[BU FASS KELİME-İ SüLEYMÂNİYYE'DE
MÜNDEMİC OLAN “HİKMET-İ RAHMÂNİYYE” BEYÂNINDADIR]
Ba'dehû kasrın beyânında zikr
eylediği tenbîh, Süleymân'ın kemâl-i ilmindedir. "İmdi ona köşke
gir, denildi." Ve köşk zücâcdan olup pek beyaz ve şeffaf idi.
"Ve vaktâki onu gördü, lücce, ya'nî su zannetti ve esvâbına su
isâbet etmemek için, bacaklarını açtı" (Neml, 27/44). Böyle
olunca, gördüğü tahtının da bu kabilden olduğuna, bununla tenbih
eyledi. Ve işte bu insâfın gâyesidir. Zîrâ muhakkak bu tenbîh
ile, onun .......................
(Neml, 27/42) kavlindeki
isâbetini ona i'lâm etti (25).
Ya'nî taht mes'elesinden sonra,
köşkün beyânında (açıklamasında)
Süleyman (a.s.) tarafından Belkîs'e vâkı'
(olmuş) olan tenbîh
(ikaz, uyarı),
cenâb-ı Süleymân'ın kemâll-i ilmindendir
(ilminin tamlığından,
mükemmelliğindendir). Ma'lûmdur
ki Süleyman (a.s.), gâyet beyaz ve şeffaf
(saydam) billûrdan
(saf camdan) bir köşk i'mâl
ettirmiş (yaptırmış) idi
ki, altında su ve suyun içinde de balıklar var idi. Belkîs'e “bu
köşke gir” denildi. O da köşkün sathının
(yüzeyinin) kemâl-i
şeffâfiyyetinden (tam saydam
oluşundan) sudan geçilecek zu'miyle,
(sandığından) paçaları
ıslanmamak için, sıvadı ve bacaklarını açtı. Yürümeğe
başlayınca, su olmayıp, bastığı mahallin
(yerin) billûr
(kristal cam) olduğunu
anladı.
Süleyman (a.s.)’ın Belkîs'i köşke
idhâli (sokması),
tahtının dahi bu kabîlden
(türden) olduğuna, ya'nî tahtının vücûdu
(varlığı),
Sebâ şehrindeki tahtının vücûdunun
(varlığının) aynı olmayıp
onun müşâbihi (benzeri) ve
fakat sûret i'tibâriyle (şekil, biçim
bakımdan), onun
aynı olduğuna tenbîh eyledi (ikaz
etti, uyardı).
Nitekim, Belkîs'in paçalarını sıvayıp bastığı mahal
(yer),
sûret i'tibâriyle
(görünüş bakımından) suyun
aynıdır. Çünkü billûrun (saf camın,
kristalin) sûreti (şekli),
şeffâfiyyeti (şeffaf,
saydam oluşu) hasebiyle
(bakımından) meşhûd değildir
(gözle görülemez).Fakat vûcûd
(varlığı) i'tibâriyle
(bakımından) mahsüstür
(bellidir, duyu ile hissedilir,
anlaşılır) ve suyun aynı değildir. Binâenaleyh
(bundan dolayı) bu köşk
mes'elesi (konusu),
müşâbehet-i vücûda
(varlığının benzer oluşuna)
ve ayniyyet-i sûrete (şeklinin aynı
oluşuna) tenbîhtir
(ikazdır, uyarıdır).
Ve bu tenbîh dahi Süleyman (a.s.) tarafından Belkîs
hakkında son derece insaftır
(merhamettir).
Zîrâ (çünkü) cenâb-ı
Süleyman bu tenbîhi ile, Belkîs'in kendi tahtı hakkında "Sanki
odur" demesindeki isâbeti, (doğruyu
tutturması) ona tefhîm
(anlatmış) ve i'lâm etmiş
(bildirmiş) oldu. Çünkü tahtın vücûdu
(varlığı),
mekân-ı Belkîs'teki
(Belkis’ın ikamet ettiği yerdeki) tahtın müşâbihi
(benzeri) olduğundan;
Belkîs'in "Ona benzer" demesi doğru olur.
İmdi bunun indinde: "Yâ Rab
tahkîkan ben nefsime zulm ettim ve Süleyman ile, ya'nî islâm-ı
Süleyman ile Rabbü'l-âlemîn olan Allâh'a teslîm ve münkâd oldum"
(Neml, 27/44) dedi. Böyle olunca Süleymân'a münkâd olmadı, belki
Rabbü'l-âlemîne münkâd oldu. Ve Süleyman ise âlemindendir.
Binâenaleyh, Alah Teâlâ'nın hakkındaki i'tikadlarında Resuller
takayyüd etmedikleri gibi, Belkîs de inkıyâdında takayyüd
etmedi, Fir'avn'a muhâlif olarak. Zîrâ "Mûsâ ve Hârun'un
Rabb'ine" (A'râf, 7/122) dedi. Vâkıâ bu inlayâd ile bir vecihden
Belkîs'in inkıyâdına lâhık olur. Velâkin onun kuvveti kadar kavî
olmaz. Böyle olunca Belkîs, Allâh'a inkıyâdda, Fir'avn'dan efkah
idi (26).
