[BU FASS
KELİME-İ SüLEYMÂNİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN “HİKMET-İ RAHMÂNİYYE”
BEYÂNINDADIR]
Ve
dedikleri Şey nasıl lâyık olur? Halbuki Belkîs: "Bana mektûb-i
kerîm ilkâ olundu", yanî ona ikrâm olunur, der. Ve ancak onların
buna hamlleri, Kisrâ'nın Resûlullah (s.a.v.)in mektûbunu
parçalamasıdır. Halbûki Kisrâ, hepsini kırâat edip mazmûnunu
ârîf olmayınca, onu parçalamadı. İmdi Belkîs dahi muvaffak
olduğu şeye muvaffak olmasa idi, böyle yapardı. Binâenaleyh
Süleyman (a.s.)’ın isminin ismullah üzerine takdîmi ve onun
adem-i te'hîri, sâhibinin hürmeti sebebiyle, mektûbu ihrâktan
himâye eder olmadı (2).
Ya'nî
ulemâ-i zâhireden (zahir âlimlerden)
ba'zılarının tefsîri
(yorumladıkları) gibi bu âyet-i kerîmeyi tefsîr etmek
(açıklamasını yapmak)
nasıl lâyık (uygun) olur?
Zîra (çünkü) bir kimseye
birinden mektup gelince, evvelâ sâika-i merâk
(merak etmesi sebebi) ile onu
tamâmen okur ve münderecâtına
(içindekilerini) muttali' olur
(anlar, bilir).
Ba'dehû (daha sonra)
karârını verip, yapacağı şeyi yapar. Ulemânın
(âlimlerin) buna haml
(atıfta bulunmaları, isnat)
etmeleri, mektûb-i Resûllah (s.a.v.)’in,
(Peygamberimizin mektubunu)
Kisrâ (İran hükümdarı)
tarafından parçalanması hâline kıyâs
(karşılaştırmak) ise de, Kisrâ
(İran hükümdarı) mektûbun
hepsini okuyup münderecâtına
(içindekilerine) vâkıf olduktan
(öğrendikten) sonra, onu
parçalamış idi. Halbuki Belkıs dahi mektûbu tamâmen kırâat etti
(okudu) ve hidâyet-i
ezeliyyesi (ezelde kendisine
hükmolmuş hidayet) sebebiyle münderecâtını
(içindekileri) kalben kabûl
ederek vüzerâsını (vezirlerini)
cem' edip (toplayıp)
: "Ey erkân-ı devlet
(devletin ileri gelenleri),
bana vâcibü'l ikrâm
(hürmet, saygı gösterilmesi gereken) bir mektup
verildi, ki Süleyman (a.s.)’dandır ve mazmûnu
(anlamı, kavramı) da şundan
ibârettir" dedi. Belkîs, bir mu'cize-i Nebî
(Nebi’nin mucizesi) olmak
üzere, mektûbun Hüdhüd (çavuşkuşu,
ibibik) kuşu ile irsâlini
(gönderildiğini) görmesi üzerine kalbinde eser-i
kabûl (kabullenme eseri)
zâhir oldu (görüldü).
Nitekim Mesnevî-i Şerif'de buyrulur:
Tercüme:
"Mu'cizât-ı Enbiyâ (Nebilerin,
Peygamberlerin) mucizelerine) mûcib-i îmân olmaz
(iman etmek icap etmez);
ancak cinsiyyet kokusu cezb-i sıfât eder
(çekicilik özelliği verir). Mu'cizât (mucizeler)
düşmanın kahrı içindir. Cinsiyyet kokusu ise, gönül cezbi
(çekiciliği) içindir."
İşte
Süleyman (a.s.) ile Belkîs arasında mazhariyyet-i esmâ
(esmanın göründüğü mahal olmak)
cihetinden (bakımından)
bûy-i cinsiyyet (cinsiyet kokusu)
var idi. Binâenaleyh
(bundan dolayı) mektûbun münderecâtını
(içindekileri) kabûl edip
"mektûb-i kerîm" (asil, ulu mektup)
dedi. Kisrâ'ya (İran
hükümdarına) gelince onda bûy-i cinsiyyet
(cinsiyet kokusu) yok idi.
