187. Bölüm


 

[BU FASS KELİME-İ SüLEYMÂNİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN “HİKMET-İ RAHMÂNİYYE” BEYÂNINDADIR]

İmdi biz tarîkın zevkınden bildik ki, onun bunu istemesi, Rabb'inin emrinden vâkı' oldu. Ve taleb emr-i İlahiden vâkı' olduğu vakit, tâlib için talebi üzerine ecr-i tâm hâsıl olur. Ve Bârî Teâlâ, dilerse, kendisinden taleb ettiği şeyde, onun hâcetini kazâ eder ve dilerse imsâk eyler. Zîrâ abd, Allah Teâlâ'nın, hakkında Rabb'inden suâl ettiği şeyde emre imtisâlinden, onun üzerine vâcib kıldığı emri îfâ etti. İmdi eğer bunu,  Rabb'i emretmeden, kendi nefsinden suâl ederse, Rabb'i onu bunun sebebiyle elbette muhâsebe eder (30).

Ya'nî biz, sırât-ı müstakîm (doğru yol) olan tarîk-ı Hakk’ın (Hakk yolunun) zevkınden bildik ki, Süleyman (a.s.)’ın kendisinden sonra hiçbir kimseye lâyık (yaraşmayan, uygun) olmayan bir mülkü taleb etmesi (istemesi), Rabb'inin emriyle vâkı' (olmuş) oldu. Ve bu talebini (isteğini) Rabb'inin emriyle icrâ etti (yerine getirdi). Ve taleb (istek) emr-i İlahi (Hakk’ın emri) ile vâkı' oldukda, (olduğunda) tâlibin (isteyenin) talebi (isteği) üzerine ecr-i tâm (tam mükafat) hâsıl olur (oluşur). Çünkü Hak Teâlâ ....................... (Mü'min, 40/60) buyurdu. Ve makâm-ı seyyidiyyet (seyyidlik, beylik makamı), atâ (bahşetmeyi) ve ihsânı (vermeyi) ve makâm-ı abdiyyet (kulluk makamı) ise züll-i suâli (zillette oluş ile istemeyi, alçalarak dua etmeyi) iktizâ eder (gerektirir). Binâenaleyh (bundan dolayı) abd (kul),  seyyidine (efendisine) karşı vazîfesini îfâ etmekle (yerine getirmekle) ecre (mükafata) müstehak olur (hak kazanır). Ve Bârî Teâlâ hazretleri dilerse, abdin (kulun) kendisinden taleb ettiği (istediği) şeyi ihsân ederek (vererek), onun hâcetini (ihtiyacını) kazâ eder (eda eder, yerine getirir).           Ve dilerse, lebbeyk (buyrunuz emir sizindir efendim) ile icâbet (kabul) edip, atâsını (bağışını) te'hîr (geciktirir) ve imsâk eyler (vermez).  Atâyânın (bağışların) envâ'ı (çeşitleri) ile abd (kul) tarafından vâkı' (olmuş) olan suâlât (dualar) hakkındaki tafsîlât (detaylar) ve îzâhât (geniş açıklama) Fass-ı Şîsî'de (Şisi bölümünde) murûr etmiştir (geçmiştir), oraya mürâcat olunsun. Emr-i İlahi (Hakk’ın emri) ile vâkı' (olmuş) olan suâlde (duada, istekte),  Hak ister abdin (kulun) murâdını versin, ister te'hîr (geciktirsin) ve imsâk etsin (vermesin),  abd (kul) me'cûrdur (karşılık almaya, mükafata hak kazanmıştır).  Çünkü o talebde (istekte) Rabb'inin emrine imtisâl etmiştir (boyun eğmiştir).  Ve onun üzerine vâcib (zorunlu) kıldığı emri edâ (yerine getirmiş) ve îfâ eylemiştir (yapmıştır). Fakat abd (kul),  bu atâyı, (bağışı) Rabb'i emr etmeksizin, hod be-hod (kendiliğinden) taleb eder (ister) ve onun bu talebi (isteği) üzerine Rabb'i dahi istediği atâyı (bağışı) verirse, elbette bu atâ (bağış) sebebiyle onu muhâsebe eder (hesaba çeker). Bu hâlin beyne'l halk (insanlar arasında) dahi böyle olduğu âtîdeki (aşağıdaki) misâl ile tavazzuh eder (açıklığa kavuşturur):

Misâl: Bir pâdişâh-ı âdil (adaletle hükmeden bir padişah), ricâl-i hükûmetten (devletin ileri gelenlerinden) birinin isti'dâdını, bir vilâyette rızâsına muvâfık (uygun) bir sûrette, vâlîlik edebilecek bir halde görür. Bu me'mûriyeti, usûl-i dâiresinde (kurallar çerçevesinde) resmen (devletten) taleb etmesini (istemesini) emreder. O da emr-i pâdişâhîye imtisâlen (padişahın emrine uyarak) o me'mûriyyeti taleb eder (ister).  Pâdişâh o kimseye, ister bu me'mûriyeti ihsân etsin (versin) ve ister bir mânia haylûletiyle (araya bir engel  girmesiyle) onun bu talebini (isteğini) is'âf etmesin (yerine getirmesin), pâdişâhın nazarında (görüşünde) o kimse marzîdir (beğenilmiştir). Zîrâ (çünkü) emre imtisâl etti (uydu, yerine getirdi) ve bu atâyı  (bağışı, ihsanı) hod-be-hod (kendi kendine) taleb etmedi (istemedi).Fakat bir kimse pâdişâha, onun böyle, bir emri olmaksızın, hod-be-hod (kendi kendine) bir arîza (istirhamname (dilekçe) takdîm ederek (sunarak) : "Bana şu me'mûriyeti ihsân edin (verin); rızâ-yı şâhânenize (şahane rızanıza) muvâfık (uygun, yerinde) hizmetler ederim, şöyle yaparım, böyle yaparım" diye talebde (istekte) bulunsa ve pâdişâh dahi onun bu talebini (isteğini), "Bakalım bu adam dediklerini yapabilecek mi?" diyerek is'âf etse (kabul edip yerine getirse), elbette onu murâkabe (denetler, kontrol) altında tutar. Ve bilâhere (sonunda) onun o me'mûriyyetteki efâlini (işlerini) muhâsebe eder (hesabını tutar). Ve va'dini (verdiği sözü) incâz etmemiş (yerine getirmemiş) ise itâb eyler (azarlar).

