ın gerçek vücudundan) başka bir vücûd yoktur ki, hulûl (içine girme) mutasavver olabilsin (düşünülebilsin).

İmdi onların hüviyyet-i ilâhiyyeyi (Hakk’ın zatını) İsa (a.s)’ın ibtidâ-yı zuhûrundan (meydana ilk çıkışından) i'tibâren sûret-i beşeriyye-i İseviyyede (İsa a.s’ın bedeninde) hasr etmeleri (mahsus kılmaları, sıkıştırmaları) doğru değildir. Nitekim Cebrâîl (a.s.) beşer (insan) sûretinde ibtidâ-yı zuhûrundan (meydana ilk çıkışından) i'tibâren- nefh etmedi (nefesini üflemedi). Belki temessülünden (insan şekline girmesinden) bir müddet sonra nefh etti (üfledi). Demek ki Hz. Cibrîl (Cebrail) "sûret" ile "nefh" (nefesini üfürme) beynini (arasını) fasl etti; (ayırdı) ve nefh (üfürme) sûretten (cisimlenmekten) hâdis oldu (sonra meydana geldi). Binâenaleyh (nitekim) "sûret" mevcûd olduğu halde / "nefh" (nefes üfleme) mevcûd değil idi. Demek ki "nefh" (nefes verme) "sûret"in (bedenin) hadd-i zâtîsinden (kendisinden) değildir. Bunun gibi hüviyyet-i İlâhiyye (ilahi zat) mevcûd olduğu halde, sûret-i İseviyye (İsa’nın sureti) mevcûd değil idi. Şu halde sûret-i İseviyye (Hz. İsa’nın sureti) hüviyyet-i İlâhiyyenin (İlahi Zat’ın) hadd-i zâtîsinden (aslından, kendisinden) değildir. Ve kezâ (böylece) sûret-i İseviyye (Hz. İsa’nın sureti) mevcûd olduğu  halde, bu sûretin zuhûrunu müteâkib (açığa çıkışının hemen  ardından) ondan ihyâ-yı mevtâ (ölüyü diriltme) vâkı' olmadı (olayı gerçekleşmedi) ,  belki ba'de-zamânın (bir zaman geçtikten sonra) vâkı' oldu (gerçekleşti).  Şu halde ihyâ-yı mevtâ (ölüyü diriltme), sûret-i İseviyyenin (İsa a.s’ın suretinin) hadd-i zâtîsinden (aslından, kendisinden) değildir.

Böyle olunca İsa hakkında, ehl-i milel beyninde hilâf vâkı' oldu ki, o nedir? İmdi onun sûret-i insâniyye-i beşeriyyesi cihetinden ona nâzır olan kimse, o İbn-i Meryem'dir, der. Ve onun sûret-i mütemessile-i beşeriyyesi cihetinden ona nâzır olan kimse, onu Cebrâîl'e nisbet eder.  Ve ihyâ-yı mevtâdan ondan zâhir olân şey cihetinden ona nazar eden kimse, onu rûhiyyetle Allah'a nisbet eder. Binâenaleyh o, rûhullahdır, der. Ya'nî nefh ettiği kimsede hayât, onunla zâhir oldu. İmdi bir vakit Hak onda mütevehhem (ism-i mef’ûl) olur; ve bir vakit melek onda mütevehhem olur; ve bir vakit beşeriyyet-i insâniyye onda mütevehhem olur. Binâenaleyh her nâzır indinde, onun üzerine gâlib olan şey hasebiyle vâkı' olur. Şu halde o, "kelimetullah"dır; ve o, "Rûhullah"dır ve o, "Abdullah"dır. Halbuki bu, sûret-i hissiyye-i beşeriyyede onun gayri için yoktur. Belki her bir şahıs eb-i sûrîsine mensûbdur, sûret-i beşeriyyede onun rûhunu nefh edene değil. Zîrâ Allah Teâlâ ............... (Hicr, 15/29) vech ile, cism-i insânîyi tesviye eylediği vakit, Allah Teâlâ ona kendi rûhundan nefh eyledi. Binâenaleyh onun vücûdunda ve "ayn"ında rûhu kendine nîsbet etti. Halbuki İsa böyle değildir. Zîrâ onun cesedinin ve sûret-i beşeriyyesinin tesviyesi nefh-i rûhîde münderic idi; ve onun gayri bizim zikr ettiğimiz gibidir. Ve onun misli vâkı' olmadı (14).