Mektûb-i Risâletpenâhî (Peygamberin
mektubu), şekâvetinin
(mutsuzluğunun, cehennemlik
olduğunun) zuhûruna
(meydana çıkmasına) sebep oldu. Mektûbu parçalamak
gibi bir edepsizliği irtikâb etti
(gözlendi).
Tercüme:"Hak
Teâlâ bir kimsenin perdesini yırtmak murâd edince onun meylini
(eğilimini) pâk
(temiz) olan Enbiyâ
(Nebilerin,Peygamberlerin) ve
evliyânın (velilerin) ta'm
(lezzet, zevk) cihetine
(tarafına) götürür. "
Eğer Belkîs,
bu vücûd-i kevnîde (dünyada)
muvaffak (kazanmış)
olduğu îmâna, ayn-ı sâbitesinin (ilmi
suretinin) ilm-i ilâhîde
(Allah’ın ilminde) sübûtu
(sabitleştiği, meydana çıktığı) hîninde
(zamanda) ezelen
(ezelde olduğu gibi)
muvaffak (Allah’ın
inayetine ulaşmış) olmasa idi, o da Kisrâ'nın
(iran hükümdarının) yaptığını
yapardı. İşte bu tafsîlâttan
(açıklamalardan) anlaşılır ki, ulemâ-i zâhireden
(zahir âlimlerden)
ba'zılarının zannettikleri vechile
(şekliyle), Süleyman
(a.s.) kendi azamet (büyüklüğü)
ve saltanat-ı meşhûresi
(meşhur saltanatı) sebebiyle, Belkîs'i hürmet etmeğe
mecbûr etmek için, mahzâ (sadece)
mektûbu parçalanmaktan sıyâneten
(korumak için),
kendi ismini te'hîr etmeyip
(geriye bırakmayıp) ismullah
(Allah ismi) üzerine
takdîm etmiş (öne geçirmiş)
değildir. Zîra (çünkü)
bu sûret (şekil),
Süleyman (a.s.)’ın Rabb'ine olan ma'rifetine
(ilmine) lâyık
(uygun) görülmez.
Binâenaleyh (bundan
dolayı) bu mütâlaa
(düşünce),
Süleyman (a.s.)’ı medh sûretinde
(medh ediyor, övüyor görüntüsünde) zemm
(yerme, kınama) olur.
İmdi
Süleyman (a.s.) rahmet-i imtinân" ile "rahmet-i vücûb" olan iki
rabmet îrâd eyledi ki, onlar "er-Rahmân", "er-Rahîm"dir. Böyle
olunca Hak, Rahmân ile imtinân ve Rahîm ile îcâb eyledi. Ve bu
vücûb, imtinândandır. Binâenaleyh, Rahîm duhûl-i tazammun ile
Rahmân'a dâhil oldu. Zîrâ Hak Sübhânehû rahmeti kendi üzerine
yazdı, tâ ki abd için, Hakk'ın kendi nefsi üzerine vâcib kıldığı
bu rahmet, bu abdin ityân eylediği a'mâlden Hakk'ın zikr
eylediği şey sebebiyle, Allah üzerine hak ola. Abd,
bununla bu rahmet-i vücûbiyyeye müstehak olur (3)
Ya’nî
Süleyman (a.s.) mektûbun baş tarafına ism-i İlâhî’yi
(Allah’ın ismini) yazdıktan
sonra, rahmet-i imtinâna (rahmanın
rahmetine) dâll olan
(işaret eden) "er-Rahmân" ve rahmet-i vücûba
(rahimin rahmetine) dâll olan
(işaret eden) "er-Rahîm"
isimlerini zikr ederek (anarak)
bu iki rahmeti îrâd eyledi
(söyledi).
Rahmet-i
imtinân: Bu rahmet Zât-ı ahadiyyede
(ahad olan Zatında) mündemic
olan (bulunan) bilcümle
esmâyı (bütün esmanın hepsini),
Hakk'ın kendi zâtına olan tecellîsi
(oluşumu, belirmesi) ile
ilminde peydâ kılmasıdır (meydana
çıkarmasıdır).