Ve bu, Allah Teâlâ'nın suâl olunduğu cemî'-i şeyde sârîdir. Nitekim Nebî'si Muhammed (s.a.v.)’e .......................... (Tâhâ, 20/114) dedi. Binâenaleyh Rabb'inin emrine imtisâl edip ilimden ziyâdeyi taleb eder oldu. Hattâ vâkı' oldu ki, ona süt verildiği vakit, rü'yâsını te'vîl ettiği gibi, onu "ilim" ile te'vîl ederdi. Vaktâki nevmde ona bir kadeh süt verildiğini gördü, onu içti ve onun artanını Ömer ibn el-Hattâb (r.a.)’e verdi. "Onu ne ile te'vîl ettin?" dediler. "İlim ile" dedi. Ve kezâlik isrâ olunduğu vakit, melek ona bir kap getirdi ki, içinde süt var idi ve bir kap getirdi ki, içinde şarap var idi. Sütü içti. İmdi melek ona; “Fıtratı isâbet ettin; Allah Teâlâ ümmetini sana isâbet etsin” dedi. Binâenaleyh "süt", ne vakit rü'yâda zâhir olsa, o "ilm"in sûretidir. O, "süt" sûretinde temsîl olunan "ilim"dir. Cebrâîl'in Meryem'e beşer-i seviyy sûretinde temsîl olunduğu gibi (31)

Ya'nî bâlâda (yukarıda) zikrolunan (anlatılan) hüküm, Hak Teâlâ'dan taleb olunan (istenen) her şeyde sârîdir (geçicidir, geçerlidir).Nitekim, Nebiyy-i edîbi, Muhammed (s.a.v.)’e .........................(Tâhâ, 20/114) ya'nî "Ya Rabbî, bana ilmi ziyâde et (fazlalaştır), de!" buyurdu. Buna binâen (dayanarak) (s.a.v.) Efendimiz Rabb'inin emrine imtisâl edip (uyup) izdiyâd-ı ilmi (ilminin artmasını, çoğalmasını) taleb eder (ister) oldu. Hattâ kendilerine âlem-i histe (dünyada) “süt” verilse, âlem-i hissi (dünya âlemini),  hayâle ilhâk buyurduğu (kattığı) için, rü'yâsını te'vîl ettiği (yorumladığı) gibi, o "süt"ü "ilim" ile te'vîl ederdi (yorumlardı). Ve rü'yâsında te'vîli (yorumu, tabiri) budur ki: Vaktâki (ne vakit ki) uykusunda, ona bir kadeh süt verildiğini gördü; o sütü içip artanını Hz. Ömer (r.a.)’e verdi. Bu rü'yâlarını ashâb-ı kirâm muvâcehesinde (karşısında) beyan buyurduklarında (anlattıklarında) onlar: "Yâ Resûlullâh sütü ne ile te'vîl ettin (yorumladın)?"  dediler: Cevâben: "İlim ile te'vîl ettim (yorumladım)" buyurdular. "Süt" ile "ilim" arasındaki münâsebet budur ki, süt, etfal-i nâkısanın (henüz büyümemiş bebeklerin) ebdânını (bedenini) terbiye  edip kemâle (olgunluğa) getirir. İlim dahi ervâh-ı nâkısayı (gelişmemiş ruhları) terbiye edip kemâl (olgunluk) mertebesine îsâl eder (ulaştırır).  Ve kezâ (böylece) leyle-i Mi'râc'da (Mirac gecesinde) (s.a.v.) Efendimiz isrâ olundukları (gece gönderildiği) vakit, bir melek onlara iki kap takdîm etti ki, birinin içinde süt, diğerinin içinde şarap var idi. Fahr-i âlem Efendimiz sütü ihtiyâr edip (seçip) içti. Melek ona: "Yâ Resûlallah fitrat-ı İslâmı (İslam fıtratını) isâbet ettin (tuttun). Allah Teâlâ ümmetini sana eriştirsin" dedi. Zîrâ (çünkü) bir Nebînin (Peygamberin) ümmeti kendisine vâsıl olmakla (ulaşmakla) dinde onun geçtiği şeyin yanında murûr eder (geçip gider). Binâenaleyh (bundan dolayı) "süt", her ne vakit rü'yâda görülse, o sûret "ilm"in sûretidir. Ve görünen şey, süt sûretinde temsîl (sembol) olunan ilimdir. Cebrâîl (a.s.); Meryem (aleyhe's-selâm)’a nasıl ki beşer-i seviyy sûretinde (insana denk surette, insan suretinde) temsîl (benzer) olundu ise, "ilim" dahi râîye menâmında (uykusunda rüya görene) öylece "süt" sûretinde temsîl olundu.

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-11.10.2005
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail