BU FASS KELİME-İ SüLEYMÂNİYYE'DE
MÜNDEMİC OLAN “HİKMET-İ RAHMÂNİYYE” BEYÂNINDADIR]
Ma'lûm olsun ki rahmet, biri zâtî
(Zat ile ilgili) diğeri
sıfâti (sıfatlarla ilgili)
olmak üzere iki kısımdır. Ve bu iki rahmetten her birisi
dahi, husûsiyyet (özellik)
ve umûmiyyet (genellik)
i'tibâriyle (bakımından)
iki kısma ayrılır ki, şu halde rahmet dört asıl üzerine
mebnî olmuş (kurulmuş)
olur.
Asl-ı evvel
(ilk asıl): Rahmet-i âmme-i
Zâtiyyedir. (Zat’ın her şeye olan
rahmetidir, genel rahmet) Bu rahmet, Zât-ı
ahadiyyette (ahad olan Zat’ında)
mahfî (gizli)
olan niseb (sıfatların) ve
şuûnâtın (işlerin, fiillerin),
Hakk'ın kendi Zât’ında kendi Zât’ına tecellîsi
(belirmesi, oluşumu)
sûretiyle, mertebe-i ilimde (ilim
mertebesinde) sübût bulmalarıdır
(sabit olmaları, meydana çıkmalarıdır).
Ta'bîr-i diğerle (başka
bir ifade ile) Hakk'ın Zât-ı ahadiyyetinde
(ahad olan Zat’ında) sıkıntı
içinde kalmış olan esmâsını nefes-i rahmânîsiyle
(rahman olan nefesiyle)
tenfîs edip (nefes verip)
onlara vücûd-i ilmî (vücut ilmi)
i'tâsı (vermesi)
sûretiyle bu sıkıntıdan âzâd etmesidir
(kurtarmasıdır) ki, bu rahmet
cemî'-i esmâya (bütün esmanın
hepsini) âmmdır (içine
alır, umumunadır).
Asl-ı sânî
(ikinci asıl): Rahmet-i
hâssa-i Zâtiyyedir (Hakk’ın bazı
kullarına olan özel rahmetidir).
Bu rahmet, Hakk'ın ba'zı
kullarına muhabbeti âsârından
(sevgisinin işareti) olan inâyet-i ezeliyyedir
(ezeli inayetidir, Hakk’ın lütfudur).
Ve bu inâyet (lütuf)
için hiçbir sebeb ve vesîlenin dahl
(karışması, nüfüzu) ve
te'sîri yoktur. Meselâ Enbiyâ-i zî-şân
(Peygamberler)
(aleyhimü's-selâm) haklarında sebk eden
(gerçekleşen) inâyet-i
ezeliyye (Hakk’ın lütfu)
bu nevi'dir (çeşittir).
Zîrâ (çünkü)
onlardan hiçbir amel (iş, fiil)
ve hizmet sebk etmediği
(olmadığı, oluşmadığı) halde a'yân-ı sâbiteleri
(ilmi suretleri) ilm-i
İlâhîde (Allah’ın ilminde)
nübüvvetle (Nebilikle,
Peygamberlikle) sübût bulmuştur
(sabitleşmiştir, meydana çıkmıştır).
Asl-ı sâlis
(üçüncü asıl):
Rahmet-i âmme-i sıfâtiyyedir
(sıfatlarının her şeye olan rahmetidir).
Bu rahmet, eşyânın
(varlıkların) kâffesine
(bütün hepsine) vâsi'
(geniş, bol) olan rahmet-i Zâtiyye-i âmmenin
(Zat’ın, sıfatlarına olan rahmetinin)
hükmüdür. Zîrâ (çünkü)
rahmet-i âmme-i Zâtiyye
(Zatının her şeye olan rahmetinin) îcâbiyle ilimde
sübût bulan (sabitleşen, meydana
çıkan) a'yân-ı sâbitenin
(ilmi suretlerin) sûretleri, bu a'yân
(belli, aşikâr oluşu)
hükmünce a'yân-ı kevniyye (kozmik,
kevni suretler) sûretleriyle zâhir oldular
(açığa çıktılar, göründüler).