Ve hakâyık-ı eşyâ (varlıkların
hakikâtleri) olan suver-i ilmiyyenin
(ilmi suretlerin) bu sûretle
sübûtu (sabit olması, belirlilik
kazanması) için, onların hiçbir amel ve hizmetleri
sebk etmiş (önceden geçmiş)
değildir. Belki inâyet-i Zâtiyyedir.
(Zat’ın bir lütfudur) Ve
Rahmân vücûd-i âmmın (bütün varlığın)
aynı olduğu cihetle
(yönüyle), bu
rahmet-i rahmâniyye, (rahmanın
rahmeti) vücûdun
(varlığın) kâffesine
(bütün hepsini) şâmildir
(içine almıştır, kuşatmıştır).
Ve hiçbir şey bu rahmetten
hâlî (kayıtsız, boş)
değildir ve hattâ Hakk'ın esmâsı mertebe-i ahadiyyette
(Zat mertebesinde),
O'nun zâtının aynı olduğu cihetle
(bakımından),
Zât-ı Hakk'a (Hakk’ın
Zat'ını) da şâmildir
(içine alır, kuşatır).
Zîrâ (çünkü)
onun aynıdır. Ve işte bu rahmet, hiçbir amel
(iş, çalışma) mukâbilinde
(karşılığında) vâkı' olmadığı
(oluşmadığı) ve belki
zâtın muktezâsı (gereği, lazımı)
bulunduğu için, buna "rahmet-i imtinân" denildi. Ve
"Rahmân" ismi bu rahmete delâlet eyledi
(işaret etti):
Rahmet-i
vücûb: Bu rahmet, ba'de'l-vücûd
(vücut bulduktan sonra),
muktezâ-yı isti'dâd hasebiyle
(istidadın gereğinden dolayı) sâdır olan
(çıkan) amel
(iş, çalışma) mukâbilinde
(karşılığında) vâkı' olur
(gerçekleşir).
Ya'nî bir kimse bu âlem-i
şehâdette (içinde bulunduğumuz
âlemde, dünyada), Allâh'ın Resûl'üne îmân ve
şerîatine tevessül edip (sarılıp)
a'mâl-i sâliha (iyi işler)
işlerse, Hakk'ın kendi nefsi üzerine vâcib
(zaruri, zorunlu) kıldığı bu
rahmet-i husûsiyyeye (özel, hususi
rahmete) nâiliyyete
(ulaşmaya) kesb-i istihkâk eyler
(hak kazanır).
Bu rahmeti, ........................... (En'âm, 6/12)
âyet-i kerîmesiyle, Hak kendi nefsine vâcib
(zaruri, zorunlu) kıldığı
için "rahmet-i vücûb" denildi ve “Rahîm” ismi bu rahmete delâlet
(işaret) eyledi.
İmdi Hak
Teâlâ, ilimde a'yân-ı sâbitelerini
(ilmi suretlerini) ta'yin
(belirlemek) ve aynda
(aslında) onları îcad etmek
(yaratmak) sûretiyle, cemî'-i
mevcûdât (bütün mevcutlar)
üzerine hükmü umûmî (genel, her
şeye) olan
“Rahmân” ismi ile imtinân (ihsan,
rahmet) eyledi. Nitekim
(nasıl ki) ................................
(A'raf, 7/156) ya'ni "Benim rahmetim her şeye vâsi'dir"
(geniştir) buyurur. Zîrâ
(çünkü) rahmet-i âmme
(herkese olan rahmet,rahmanın rahmeti)
kâffe-i eşyâ (bütün
yaratılmışların hepsi) için vücûd-i âmmdır
(her şeyin varlığıdır).O dahi
...................... (Nûr, 24/35) âyet-i kerîmesinde
beyan buyurduğu (bildirdiği)
nurdur ki, her şeyi o nûr ile zulmet-i ademden
(yokluk sıkıntısından) ızhâr
eyler (meydana çıkarır).