Ya'nî kendisinde üç muhtelif cihet (yön) bulunân İsa (a.s.) hakkında Müslimîn (Müslümanlar) ve kâfırînden (kâfirlerden) olan ehl-i edyân (dindarlar) beyninde (arasında) ihtilâf (anlaşmazlık) vâkı' oldu (oluştu) ki, onun mâhiyyeti (aslı, iç yüzü) nedir? İmdi onun sûret-i insâniyye-i beşeriyyesi (beşer olan insan sureti) cihetinden (yönünden) ona nâzır olan (bakan) kimse: "O Meryem'in oğludur; ve Allâh'ın kulu ve resûlüdür. Ve ihyâ-i mevtâ (ölüyü diriltme),  onun sûreti (bedeni) ile mütecellî olan (görünen) Allah Teâlâ'dan vâkı' oldu (olageldi, gerçekleşti). Zîrâ (çünkü) Allâh Teâlâ, kudretiyle onu mümsik olan (tutan) onun Kayyûm'udur (varlığını ayakta tutandır, birimin varlığı ancak Hakk’ın varlığı ile kaimdir, Allah’ın asli sıfatlarındandır) .    Nitekim bir kimse bıçakla birini katletse (kesse), fıil-i katl (kesme işlemi) bıçağa değil, o kimseye izâfe olunur (bağlanır). Bıçak ancak sebeb ve âlet-i katldir" (kesmek için kullanılan alettir) der. Ve bu kavl (sözler),  Muhammedî olan Müslimînin (Müslümanların) kavlidir (sözleridir). Bu husûstaki kavl-i Nasârâ (Hıristiyanların sözleri) ise bâlâda (yukarıda) murûr etti (geçti).  Ve cenâb-ı İsa'nın sûret-i mütemessile-i beşeriyyesi (insan suretinde cisimlenmiş, suretlenmiş bedeni) cihetinden (bakımından) ona nâzır olan (bakan) kimse, onu Cibrîl (Cebrail) (a.s.)’a nisbet edip (kıyaslayıp, bağıntılı kılıp) onun hakkında: "O Cibrîl (Cebrail) (a.s.)’a benzer; ve Cibrîl (Cebrail) (a.s.) beşer-i seviyy (tam bir beşer) sûretinde temessül ettiği (suretlendiği, cisimlendiği) vakit, o melek-beşerdir" der. Ve bu kavl (söz) dahi Müslimînin (Müslümanların) kavlidir (sözleridir). Ve mevtâyı ihyâ eden (ölüyü dirilten) onun sûretinde mütecellî bulunan (tecelli eden, görülen) kezâlik (böylece) Allah Teâlâ hazretleridir. Nitekim cenâb-ı Meryem'e onun beşer-i seviyy (tam olarak beşer) sûretinde tasavvurundan (düşünülmesinden) sonra; Cibrîl (Cebrail) (a.s.) sûretinde tecellî eyledi (göründü) ; ve Meryem'e nefh eyledi (nefesini üfledi),  İsa (a.s.) vâkı' oldu (meydana geldi) .  