Asl-ı râbi'
(dördüncü asıl):
Rahmet-i hâssa-i sıfâtiyyedir
(Hakk’ın, bazı kullarına olan,
sıfatlarının özel rahmetidir).Bu rahmet dahi,
rahmet-i Zâtiyye-i hâssanın (özel
Zati rahmetinin) hükmü olup süadâ-ı ezeliyyeye
(ezelde said olan kullarına)
mahsûstur. Zîrâ (çünkü),
Hakk'ın ba'zı kullarının a'yân-ı sâbiteleri
(ilmi suretleri) hakkında
mesbûk (önde) olan
inâyet-i ezeliyye (ezeli lütfuyla ilgili) hükmünün bu hazret-i şehâdette
(dünyada) dahi zuhûru
(meydana çıkması) lâ-şekktir
(şüphesizdir).
İşte Süleyman (a.s.)’ın, rahmet-i
âmme-i Zâtiyye (Zat’ının genel
rahmeti (herkese olan rahmeti) ve rahmet-i hâssa-i
zâtiyyenin (Zat’ının özel rahmetinin
(bazı seçkin kullarına olan rahmetin) hükümleri olan
rahmet-i âmme-i sıfâtiyye
(sıfatlarının genel rahmeti (her şeye olan rahmeti)
ve rahmet-i hâssa-i sıfâtiyye
(sıfatlarının özel rahmeti (bazı seçkin kullarına olan rahmeti)
ile ihtisâsı (uzmanlığı)
ve bu- ihtisâs (uzmanlık)
hasebiyle âlemde (dünyada)
hükmü ve tasarrufu âmm
(genel, her şeye) olması cihetinden
(yönünden) Kelime-i
Süleymâniyye (Süleyman kelimesi)
"hikmet-i rahmâniyye"ye
(rahman ile ilgili hikmetlere) mukârin
(ilintili, bitişik) kılındı.
Binâenaleyh (bundan dolayı),
Hak Teâlâ, Sûleyman (a.s.)’a âlem-i ulvî
(yüce âlem) ve sûflîyi
(aşağı âlemi) mûsahhar
kıldığından (fethettiğinden),
ins (insan) ve
cinde ve vuhûş (vahşi hayvanlar)
ve tuyûrda (kuşlarda)
ve bilcûmle (bütün)
hayvânât-ı berriyye ve bahriyyede
(deniz ve kara hayvanlarında)
su, hava, toprak ve ateşte hüküm ve tasarrufu zâhir oldu
(görüldü).
Nitekim, onun bu tasarufâtı
(tasarrufları) âyât-ı
Kur'âniyyede (Kuran ayetlerinde)
beyan buyrulmuştur
(bildirilmiştir).
Süleyman (a.s.), bu nevi' (tür)
tasarrufâtından
(tasarruflarından) olmak üzere, Yemen Melike'si
(Yemen’in kadın hükümdarı)
olan Belkıs'e hitâben yazdığı mektûbu, Hüdhüd
(çavuşkuşu, ibibik) kuşuna
tahmîlen (yükleyerek)
irsâl etti (gönderdi).
Belkıs, böyle âdet hilâfında
(adete aykırı, alışılmışa zıt)
olan bir tarîkla (yolla)
mektûbun vusûlünü (gelmesini)
vüzerâsına (vezirlerine)
ihbâren (haber vererek)
......................... (Neml, 27/29) dedi. Cenâb-ı
Şeyh (r.a.) bu âyet-i kerîmenin mâ-ba'dini
(sonrasını) tefsîren
(izah ederek) zikr
(anlatmak) ile bu fass-ı
mûnîfe (değerli esere)
şurû' edip (başlayıp)
buyururlar ki:
Tahkîkan bu, ya'nî mektûb,
Süleyman'dandır ve tahkîkan o, ya'ni onun mazmûnu
................. (Neml, 27/30) dir. İmdî ba'zı nâs, ism-i
Süleymân'ın ismullah üzerine takdîmini aldılar. Halbuki böyle
değildir. Onlar, bunda Süleyman (a.s.)’ın Rabb'ine olan
ma'rifetine lâyık olmayan şeyden sezâvâr olmayan şeyle tekellüm
ettiler (1).
Ya'nî Hüdhüd
(ibibik) kuşu, Sûleyman
(a.s.)’ın mektûbunu getirdiği vakit, Belkis vüzerâsına
(vezirlerine) hitâben:
"Bana bir mektûb-i kerîm
(asil, değerli bir mektup),
ya'nî vâcibû'l-ikrâm
(ikram ve hürmet edilmesi gereken) bir mektûb ilkâ
olundu (bırakıldı).