Ve isti'dâdlarının iktizâsı
(gereği) olarak ibâdından
(kullarından) sâdır olan
(çıkan) a'mâl-i takvâya
(hayırlı işlere) mükâfâten
(mükafat olarak) vâkı'
(olmuş) olan
rahmeti dahi kendi üzerine vâcib
(zaruri) kılmakla, ba'zı
mevcûdât (varlıklar)
üzerine hükmü husûsî (özel)
olan "Rahîm" ismi ile îcâb eyledi.
Ve bu "rahmet-i vücûb"
(rahimin rahmeti), rahmet-i
imtinân"dandır (rahmanın
rahmetindendir).
Binâenaleyh
(bundan dolayı) "Rahîm" ismi,
duhûl-i tazammun (içine girme, içinde
bulunma) ile "Rahmân" isminin içine dâhil olur. Zîrâ
(çünkü) Hak zât-ı
ahadiyyetinde (ahad olan Zatında)
meknûn (gizli)
olan esmâya rahmet ile onları kerb-i müzâyakadan
(darlık, yokluk sıkıntısından)
tenfîs etti (soludu,
ferahlandırdı).
Cümlesinin (hepsinin)
hakâyıkı (hakikâtleri)
ilm-i İlâhi’de (Allah’ın ilminde)
sâbit (belirlendi, mevcut)
oldu. Kâffe-i eşyâya
(bütün hakikâtlerin hepsine) müsâvâten
(eşit olarak) vâsıl olan
(ulaşan) bu rahmet umûmîdir
(geneldir, her şeyedir).
Fakat bu hakâyık-ı sâbite
(sabitlenmiş hakikatler (ilmi
suretler) içinde bulunan ba'zıları hakkında hubb-i
ezelisi eseri (ezeli sevgisinin
eseri) olmak üzere inâyet-i mahsûsa-i İlâhiyye
(Hakk’ın bazı kullarına olan ihsanı,
lütfu) sebk etti (önde
oldu, öne geçti). Bunlar
Enbiyâ (Peygamberler) ve
evliyâ (veliler) ve
bilcülme mü'minînin (bütün
müminlerin) a'yân-ı sâbiteleridir
(ilmi suretleridir).
Binâenaleyh
(bundan dolayı) âlem-i
vücûdda (varlık aleminde)
bu inâyet-i ezeliyye
(ezelde hükmolmuş ihsan) hasebiyle onlardan a'mâl-i
saliha (iyi, güzel işler)
zâhir oldu (görüldü).
Ve bu amelleri (işleri)
mukâbilinde de
(karşılığında da) Hak onlara, kendi üzerine vâcib
(zaruri) kıldığı rahmet ile
mütecelli oldu (göründü, belirdi).
Şu halde "rahmet-i vücûb"
(rahimin rahmeti)
"rahmet-i imtinân"a (rahmanın
rahmetine) dâhil oldu. Çünkü, bunların vücûdu
rahmet-i âmme (genel, herkese olan
rahmet, rahmanın rahmeti) ile zâhir olmasa
(açığa çıkmasa) idi, rahmet-i
hâssanın (seçilmiş, özel kullarına
olan rahmetinin, rahimin rahmeti) mahall-i tecellîsi
(göründüğü, tecelli ettiği yer)
bulunmaz idi. Ta'bîr-i diğerle,
(başka bir ifade ile) umûm
(genel, her şeye ait olan)
husûsu (özeli, sadece bir şeye mahsus
olanı) ve mutlak
(kayıtsız) mukayyedi
(kayıtlıyı) mutazammındır
(içine alır).
Binâenaleyh (bundan dolayı)
hâssın (“özel”in) âmm
(“genel”in) tahtına
(hükmü altına) dâhil olması
kabîlinden (türünden) olarak rahmet-i rahîmiyye,
(rahimin rahmeti) rahmet-i
rahmâniyye (rahmanın rahmeti)
tahtına (hükmü altına)
dâhil oldu.
(Devam edecek)
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-05.07.2005
http://sufizmveinsan.com
|