188. Bölüm


 

[BU FASS KELİME-İ SüLEYMÂNİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN “HİKMET-İ RAHMÂNİYYE” BEYÂNINDADIR]

Aleyhi's-selâm ......................... buyurdukda, insanın dünyâsı hayâtında gördüğü her şey, uyuyan kimsenin rü'yâsı menzilesindedir, hayâldir. Böyle olunca onun te'vîli lâzımdır (32).

Ya'nî (S.a.v.) Efendimiz, hadîs-i şerîflerinde "Nâs (insanlar) uykudadır, öldükleri vakit uyanırlar" buyurmakla; bu âlem-i his ve şehâdette (hissedilen ve görülen âlemde, dünyada) gördüğümüz sûretlerin, rü'yâlarımızda gördüğümüz sûretler gibi, "hayâl"den ibâret olduğunu bize tasrîh ettiler (açık açık söylediler) ve bizi îkâz eylediler (uyardılar).Binâenaleyh (bundan dolayı), rü'yâda gördüğümüz suver-i hayâliyyenin (hayali suretlerin) maânî-i münâsibesini (uygun manalarını) teemmül edip (etraflıca düşünüp) onları nasıl  te'vîl edersek (tabir eder, yorumlarsak),  dünyâda gördüğümüz suver-i mahsüseyi (bilinen suretleri) dahi öylece te'vîl etmemiz (yorumlamamız) lâzım gelir. İşte, (S.a.v.) Efendimiz, âlem-i hissi (hissedilen âlemi,dünyayı) , âlem-i hayâle (hayal âlemine) ilhâk buyurduğu (kattığı) için kendilerine her ne vakit "süt" verilse, rü'yâlarını te'vîl buyurdukları (yorumladıkları) gibi, o sütü "ilim" ile te'vîl ederler (yorumlarlar) idi. Zîrâ (çünkü) her bir sûret, ma'nâya şahsiyyet verir. Ma'nâ latîf (ince, şeffaf) olup görünmez iken, bir sûret-i kesîfeye (katı, koyu bir surete) taalluk edince (bağlı, ilişkili olunca) meşhûd (görülür) ve mahsüs (beş duyu ile hissedilir) olur. Ve Hakk'ın şuûnâtı (fiilleri, işleri) ve ahvâl-i zâtiyyesi (zatına ait haller, oluşlar) maânî-i latîfeden (şeffaf manalardan) ibâret olduğundan mahsüs (beş duyu ile hissedilebilir) ve meşhûd (görülür) olmak için suver-i kesîfe (koyulaşmış, katılaşmış suretler) ister. Binâenaleyh (bundan dolayı) cismâniyyet-i kesîfe (yoğunlaşmış cisimler) ve unsuriyyeden (basit elementlerden) olan bu dünyânın sûretlerinden ve eşkâlinden (şekillerinden) her birisi, bir şe'n-i İlâhîyi (İlahi işleri) temsîl (simgeler) ve teşhîs (fark edilir, tanınır) eder.

İşte insân-ı ârif (bilen kişi) bu âlemde (dünyada) bir sûret gördükde (gördüğünde) onu te'vîl edip (yorumlayıp) ma'nâsına intikal eder (geçer). İnsân-ı câhil (bilmeyen kişi) ise her bir sûreti, hayvanın ot ve saman görmesi gibi görür; ya'nî te'vîl edip (yorumlayıp) ma'nâsına intikâl etmez (geçmez).  Belki hayvâniyyetine mülâyim (uygun) ve hazz-ı nefsâniyyesine (nefsinin zevkine) muvâfık (uygun) gelen suver (suretler) ile telezzüz (lezzet zevk alır) ve gelmeyen ile teellüm eder (kederlenir, üzülür). Eğer ârif (bilen kişi) gibi ma'nâsına intikal ede (geçse) idi, pür-ezvâk olurdu (çok zevklenirdi). Bu bahsin (konunun) tafsîli (açıklaması) çoktur, belki müstakıl (tek başına) bir kitap olur. Ârife (bilene) bu kadar işâret kâfîdir.

Beyt:
Tercüme: "Bizim o sahrâ-yı vücûda (vücut çölüne) vaz' ettiğimiz (koyduğumuz) o her bir nakış (resim) ve sûreti (şekli), sen yakışıklı gör ki, biz onu yakışıklı olarak vaz' ettik." (koyduk)

İmdi a'ref-i Enbiyâ (s.a.v.) Efendimiz, mâdemki bu his ve şehâdet âlemini (hissedilen ve görülen âlemi, dünyayı) , rü'yâ menzilesine (derecesine) vaz' edip (koyup) âlem-i hayâle (hayal âlemine) ihlâk buyurdu (kattı, dahil etti), görülen her bir sûreti te'vîl etmek (yorumlamak) lâzımdır. Ve onun te'vîl-i icmâlî (özeti, kısaltılmış yorumu) ve te'vîl-i tafsîlîsi (teferruatlı, detaylı yorumu) vardır. Te'vîl-i icmâlîsi (öz yorumu) budur ki: Bu suver-i âlemin (âlem suretlerinin) her biri bir şe'n-i Hakk'ın (Hakk’ın yeni bir işinin, halinin) sûretidir ve vücûd-i vâhid-i Hak, (tek vücut sahibi olan Hakk) bu şuûnât (işleri, fiilleri, halleri) hasebiyle, yekdîğerine (biri diğerine) zıd olan muhtelif (çeşitli) sûretlerde zâhir olmuştur (açığa çıkmış, görülmüştür). Ve Hakk'ın şuûnâtı (işleri, fiilleri) sıfât ve esmâsıdır ve sıfat mevsûfun (sıfatlananın) ve esmâ müsemmânın (isimlenenin) aynıdır. Ve sûret zâhir olunca (meydana çıkınca), ma'nâ, ya'nî şe'n-i Hak (Hakk’ın fiili, işi) bâtın olur. (gizlenir) Binâenaleyh (bundan dolayı) bu gördüğümüz suverin (suretlerin) zâhiri (dış görünüşü (vücudu) ve bâtını (hakikati, ruhu) Hak'tır. Nitekim buyurur: ....................................... (Hadîd, 57/3).  Te'vîl-i tafsîlîye (detaylı yoruma) gelince: Suver-i âlemden (âlem suretlerinden) her birisi bir ism-i İlâhînin (İlahi ismin) mazharı (göründüğü yer, mahal,birim) olup, o ismin sırât-ı müstakîmi (doğru yolu) üzerinde yürür. Ve her bir mazharda (görüntü yerinde, birimde) ânenfe-ânen (devamlı, sürekli olarak) Rabb-i hâssın (has Rabbinin) hazînesinde mahzûn (saklı) olan ahkâm (hükümler) zâhir olur (açığa çıkar). Bi­nâenaleyh (bundan dolayı), ârif, bu âlemde (dünyada) her anda kendisinden zâhir olan (açığa çıkan) ahkâma (hükümlere) nâzır olup (bakıp) , o ahkâm-ı zâhire (açığa çıkmış hükümler) ve mahsüsenin (beş duyu ile hissedilenlerin) ma'nâlarına intikal eder (geçer). Ve bundan kendi isti'dâdını ârif olduğu (bildiği) gibi bu usûl üzere (kaide göre) diğerlerinin isti'dâdına dahi vâkıf olur (bilir, haberdar olur).

Şiir: Muhakkak kevn hayâldir; o da hakîkatte Hak'tır. Ve bunu anlayan kimse esrâr-ı tarîkati hâizdir (33).

Ya'nî bu âlemin (evrenin), anâsır-ı basîtanın (basit elementlerinin) eşkâl-i hendesiyye (geometrik şekiller) dâiresinde ictimâından (toplanmasından bir araya gelmesinden) hâsıl olan (meydana gelen) nukûş-i cismânîleri (cismani resimleri) ve suver-i hissiyyeleri (hissedilen şekilleri) ancak hayâlden ibârettir. Zîrâ (çünkü) her ne kadar onların vücûdları, gölgelerin vücûdları gibi, âlem-i histe (his âleminde (dünyada) mevcûd ise de, o eşkâl (şekiller) bozulup gâib olur. (kaybolur) Ve zıllin (gölgenin) vücûdu gibi zâil olur (geçer, son bulur).

Beyt-i Câmî (k.s.):

Tercüme: Evet âlem, bütün hayâldir. Fakat onda dâimâ bir hakîkat cilve-gerdir (cilvelidir, cilve yapandır).

Ve o cilve-ger (cilveli) olan hakîkat dahi, vücûd-i vâhid-i Hak'tır (tek vücut sahibi olan Hakk’tır) . Nitekim, bir kimse bir âyîne (ayna) mukâbilinde (karşısında) kâim olsa (ayakta dursa), onun sûreti âyînede (aynada) zâhir olur (görülür). Âyînedeki (aynadaki) sûret hakîkatte ma'dûm (yok) ise de âlem-i histe (hisler âleminde (dünyada) mevcûddur; zîrâ (çünkü) basar-ı hissî (görme duyusu (göz) onu görür. Ancak o bir hayâlden ibârettir. Onun hakîkati şahs-ı kâimin (mevcut şahsın) sûretidir. Şahs-ı kâimin (mevcut şahsın) tecellî-i kıyâmı (mevcut görüntüsü) zâil olunca (kaybolunca) o zıll ü hayâl (hayal olan gölge) dahi zâil olur (kaybolur). Binâenaleyh (bundan dolayı) o vücûd-ı hayâlînin (hayali varlığın) kayyû­mu, (kaim olanı, mevcut edeni) şahs-ı kâimdir (mevcut kişidir).  İşte bunun gibi suver-i âlemden (evren suretlerinden) her bir sûret Hakk'ın esmâsından bir ismin âyînesi (aynası) olup, onda o ismin suver-i ahkâmı (hükümlerinin suretleri) cilvegerdir (cilve yapandır).  Ve Hakk'ın vücûd-i mutlak-ı latîfi (sınırsız, kayıtsız latif vücudu),  her bir ismin muktezâsına (gereklerine) göre, o sûret-i kesîfede (kesifleşmiş, madde surette) müteayyin (meydana çıkmış) ve mütekayyid olmuştur (kayıtlanmıştır).  Buhâr-ı latîfin (ince, şeffaf olan buhar) tekâsüf edip, (yoğunlaşıp) bilfarz (diyelim ki) mik'ab (küp) şeklinde ve sâir (diğer) eşkâlde (biçimlerde) incimâdı (donması) gibi. Buzun vücûdu histe (hissedilir) mevcûd ve meşhûd (gözle görülür) ise de, buhâr-ı latîfın (ince, şeffaf olan buharın) o şekilde takayyüd (kayıtlanmasından) ve taayyün etmesinden (belirmesinden) mütehassıl (meydana gelen) bir vücûd-i izâfîdir. (göreli, vücuttur) O taayyün (meydana çıkış) ve takayyüd (kayıtlılık) zâil olunca, (bitince) mutlakıyyete (kayıtsızlığa) rücû’ eder. (geri döner) Binâenaleyh (bundan dolayı) buzun vücûdu bir hayâl olup, onda cilve-ger olan (cilve yapan) hakîkat buhâr-ı latîfın (ince, latif olan buharın) vücûd-i mutlakıdır (kayıtsız vücududur). İşte bu misâller (örnekler) ile de zâhir olduğu (açıkça görüldüğü) vech ile (şekilde), bu âlem-i kevnin (evrenin) hayâl olduğunu ve hakîkat cihetinden (yönünden) Hak olduğunu zevkan (manevi zevk ile) anlayan kimse, esrâr-ı tarîkati (tarikat sırlarına) hâiz (sahip) ve hakîkat-i hâle (hakikat hususunu) vâkıf olur. (anlar, bilir) Ve Allâh'a sülûke (yol almada) muvaffak bulunur (başarılı olur).

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-18.09.2005
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail