[BU FASS
KELİME-İ SüLEYMÂNİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN “HİKMET-İ RAHMÂNİYYE”
BEYÂNINDADIR]
İmdi biz
tarîkın zevkınden bildik ki, onun bunu istemesi, Rabb'inin
emrinden vâkı' oldu. Ve taleb emr-i İlahiden vâkı' olduğu vakit,
tâlib için talebi üzerine ecr-i tâm hâsıl olur. Ve Bârî Teâlâ,
dilerse, kendisinden taleb ettiği şeyde, onun hâcetini kazâ eder
ve dilerse imsâk eyler. Zîrâ abd, Allah Teâlâ'nın, hakkında
Rabb'inden suâl ettiği şeyde emre imtisâlinden, onun üzerine
vâcib kıldığı emri îfâ etti. İmdi eğer bunu, Rabb'i emretmeden,
kendi nefsinden suâl ederse, Rabb'i onu bunun sebebiyle elbette
muhâsebe eder (30).
Ya'nî biz,
sırât-ı müstakîm (doğru yol)
olan tarîk-ı Hakk’ın (Hakk
yolunun) zevkınden bildik ki, Süleyman (a.s.)’ın
kendisinden sonra hiçbir kimseye lâyık
(yaraşmayan, uygun) olmayan
bir mülkü taleb etmesi (istemesi),
Rabb'inin emriyle vâkı'
(olmuş) oldu. Ve bu talebini
(isteğini) Rabb'inin emriyle
icrâ etti (yerine getirdi).
Ve taleb (istek) emr-i
İlahi (Hakk’ın emri) ile
vâkı' oldukda, (olduğunda)
tâlibin (isteyenin)
talebi (isteği) üzerine
ecr-i tâm (tam mükafat)
hâsıl olur (oluşur).
Çünkü Hak Teâlâ ....................... (Mü'min,
40/60) buyurdu. Ve makâm-ı seyyidiyyet
(seyyidlik, beylik makamı),
atâ (bahşetmeyi)
ve ihsânı (vermeyi) ve
makâm-ı abdiyyet (kulluk makamı)
ise züll-i suâli (zillette
oluş ile istemeyi, alçalarak dua etmeyi)
iktizâ eder (gerektirir).
Binâenaleyh (bundan
dolayı) abd (kul),
seyyidine
(efendisine) karşı vazîfesini
îfâ etmekle (yerine getirmekle)
ecre (mükafata)
müstehak olur (hak kazanır).
Ve Bârî Teâlâ hazretleri dilerse, abdin
(kulun) kendisinden taleb
ettiği (istediği) şeyi
ihsân ederek (vererek),
onun hâcetini (ihtiyacını)
kazâ eder (eda eder,
yerine getirir).
Ve dilerse, lebbeyk
(buyrunuz emir sizindir efendim)
ile icâbet (kabul)
edip, atâsını (bağışını)
te'hîr (geciktirir) ve
imsâk eyler (vermez).
Atâyânın
(bağışların) envâ'ı
(çeşitleri) ile abd
(kul) tarafından vâkı'
(olmuş) olan suâlât
(dualar) hakkındaki tafsîlât
(detaylar) ve îzâhât
(geniş açıklama) Fass-ı
Şîsî'de (Şisi bölümünde)
murûr etmiştir (geçmiştir),
oraya mürâcat olunsun. Emr-i İlahi
(Hakk’ın emri) ile vâkı'
(olmuş) olan
suâlde (duada, istekte),
Hak ister abdin
(kulun) murâdını versin,
ister te'hîr (geciktirsin)
ve imsâk etsin (vermesin),
abd
(kul) me'cûrdur
(karşılık almaya, mükafata hak
kazanmıştır). Çünkü
o talebde (istekte)
Rabb'inin emrine imtisâl etmiştir
(boyun eğmiştir).
Ve onun üzerine vâcib (zorunlu)
kıldığı emri edâ (yerine
getirmiş) ve îfâ eylemiştir
(yapmıştır). Fakat abd
(kul),
bu atâyı,
(bağışı) Rabb'i emr
etmeksizin, hod be-hod
(kendiliğinden) taleb eder
(ister) ve onun bu talebi
(isteği) üzerine Rabb'i dahi
istediği atâyı (bağışı)
verirse, elbette bu atâ (bağış)
sebebiyle onu muhâsebe eder
(hesaba çeker). Bu hâlin
beyne'l halk (insanlar arasında)
dahi böyle olduğu âtîdeki
(aşağıdaki) misâl ile tavazzuh eder
(açıklığa kavuşturur):
Misâl:
Bir pâdişâh-ı âdil (adaletle hükmeden
bir padişah),
ricâl-i hükûmetten (devletin ileri
gelenlerinden) birinin isti'dâdını, bir vilâyette
rızâsına muvâfık (uygun)
bir sûrette, vâlîlik edebilecek bir halde görür. Bu me'mûriyeti,
usûl-i dâiresinde (kurallar
çerçevesinde) resmen
(devletten) taleb etmesini
(istemesini) emreder. O da
emr-i pâdişâhîye imtisâlen (padişahın
emrine uyarak) o me'mûriyyeti taleb eder
(ister).
Pâdişâh o kimseye, ister bu
me'mûriyeti ihsân etsin (versin)
ve ister bir mânia haylûletiyle
(araya bir engel girmesiyle)
onun bu talebini (isteğini)
is'âf etmesin (yerine
getirmesin),
pâdişâhın nazarında (görüşünde)
o kimse marzîdir
(beğenilmiştir).
Zîrâ (çünkü) emre
imtisâl etti (uydu, yerine getirdi)
ve bu atâyı (bağışı,
ihsanı) hod-be-hod (kendi
kendine) taleb etmedi
(istemedi).Fakat bir kimse pâdişâha, onun böyle, bir
emri olmaksızın, hod-be-hod (kendi
kendine) bir arîza
(istirhamname (dilekçe) takdîm ederek
(sunarak) :
"Bana şu me'mûriyeti ihsân edin
(verin);
rızâ-yı şâhânenize (şahane
rızanıza) muvâfık (uygun,
yerinde) hizmetler ederim, şöyle yaparım, böyle
yaparım" diye talebde (istekte)
bulunsa ve pâdişâh dahi onun bu talebini
(isteğini),
"Bakalım bu adam dediklerini yapabilecek mi?" diyerek
is'âf etse (kabul edip yerine
getirse),
elbette onu murâkabe (denetler,
kontrol) altında tutar. Ve bilâhere
(sonunda) onun o
me'mûriyyetteki efâlini (işlerini)
muhâsebe eder (hesabını
tutar). Ve
va'dini (verdiği sözü)
incâz etmemiş (yerine getirmemiş)
ise itâb eyler (azarlar).