Ve işte bunun için Hak Teâlâ hazretleri nefhi (nefesi) kendisine nisbet edip (bağlayıp, bağıntılı kılıp) ........................ (Enbiyâ, 21/91) buyurdu. İmdi burada İsa (a.s.) sebebiyle, ihyâ-yı mevtâ (ölüyü diriltti) buyurması hakkında Allah Teâlâ için üç tecellî sûreti (üç şekilde göründüğü) sâbittir (anlaşılmıştır) : Birincisi, bilâ-tağayyür (değişmeksizin) Cibrîl-i aslî (Cebrail a.s’ın asıl, hakiki) sûretidir. İkincisi, Hz. Cibrîl'in (Cebrail’in) cenâb-ı Meryem'e geldiği beşer-i seviyy (insan şeklinde cisimlenmiş, şekillenmiş) sûretidir. Üçüncüsü, İsa (a.s.)’ın sûretidir. Ve millet-i İseviyye indinde (İsa a.s’ın milletince) ........................ ta'bîr olunan (denilen) bu teslîs (üçleme) sahihdir (doğrudur). "Eb"den (“baba” dan) murâd, beşer-i seviyy (tam olarak beşer, insan) sûretidir. "İbn"den (“oğul” dan) murâd, İsa (a.s.)’ın sûretidir. "Rûhü'l-kudüs"ten (“kutsal ruh” dan) murâd dahi, sûret-i asliyye-i nûriyye-i melekiyyesiyle (asıl yapısı nur  olan melek suretiyle) Cibrîl (Cebrail) (a.s.)’dır. Bu suver-i selâse, (üçlü suretler) merâtib-i vücûdiyye (vücut mertebeleri) ile ba'zısı ba'zısının fevkında (üstünde) olarak Allah Teâlâ hazretlerinin tecellîsi (görünmeleri) olmak i'tibâriyle (bakımından) Hak'tır. Zîrâ (çünkü) Hak Teâlâ o sûretlerin Kayyûm'udur (suretleri ayakta tutandır).   Ve o sûretlerin vücûdu vücûdât-ı izâfiyyedir. (Hakk’ın varlığı ile var olmuşlardır, varlıkları Hakk’a bağlıdır, nisbi vücutlardır) Ve Hakk-ı mutlakın (Mutlak Zat’ın) ve vücûd-i          hakîkînin (gerçek vücudun) vücûdât-ı izâfiyyede (nisbi, göreye göre olan vücutlarda (varlıklarda) vâkı' olan (olagelen) tecelliyâtı (görünmeleri, belirmeleri) hulûl (içine girme) ve ittihâd (birleşme) ve  inhilâl (dağılma, bozulma) sûretleriyle (yollarıyla) değildir. Allah Teâlâ bunlardan münezzehdir (temiz, arı, beridir).

Ve Cenâb-ı  İsa'dan ihyâ-yı mevtâ (ölüyü diriltme) zâhir olması (görülmesi) cihetinden (bakımından) ona nazar eden (bakan) kimse, onu rûhiyyetle (ruhuyla) Allah Teâlâ'ya nisbet eder (bağıntılı   kılar, bir kılar) .      Binâenaleyh    (nitekim),     onun hâkkında: "O Rûhullahdır, (Allah ruhudur) ya'nî nefh ettiği (nefes verdiği) kimsede hayât,  rûhullah (Allah ruhu)     olan İsa (a.s.) ile zâhir oldu" (meydana geldi) der. Bu kavl (söz) dahi Müslimînin kavlidir (Müslümanların sözüdür).  Zîrâ (çünkü) Kur'ân-ı Kerîm'de, onun hakkında ............. (Nisâ, 4/171) buyruldu. Ve kavl (söz) evvelki kavle (önceki söze) karîbdir (yakındır).  Velâkin (amma) onda  sûret-i mütemessile (girdiği şeklin, göründüğü suretin)  i'tibârı (değeri) yoktur.

Kâfirlere gelince: Onlardan ba'zıları lbn-i Meryem (Meryem’in oğlu) olan cenâb-ı İsa'ya ulûhiyyetin (Allah’ın) hulûl ettiğini (girdiğini, dahil olduğunu) ve ba'zıları Ulûhiyyetin (Allah’ın) onunla ittihâd eylediğini (birleştiğini) iddiâ ettiler ki, o bu i'tibâr (değer) ile nefs-i İlâh (İlahi nefs) olmuş olur. Binâenaleyh (nitekim) onlar dediler ki: İlâh tesellüs edip (üçlenip) "Eb" (baba olarak (beşer suretine) ve "İbn" (oğul olarak (İsa a.s. suretine) ve "Rûh-i Kudüs"e (mukaddes ruh olarak (cebrail a.s.’a) inkısâm etti. (bölündü, taksim olundu) Ondan sonra dönüp İlâh vâhiddir" (tektir) dediler; ve "Ekânîm-i selâse" (üç asıl) ittihâz eylediler (kabullendiler).  Ve onların lügatinde "uknûm" "asıl" ma'nâsınadır. Şu halde "ekânîm-i selâse" (üç asıl) "usûl-i selâse" (üç usul) de demek olur. Ba'dehû (daha sonra) onlara "sıfât-ı selâse" (üç sıfat) tesmiye edip (deyip) "vücûd" ve "hâyât" ve "ilim" dediler. Sonra da “uknûm-i ilm” (asıl ilim),  İsa ibn Meryem'e (Meryem’in oğlu İsa’ya) hulûl edip (dahil olup) onunla birleşti. Ve onun nâsûtu (insanlığı) salb olunmakla (çarmıha gerilmekle) bu uknûm-i ilm (asıl ilim),  ondan infisâl edip (ayrılarak, onu terk ederek) aslına rücû' eyledi (geri döndü),  dediler. Ve bâlâda (yukarıda) zikrolunduğu (anlatıldığı) üzere, İsa (a.s.)’ın i'tibârât-ı selâseyi (üçlü faraziyeyi) kâbil (mümkün) olan hakîkat-i zâhire (açığa çıkmış hakikâtler) olduğunu idrâk edemediler. Bunca tedkîkât (incelemeler) ve keşfiyyât-ı fenniyye (fen alanında yaptıkları keşifler, buluşlar) ile temeyyüz eden (sivrilen, kendini gösteren) tâife-i Nâsârâ'nın (Hıristiyan milletinin) ma'rifet-i İlâhiyyedeki (İlahi ilimlerdeki, bilgilerdeki) derece-i cehillerine (cahillik derecelerine) hayret etmemek kâbil (mümkin) değildir. .......................... (Ra’d 13/33) ya'nî "Allâh'ın ıdlâl ettiği (saptırdığı) kimse için  hâdî (hidayet eden) yoktur."

İmdi İsa (a.s.)’ın mâ-i muhakkak (gerçek, hakiki su) ile mâ-i mütevehhemden (var olduğu sanılan sudan) mütekevvin (mevcut) olması hasebiyle, bu tevehhümün (var sanılan şeyin) te'sîrâtından (etkilerinden) dolayı bir vakit Hak, cenâb-ı İsa'da (ism-i mef'ûl sîgasıyla) mütevehhem (vehmolunan, öyle sanılan) olur; ve bir vakit, melek onda mütevehhem olur (varsayılır, vehmedilir); bir vakit dahi, onda beşeriyyet-i insâniyye mütevehhem olur (varsayılır, vehmedilir).Binâenaleyh (nitekim) cenâb-ı İsa'ya nazar eden (bakan) kimsenin onun hakkındaki zann-ı gâlibi (düşüncesinde, zannında üstün olan) ne ise, o zann-ı gâlib (üstün olan zannı) hasebiyle vâkı' olur (oluşur).

