[BU FASS
KELİME-İ SüLEYMÂNİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN “HİKMET-İ RAHMÂNİYYE”
BEYÂNINDADIR]
Ve
kullardan bu mesâbede olan kimse, kendisinden âmil olan kim
olduğunu bilir. Ve amel, insandan sekiz a'zâ üzerine taksîm
olunmuştur. Ve tahkîkan Hak Teâlâ, kendisi onlardan her bir
uzvun "hüviyyet"i olduğunu ihbâr eyledi. Böyle olunca onlarda
âmil olan Hakk'ın gayri olmadı. Halbuki sûret, abd içindir. Ve
hüviyyet onda, ya'nî onun isminde mûndericdir, gayr değidir.
Zîrâ Hak Teâlâ zâhir olan ve halk denilen şeyin aynıdır. Ve bu
sebeble ism-i zâhir ve ism-i Ahir abd için oldu. Ve onun olmayıp
ba'dehû olması ve onun zuhûru O'na mütevakkıf bulunması ve ondan
amelin sudûru da O'na mütevakkıf olması sebebiyle, ism-i Bâtın
ve Evvel oldu. Binâeneleyh sen halkı gürdüğün vakit Evvel'i,
Ahir’i, Zâhir'i ve Bâtın'ı görürsün (4).
Ya'nî
ibâddan (kullardan) bu
mesâbede (derecede) olan,
ya'nî amel-i sâlih (iyi işler)
işleyerek "rahmet-i vücûb"a
(yaptığı iyi amellerin karşılığı olan rahmeti (rahimin
rahmetini) müstehak olan
(hakkeden) kimse, kendi vücûdundan amel edenin
(işi işleyenin) kim olduğunu,
ya'nî Hak olduğunu bilir. Zîrâ
(çünkü) onun vücûdu, hüviyyet
(hakikât) ve bâtın
(ruh) cihetiyle
(bakımından) Hakk'ın aynıdır.
Ve belki Hakk'ın sıfât-ı ârızası
(sonradan olmuş, gelip geçici sıfatları) olmak
i’tibâriyle (hususuyla)
zâhir (dış görünüşü)
cihetinden (bakımından)
dahi Hakk'ın gayri (Hakk’tan başka)
değildir. Ve onun vücûdu, "rahmet-i imtinân"ın
(ezelde ihsan edilen rahmetin,rahmanın
rahmetinin) muktezâsıyla
(gerekleriyle) zâhir olduğundan,
(açığa çıktığından) bu
rahmet-i vücûb (amelin ödülü olarak
bahşedilen rahmet, rahimin rahmeti) dahi rahmet-i
imtinânın (rahmanın rahmetinin)
içinde bulunmuş olur. Ve abdin
(kulun) işlediği amelleri
(işleri) Hak îcâd eder
(yaratır, yapar). Ve amel, (iş) insanın
sekiz a'zâsı (organı)
üzerine taksîm olunmuştur ki, onlar da: Göz, dil, kulak, el,
karın, âlet-i tenüsül, ayak ve kalbdir. Ve bu a'zâdan
(uzuvlardan) her birisine,
hâline (oluşuna) mûnâsib,
(uygun) bir teklîf-i
İlâhî (Hakk’ın teklifi)
vâkı' (olmuş) olmuştur ki,
abd (kul) onlara
müteretteb (gereken, ait)
olan vâzîfeden her birini îfâ etmekle
(yerine getirmekle),
Hakk'ın kendi nefsi üzerine vâcib
(zaruri, zorunlu) kıldığı
rahmete istihkak kesb eder (hak
kazanır). Ve
Hak Teâlâ ............................. hadîs-i kudsisi ile, bu
sekiz a'zâdan (organdan)
her birinin hüviyyeti (hakikâti) olduğunu haber verdi. Halbuki bu sekiz a'zâyı
(organı) şâmil olan
(içine alan, kaplayan) sûret,
abdin (kulun) sûretidir.
Ve Hakk'ın hüviyyeti (hakikâti,
Zat’ı) abdde (kulda),
ya'nî Hakk'ın isminde mündericdir
(bulunmaktadır),
gayr
(başka) değildir. Çünkü abdin
(kulun) a'zâsının
(organının) sebeb-i hareketi
(hareket etme sebebi) onun
bâtınıdır (ruhudur).
Ve abd (kul)
kendi bâtınında (ruhunda)
bir fiilin icrâsını (yapılmasını)
tasmîm (kesin olarak
niyet) etmedikçe, o fiilin icrâsına
(yerine getirilmesine)
münâsib (uygun) olan uzvu
müteharrik olmaz (kımıldamaz).
Ve abdin (kulun)
bâtını (ruhu),
mazhar (göründüğü, açığa
çıktığı mahal) olduğu esmâ-yı İlâhiyyeden
(Allah’ın isimlerinden) bir
isimdir ki, onun müdebbiri (idare
edeni, yöneteni) ve ruhudur. Onu tahrîk eden
(kımıldatan) ancak o isimdir.
Ve isim, müsemmânın (isimlenenin)
aynıdır. Ve abdin (kulun)
zâhiri (dış görünüşü),
o ism-i müteayyindir
(meydana çıkmış o isimdir).
Binâenaleyh (bundan
dolayı) Hakk'ın hüviyyeti
(hakikâti), yine
Hakk'ın bir ism-i müteayyini bulunan
(belirmiş, meydana çıkmış bir ismi olan) abdin
(kulun) vücûd-i zâhirinde
(bedeninde) münderic olmuş
(içinde yer almış) olur ki,
bu da gayr (başka)
değildir. Şu halde abdin (kulun)
mazharında (görüntü
mahallinde (bedeninde) amel eden
(işi, fiili işleyen) Hakk'ın
gayri (Hakk’tan başkası)
olmuş olmaz. İşte bundan dolayı, Hak Teâlâ, zâhir
(açığa çıkmış) olan ve halk
(yaratılmış) tesmiye
olunan (denilen) şeyin
aynıdır. Çünkü halkın
(yaratılmışların) hey'et-i mecmûası
(bütün hepsi),
Hakk'ın esmâyı müteayyinesinden
(esmanın belirmesi, meydana çıkmasından)
ibârettir. Ve keyfiyyet-i taayyün,
(belirme, meydana çıkma hususu)
letâfet (incelik, şeffaflık)
ve kesâfet (yoğunluk,
katılık) gibi, umûr-i nisebiyye-i ademiyyedir.
(yok durumunda olan, zatında gizli hususlardandır, işlerdendir)
İşte
bu taayyün (belirme, belli olma)
ve zuhûr (meydana çıkma)
ve kesâfet (yoğunluk)
sebebiyle, Hakk'ın Zâhir ve Âhir isimleri, abd
(kul) için vâkı'
(olmuş) oldu.
Zîrâ (çünkü)
abd (kul),
evvelce bu sûret-i kesîfede
(yoğun, katı surette)
mevcûd değil idi, sonradan mevcûd oldu. Binâenaleyh
(bundan dolayı) onun için
"zâhir" ve "âhir" mefhumları
(kavramları) lâzım geldi. Ve abdin
(kulun) zuhûru
(meydana çıkışı) Hakk'ın
vûcûduna mütevakkıf (bağlı)
olduğu ve kezâ (böylece)
abden (kuldan) amelin
(işlerin) zuhûru
(açığa çıkışı) dahi onun
hüviyyeti (hakikâti, zatı)
ve bâtını (ruhu) olan
Hakk'a mütevakkıf (bağlı)
bulunduğu cihetle (bakımından),
Hak için dahi Bâtın ve Evvel isimleri sâbit
(mevcut) oldu. Zîrâ
(çünkü) abdin
(kulun) vücûdu, Hakk'ın
vücûdundan başlamıştır. Ve abd (kul)
zâhir oldukda (açığa
çıktığında), Hak
abdin (kulun) vücûdunda
bâtın olmuştur. (gizlenmiştir)
Misâl:
Bir şeftâlî çekirdeğini diktiğimiz vakit ondan bir ağaç zâhir
olur (meydana gelir).
Çekirdeğe nazaran (göre)
bu ağaç zâhiriyyet (zahire
çıkma, zahire ait olma) ve âhiriyyet
(sonralık, sonradan olma)
sıfatlarıyla mevsûf (vasıflanmış)
olur. Zîrâ (çünkü)
evvelce vücûdu yok idi, sonradan çıktı. Binâenaleyh
(bundan dolayı) ağaç "zâhir"
ve "âhir" isimleriyle tesmiye ederiz
(isimlendiririz).
Ve kezâ (böylece)
ağacın vücûdu çekirdeğin vücûduna
(varlığına) mütevakkıftır
(bağlıdır) ve ondan başlamıştır. Şu halde çekirdekte
evveliyet olduğu için, onu "evvel" ismiyle tesmiye ederiz
(adlandırırız).
Ve ağaç zâhir olunca
(açığa çıkınca) çekirdek gâib
(kayıp) olup bâtına gider
(gizlenir) ve onun bâtını
(içi, ruhu) olur. Bu halde de
çekirdeğe ağacın “bâtını” deriz.
İşte sana
Evvel'i (önceyi),
Âhir'i
(sonrayı),
Zâhir'i (görüleni,
meydanda olanı) ve Bâtın'ı
(görülmeyeni, gizlenmişi)
gösteren şey, ancak halkın
(yaratılmışın) vücûdudur. Eğer halkın
(yaratılmışın) vücûdu olmasa
idi, nisebden (sıfatlardan)
ibâret olan bu isimler meşhûd olmaz
(görülmez) idi.
(Devam edecek)
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-12.07.2005
http://sufizmveinsan.com
|