Ve bu,
Allah Teâlâ'nın suâl olunduğu cemî'-i şeyde sârîdir. Nitekim
Nebî'si Muhammed (s.a.v.)’e .......................... (Tâhâ,
20/114) dedi. Binâenaleyh Rabb'inin emrine imtisâl edip ilimden
ziyâdeyi taleb eder oldu. Hattâ vâkı' oldu ki, ona süt verildiği
vakit, rü'yâsını te'vîl ettiği gibi, onu "ilim" ile te'vîl
ederdi. Vaktâki nevmde ona bir kadeh süt verildiğini gördü, onu
içti ve onun artanını Ömer ibn el-Hattâb (r.a.)’e verdi. "Onu ne
ile te'vîl ettin?" dediler. "İlim ile" dedi. Ve kezâlik isrâ
olunduğu vakit, melek ona bir kap getirdi ki, içinde süt var idi
ve bir kap getirdi ki, içinde şarap var idi. Sütü içti. İmdi
melek ona; “Fıtratı isâbet ettin; Allah Teâlâ ümmetini sana
isâbet etsin” dedi. Binâenaleyh "süt", ne vakit rü'yâda zâhir
olsa, o "ilm"in sûretidir. O, "süt" sûretinde temsîl olunan
"ilim"dir. Cebrâîl'in Meryem'e beşer-i seviyy sûretinde temsîl
olunduğu gibi (31)
Ya'nî bâlâda
(yukarıda) zikrolunan
(anlatılan) hüküm, Hak
Teâlâ'dan taleb olunan (istenen)
her şeyde sârîdir
(geçicidir, geçerlidir).Nitekim, Nebiyy-i edîbi,
Muhammed (s.a.v.)’e .........................(Tâhâ, 20/114)
ya'nî "Ya Rabbî, bana ilmi ziyâde et
(fazlalaştır),
de!" buyurdu. Buna binâen (dayanarak)
(s.a.v.) Efendimiz Rabb'inin emrine imtisâl edip
(uyup) izdiyâd-ı ilmi
(ilminin artmasını, çoğalmasını)
taleb eder (ister)
oldu. Hattâ kendilerine âlem-i histe
(dünyada) “süt” verilse, âlem-i hissi
(dünya âlemini),
hayâle ilhâk buyurduğu
(kattığı) için, rü'yâsını
te'vîl ettiği (yorumladığı)
gibi, o "süt"ü "ilim" ile te'vîl ederdi
(yorumlardı). Ve rü'yâsında
te'vîli (yorumu, tabiri)
budur ki: Vaktâki (ne vakit ki)
uykusunda, ona bir kadeh süt verildiğini gördü; o
sütü içip artanını Hz. Ömer (r.a.)’e verdi. Bu rü'yâlarını
ashâb-ı kirâm muvâcehesinde
(karşısında) beyan buyurduklarında
(anlattıklarında) onlar: "Yâ
Resûlullâh sütü ne ile te'vîl ettin
(yorumladın)?"
dediler: Cevâben: "İlim ile
te'vîl ettim (yorumladım)"
buyurdular. "Süt" ile "ilim" arasındaki münâsebet
budur ki, süt, etfal-i nâkısanın (henüz büyümemiş bebeklerin) ebdânını
(bedenini) terbiye edip
kemâle (olgunluğa)
getirir. İlim dahi ervâh-ı nâkısayı
(gelişmemiş ruhları) terbiye edip kemâl
(olgunluk) mertebesine îsâl
eder (ulaştırır).
Ve kezâ
(böylece) leyle-i Mi'râc'da
(Mirac gecesinde) (s.a.v.)
Efendimiz isrâ olundukları (gece
gönderildiği) vakit, bir melek onlara iki kap takdîm
etti ki, birinin içinde süt, diğerinin içinde şarap var idi.
Fahr-i âlem Efendimiz sütü ihtiyâr edip
(seçip) içti. Melek ona: "Yâ
Resûlallah fitrat-ı İslâmı (İslam
fıtratını) isâbet ettin
(tuttun). Allah
Teâlâ ümmetini sana eriştirsin" dedi. Zîrâ
(çünkü) bir Nebînin
(Peygamberin) ümmeti
kendisine vâsıl olmakla (ulaşmakla)
dinde onun geçtiği şeyin yanında murûr eder
(geçip gider). Binâenaleyh (bundan dolayı)
"süt", her ne vakit rü'yâda görülse, o sûret "ilm"in
sûretidir. Ve görünen şey, süt sûretinde temsîl
(sembol) olunan ilimdir.
Cebrâîl (a.s.); Meryem (aleyhe's-selâm)’a nasıl ki beşer-i
seviyy sûretinde (insana denk
surette, insan suretinde) temsîl
(benzer) olundu ise, "ilim"
dahi râîye menâmında (uykusunda rüya
görene) öylece "süt" sûretinde temsîl olundu.
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-11.10.2005
http://sufizmveinsan.com
|