O mektup Sûleyman’dandır. Ve onun mazmûnu
(manası, anlamı) dahi
"Bismillâhirrahmanirrahîm"dir. dedi. Ulemâdan
(âlimlerden) bir tâife
(grup)
................................... (Neml, 27/30) ibâresini
(cümlesini) mektûbun
mûndericâtına (içindekilere)
haml edip (yükleyip, atfedip)
dediler ki: "Süleyman (a.s.) mektûbun ser-nâmesinde
(başında) evvelâ kendi
ismini ve ba'dehû (daha sonra)
ismullâhı (Allah’ın ismini)
zikr etti (andı).
Zîrâ (çünkü) mülûk-i
cebâbire (cebbar, zorba hükümdarlar)
böyle bir mektûb aldıklarında hiddet edip gurûr ve
azametlerinden (büyüklenmelerinden) nâşî (dolayı)
mûrsile (gönderilene)
hakareten, mektûbun ser-nâmesini
(başlığını) yırtarlar idi.
Binâenaleyh (nitekim)
şâyet Belkıs dahi mektûbun ser-nâmesini
(başlığını) yırtarsa,
hakârete ma'rûz kalan isim, ismullah
(Allah ismi) olmamak üzere
(olmaması için),
Sûleyman (a.s.) ser-nâmede
(mektubun başında) ismullah
(Allah’ın ismi) üzerine
kendi ismini takdîm etti. (öne
geçirdi) " İşte onlar
........................................... (Neml, 27/29-30)
âyet-i kerîmesinin tefsîrinde
(açıklamasında) bu ma'nâyı aldılar. Halbuki hakîkat-i
hâl (gerçek durum) onların
dedikleri gibi değildir. Belki
....................................... ya'nî "Ey nâs
(insanlar),
bana vâcibû'l-ikrâm
(hürmet edilmesi gereken) bir
mektûp ilkâ olundu (bırakıldı),
ki Süleyman'dandır" kavli, (sözü)
mektûbu irâe ile
(göstererek) huzzâra
(bizzat orda bulunanlara) hitâben
Belkıs'in kavlidir
(sözleridir). Ba'dehû
(daha sonra) Belkıs,
mektûbun mazmûnunu (manasını,
anlamını) beyâna
(açıklamaya) şurû' edip
(başlayıp):
............................... (Neml, 27/30-31) Ya'nî mektûbun
içinde "Bismillâhi’r-rahmâni'r-rahîm'den sonra benim üzerime
taazzum (kibirlenmeyin, büyüklük
taslamayın) ve teâlî etmeyin
(ululanmayın).
Müslimîn (Müslümanlar)
olduğunuz halde bana gelin!" denilmiştir, dedi.
Binâenaleyh (bundan dolayı)
mektûbun ibtidâsında
(başlangıcında) Süleyman (a.s.)’ın, ismi değil,
besmele-i şerîfe muharrer (yazılmış)
idi. Ulemâdan (âlimlerden)
ba'zıları bâlâda
(yukarıda) zikr olunan
(anlatılan) bu kıyl ü kâl
(dedikodu) ile Süleyman (a.s.)’ın Rabb'ine olan
ma'rifetine (ilmine, bilgisine)
lâyık (uygun, yakışır)
olmayan şeyi söylemiş oldular. Zîrâ
(çünkü) ma'rifet-i İlâhiyye
(hakikât ilmi) edeb ve
ta'zîmi (saygı göstermeyi)
iktizâ eder (gerektirir).
Ve ta'zîm-i İlâhî
(Allah’a saygı göstermek)
ise, ismullâhın (Allah
isminin) takdîmi (öne
geçmesi) ile olur. Böyle olunca Süleyman (a.s.)’ın,
Belkîs ser-nâmeyi (mektubun
başlığını) yırtar, mülâhazasıyla
(düşüncesiyle) kendi ismini,
ism-i ilâhi (Allah’ın ismi)
üzerine takdîmi (geçirmesi),
mugâyir-i ta'zîm ve edeb olur
(edep ve saygıyla uyuşmaz).
Halbuki bir Nebiyy-i zî-şân
(şerefli bir Nebi, Peygamber)
bu gibi noksânî-i ma'rifetten
(eksik bilgiden, ilimden) müberrâdır
(aklanmıştır, beri kılınmıştır).
(Devam edecek)
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-28.06.2005
http://sufizmveinsan.com
|