Ya'nî Belkîs, Süleyman (a.s.)’ın
bâlâda (yukarıda) îzâh
olunan (anlatılan)
insâfını gördüğü vakit, Kur'ân-ı Kerîm'de beyan buyrulduğu
(bildirildiği) üzere:
.............................. (Neml, 27/44) ya'nî "Ya Rab,
muhakkak ben nefsime küfür
ve şirk (Allah’a ortak koşmak)
ile veyâhut te'hîr-i îmân
(iman etmeyi geciktirmek) ile zulm
(işkence) ettim. Ve bunun
böyle olduğunu şimdi anladığım için, Süleyman nasıl
Rabbü'l-âlemîne (âlemlerin Rabbi’ne)
münkâd olmuş (boyun eğmiş)
ise, ben dahi öylece teslîm ve münkâd oldum
(boyun eğdim)"
dedi. Belkîs, Süleymân'a münkad oldum
(boyun eğdim),
demedi; belki âlemlerin Rabbine inkıyâd ettim
(boyun eğdim, teslim oldum),
dedi. Ve cenâb-ı Süleyman ise, âlemler mefhûmu
(kavramı, manası) içinde
dâhildir. Binâenaleyh (bundan dolayı),
Belkîs, sûret-i mutlakada (tam,
kayıtsız şekilde) inkıyâd etmiş
(teslim olmuş) oldu ve
inkıyâdını (teslimiyetini)
takyîd etmedi (kayıtlamadı).
Nitekim Resullerin
(Peygamberlerin) dahi Allah
Teâlâ hakkındaki i'tikadları
(imanları) mukayyed
(kayıtlı) olmayıp, mutlaktır
(kayıtsızdır).Ve Belkîs'in bu
inkıyâdı, (teslimiyeti)
Fir'avn'ın inkıyâdına (teslimiyetine)
muhâlif (aykırı, ters)
oldu. Zîrâ (çünkü)
Fir'avn "Ben Mûsâ ve Hârun'un Rabb'ine îmân ettim" dedi. Ve
"Mûsâ ve Hârûn" kavliyle (sözleriyle)
îmânını takyîd etti
(kayıtladı). Ve
Fir'avn'ın bu mukayyed (kayıtlı)
olan inkıyâdı
(teslimiyeti);
Belkîs'in mutlak (kayıtsız)
olan inkıyâdına (teslimiyetine)
bir vecihden (yönden)
lâhık olur
(katılır).
Zîrâ (çünkü)
enbiyânın (Nebilerin (Peygamberlerin)
îmanları mutlaktır
(kayıtsızdır) ve onlara tâbi' olanların
(uyanların, onların yolunda gidenlerin)
îmânları dahi bu ıtlâka
(kayıtsızlığa) dâhil olur. Fakat tarz-ı inkıyâdda
(teslimiyet tarzında) kayd
(kayıt, şart) olduğundan,
Belkîs'in kuvvet-i inkıyâdı
(teslimiyetinin gücü) kadar kavî
(güçlü) değildir.
Sûâl: Kur'an-ı Kerîm'de
Fir'avn'ın takyîdi (kayıtlılığı)
.............................. (Yûnus, 10/90) ya'nî
"Beni İsrâîl'in (İsrail oğullarının)
îmân ettiğine îmân ettim" tarzında
(şeklinde) vâkı' olmuştur
(gerçekleşmiştir) .
Ve Fir'avn ................ dememiştir.
Cevap: Sehare
(sihirbazlar) îmân ettikleri
vakit .............................. (A'râf 7/122) demişler idi.
Ve bu sihirbazlar, Benî İsrâîl'den
İsrail oğullarından) idi. Ve diğer taraftan "Mûsâ ve
Hârûn" (aleyhime's-selâm) dahi Benî İsrâîl'den
(İsrail oğullarından)
idiler. Binâenaleyh (bundan dolayı)
Fir'avn bu kavliyle
(sözleriyle) "Benî İsrâîl'in
(İsrail oğullarının) îmân
ettikleri Mûsâ ve Hârûn'un, veyâhut Benî İsrâîl'den
(İsrail oğullarından) olan
Mûsâ ve Hârûn'un Rabb'ine îmân ettim" demiş oldu. Ve cenâb-ı
Şeyh (r.a.) dahi, takyîdde
(kayıtlamada, şart koşmada) bu esâsı
(gerçeği) beyan buyurdu
(anlattı).
Şu halde Belkîs, âlemlerin
Rabb'ine inkıyâd eylediği (teslim
olduğu) ve âlemlerin Rabb'i ise, Rabb-i mutlak
(kayıtsız Rab) ve
Rabbü'l-erbâb (Rabların Rabbi)
olduğu için, inkıyâd (teslimiyet)
husûsunda Fir'avn'dan daha fakîh
(bilgili) ve daha âlim oldu.
Zîrâ (çünkü),
Fir'avn'ın inkıyâdı
(teslimiyeti) Mûsâ ve Hârûn'un Rabb-i hâslarına
(has isimlerine, rablerine)
oldu. Binâenaleyh (bundan dolayı)
Fir'avn'ın îmânı daha zaîf
(zayıf) idi.
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-20.09.2005
http://sufizmveinsan.com
|