Böyle olunca bu zunûnun (zanların) ihtilâfi (uyumsuzlukları) hasebiyle Hz. İsa, cenâb-ı Cibrîl'in (Cebrail’in) kelimetullâhı (Allah kelamını) Meryem'e nefh edip (üfürüp) ilkâ etmesi (bırakması) cihetinden (bakımından) "kelimetullah"dır; (Allah kelamıdır) ve mevtâyı ihyâ etmesi (ölüyü diriltmesi) cihetinden (bakımından) "Rûhullah"dır (Allah ruhudur);  ve sûret-i beşeriyye-i insâniyyesi (beşer olduğu insan sureti) cihetinden (yönünden) "Abdullah"dır (Allah kuludur).  Bunun için İsa (a.s.)’ın katl (öldürme) ve salbi (çarmıha germe) mes'elesinde dahi, zunûnun (vehimlerin, zanların) te'sîrâtı (etkileri) zâhir olmakla (görülmekle) ihtilâf (uyumsuzluk) vâkı' oldu (oluştu).  Nitekim bâlâda (yukarıda) tafsîl (açıklandı) ve îzâh olundu (anlatıldı).  Halbuki bu ihtilâf (aykırılık) ve bu hüküm, sûret-i hissiyye-i beşeriyyede (beşer, insan) suretiyle dünyaya gelmiş) hiç bir kimse için vâkı' olmadı (gerçekleşmedi) . Çünkü hiç bir ferdin (kimsenin) sûret-i tekevvünü (meydana geliş şekli) İsa (a.s.)’ın tekevvününe (meydana gelişine) mümâsil değildir (benzemez). Belki cenâb-ı İsa'nın gayrı olan (İsa a.s.’dan başka) her bir şahıs eb-i sûrîsine (babalarının suretine) mensûbdur (bağıntılıdır, ilişkilidir).  Yoksa sûret-i beşeriyyede (beşer suretinde) rûhunu nefh edene (üfleyene) men­sûb (bağıntılı, ait) değildir. Zîrâ (çünkü) Hak Teâlâ ................. (Hicr 15/29) ya'nî "Âdem'i tesviye ettiği (son şeklini verdiği) vakit" buyurduğu vech ile, (şekilde) cism-i insânîyi (insanın cismini (bedenini) tesviye ettikde, (verdiğinde) o cism-i müsevvâya (tesviye ettiği, son şeklini verdiği cisme) kendi rûhundan nefh etti. (üfledi) Binâenaleyh (nitekim) cism-i insânînin (insanın cisminin (bedeninin) vücûdunda (varlığında) ve taayyününde (oluşmasında) Allah Teâlâ rûhu kendine nisbet eyledi (bağıntılı, ait kıldı).  Zîrâ (çünkü) rûh, Hak Teâlâ'nın emrinden ibâret olmakla, cism-i müsevvâ-yı insânîye (insanın tesviye edilmiş, son şekli verilmiş cismine (bedenine)  nefhden (üflemeden) evvel ve sonra Hakk'a mensûbdur (bağıntılıdır, aittir). Cism-i müsevvâ (şekillenmiş, tesviye edilmiş cisim,beden) ise nutfe-i pederin (babadaki spermin) rahm-ı mâdere (ana rahmine) cereyânından (geçmesinden) husûle gelmekle (oluşmakta),  bu nutfenin (spermin) sâhibi olan eb-i sûriye (babanın suretine) mensûbdur (bağıntılıdır, aittir). Halbuki İsa (a.s.)’ın mahlûkıyyeti (yaratık, mahluk olması) ve tekevvünü (meydana gelişi) böyle değildir. Zîrâ (çünkü) nutfesi (spermi) vâlidesinin rahmine cereyan etmiş (geçmiş) olan bir eb-i sûrîsi (baba sureti, bedeni) yoktur ki, bu nutfeden (spermden) onun madde-i cismiyyeti (madde olan cismi, bedeni) vücûda gelsin ve ba'de't-tesviyye (tesviye edildikten, son şekli verildikten sonra) ona rûh nefh olunsun. (üflensin) İsa (a.s.)’ın cesedinin (madde bedeninin) ve sûret-i beşeriyyesinin (beşer suretinin) tesviyesi (verilmesi) nefh-i rûhîde, (üfürülen ruhta) ya'nî Rûhu'-l-emîn olan Hz. Cibrîl'in (Cebrail’in) nefhinde (nefesinde) münderic (bulunuyor) idi. Ve onun gayrisi (ondan başkası) zikr olunduğu (anlatıldığı) vech ile (şekliyle) ceseden (beden, cesed olarak) ve taayyünen (oluşması, belirmesi bakımından) eb-i sûrisine (babasının süretine) ve rûhen (ruh olarak) Hak Teâlâ'ya mensûbdur (bağıntılıdır, aittir).  Çünkü onların cisimleri (bedenleri) kable'n nefh (üfleme işinden önce) mevcûd/ve müsevvâdır (tesviye edilmiştir (son şekli verilmiştir) ve ba'de't-tesviye (tesviyeden sonra) rûh cismine (bedenine) menfûhdur (üfürülmüştür).  Binâenaleyh (nitekim) sûret-i beşeriyye (beşer suretleri (madde beden) sâhibleri içinde İsa (a.s.)’ın misli (eşi, benzeri) vâkı' olmadı (oluşmadı, gerçekleşmedi).

(Devam edecek)   

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-08.03.2005
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail