190. Bölüm


 

BU  FASS  KELİME-İ  DÂVÛDİYYE'DE  OLAN  "HİKMET-İ VÜCÛDİYYE"  BEYÂNINDADIR

Ma'lûm olsun ki, vücûd-i mutlak-ı Hakk'ın (sınırsız, kayıtsız vucut sahibi Hakk’ın) tenezzülâtı (inişleri),  kemâlât-ı esmâiyyesinin (esmasının kemalatı) zuhûru (açığa çıkması) içindir. Ve kemâlât-ı esmâiyye (esmanın tamlığı, mükemmelliği) ise ancak cemî'-i esmânın (bütün esmanın) fiilen (fiil olarak) zuhûruna (açığa çıkmasına) müstaid (istidatlı) olan insân-ı kâmil mertebesine tenezzüle (inmeye) ve onun taayyünü (belirmesi) ile müteayin olmağa (beli olmaya, görünmeye) mütevakkıftır (bağlıdır). Zîrâ (çünkü) taayyünâttan (meydana çıkmışlardan) insan gibi ahsen-i takvîm (en güzel suret) üzere mahlûk (yaratılmış) olan hiçbir taayyün (yaratılmış) mevcûd değildir. Sûret-i insâniyye (insan sureti) cemî'-i esmâ (esmanın bütün) ahkâmının (hükümlerinin) fiilen (fiil olarak) zuhûruna (açığa çıkmasına) müsâid (elverişli) olduğundan dolayı vücûd, bu sûret-i insâniyyede (insanların suretinde) hilâfet-i İlâhiyye (İlahi halifelik) ile tamâm olur. Ve bu nev'-i insânîde (insan türünde) evvelen (ilk önce) kendisinde hilâfet (halifelik) zâhir olan (açığa çıkan) Âdem (a.s.) idi. Fakat taht-ı hükmüne (hükmü altına) dâhil olan kimseler kendi zürriyyetinden (soyundan) ibâret olmak üzere kalîlü'l-efrâd (fertleri az) olduğu için Âdem (a.s.)’ın hilâfeti (halifeliği), risâleti (resulluğu) mütezammın olmadı (içine almadı).  Bu sebeble, ondaki hilâfe­tin (halifeliğin) ba'zı ahkâmı (hükümleri) kuvvede (batında) kalıp fiilen (fiil olarak) zuhûra gelmedi (açığa çıkmadı). Zîrâ (çünkü) zuhûr (meydana çıkış),  def’î (bir seferde) olmayıp tedrîcîdir (yavaş yavaştır).  Nitekim, "et-Teennî mine'r-Rahmân" buyrulmuştur. İşte kâide-i tekâmüle (tekamül etme, olgunlaşma kuralına) binâen (dayanarak) cenâb-ı Âdem'in zürriyyâtı (nesli) perderpey (yavaş yavaş) tekessür ederek (çoğalarak) en evvel (ilk önce) ahkâm-ı risâlet (risalet hükümleri) Nûh (a.s.) ile zâhir oldu (açığa çıktı). Ondan sonra ahkâm-ı hilâfet (halifelik hükümleri) zuhûr (meydana çıkma) ve inbisâtta (genişlemede) tedrîcen (yavaş yavaş) tezâyüd ederek (artarak) Dâvûd (a.s.)’ın zuhûr-i vücûdu (vücudunun meydana çıkması) ile tamam oldu. İşte bu tamâmiyyet sebebiyle .................................. (Sâd 38/18-19) / âyet-i kerîmesinde beyân buyurulduğu (açıklandığı) üzere, kendisinde teshîr (emrine alma, boyun eğdirme) ile hilâfet (halifelik) zâhir olan (açığa çıkan) Dâvûd (a.s.) oldu; ve .................................... (Sâd, 38/20) âyet-i kerîmesinde beyân buyrulduğu (bildirildiği) vechile (yönüyle), Dâvûd (a.s.)da mülk ve hikmet ve nübüvvet müctemi' (toplanmış) oldu. Ve Hak Teâlâ ........................ (Sâd, 38/26) âyet-i kerîmesinde dahi onu istihlâf eylediğini (halife kıldığını) sarâhaten (açık olarak) beyân eyledi (bildirdi).  Ve bu ahkâm-ı hilâfet (hilafet hükümleri) onun mahdûmu (oğlu) olan Süleyman (a.s.)’da, bu cem'iyyette (toplayıcılıkta) iştirakleri (ortak olmaları) hasebiyle kemâl buldu. (tam olgunluğa ulaştı) Nitekim Hak Teâlâ buyurur: ........................... (Neml, 27/15) ve ..................................... (Neml, 27/ 16) ve ............................... (Enbiyâ, 21 /79) . Ahkâm-ı hilâfette (hilafet hükümlerinde) vâkı' (olmuş) olan iştirâklerinden (ortaklıklarından) dolayı her ikisi de bu ni'mete şükren  ........................ (Neml, 27/15) dediler.

Suâl: Hak Teâlâ hazretlerinin ............................. (Bakara, 2/30) (beyânı) Âdem (a.s.) hakkında değil midir?

Cevap: Bu kelâm (söz) gerek Âdem'e ve gerek onun evlâdından zuhûr edecek (meydana çıkacak) olan kâmillere şâmil olur (içine alır, kaplar).  Fakat bâlâda (yukarıda) beyân olunduğu (anlatıldığı) üzere cenâb-ı Âdem (Adem a.s.) hilâfetin (halifeliğin) kâffe-i ahkâmı (bütün hükümlerin hepsi) ile zâhir olmadı (açığa çıkmadı). Binâenaleyh (bundan dolayı) buradaki hilâfetin (halifeliğin) Dâvûd (a.s.)’ın hilâfetine (halifeliğine) işâret olması müreccahtır (üstün tutulmasındandır).  Çünkü me­lâike (melekler) bu hitâb-ı İlâhiye (İlahi konuşmaya) cevâben .............................. (Bakara, 2/30) ya'nî "İlâhî sen yeryüzünde fesâd eden ve kan döken kimseleri halîfe kılar mısın?" dediler. Halbuki Hz. Âdem, cem'iyyet-i küffârı (kafir topluluklarını) perîşan ve kanlarını döküp vücûdlarını izâle (gidermek, yok) etmek sûretiyle yeryüzünde fesâd (bozgunculuk) etmedi. Dâvûd (a.s.) ise bir çok küffârın (kafirlerin) kanını döktü; ve Câlut'u katl edip (öldürüp) mülkünü ifsâd etti (fesada uğrattı, bozdu).  Şüphe yok ki bu hal, sûrete (görünüşe) nisbetle (göre) ifsâd (bozgunculuk) idi; fakat hâkîkatte ıslâh (düzeltme, iyileştirme) idi.

Suâl: Emr-i hilâfet (hilafet hususu) Dâvûd (a.s.)’da tamâm ve Süleyman (a.s.)’da da bi-hükmi'l-iştirâk (ortaklık hükmü ile) kâmil olunca (mükemmelliğe, tamlığa erince) (S.a.v.) Efendimiz'e emr-i hilâfette (hilafet hususunda) ne kalır?

Cevap: Fusûs'un hitâmı (son bölümü) olan "hikmet-i ferdiyye"de (ferdiyet ile ilgili hikmet konusunda) görüleceği ve Fass-ı Şîsî'de Şîşî konusunda) îzâh olunduğu (anlatıldığı) üzere Fahr-i âlem (s.a.v.) Efendimiz (Peygamberimiz) kâffe-i taayyünâtın (bütün meydana çıkmışların) mebdeidir (evvelidir, başlangıcıdır). Ve hakîkat-i Muhammediyyesi (Muhammedi hakikati) ile kâffe-i taayyünâtı (bütün belirmişleri) ve kemâlâtı muhîttir (ihata etmiş, kuşatmıştır). Âlemde (evrende) bu kemâlâtın (mükemmelliklerin) kâffesiyle (bütün hepsiyle) zuhûru (açığa çıkışı) alâ-tarıkı'l-hatmdir (sona erdirmek, mühürlemek suretiyledir).Binâenaleyh (bundan dolayı) bilcümle (bütün) enbiyânın (Nebilerin, Peygamberlerin) kemâlâtı, hakîkat-i Muhammediyye (Muhammed’in hakikati) mertebesinden nâzil olur (iner). Şu halde, fahr-i rusül Efendimiz, (Hz. Muhammed a.s. Efendimiz) gerek Dâvûd (a.s.)’ın ve gerek sâir (diğer) Enbiyânın (Nebilerin, Peygamberlerin) hâiz (sahip) olduğu ve olmadığı bilcümle (bütün) kemâlâtı (tamlıkları, mükemmellikleri) câmi'dir (kendinde toplamıştır).

İşte kemâl-i vücûdî; (vücudun tamlığı, mükemmelliği) Dâvûd (a.s.)da etemm (en tam, en mükemmel) olarak zâhir olduğu (göründüğü) için Hz. Şeyh (r.a.) "hikmet-i vücûdiyye"yi (vücut ile ilgili hikmeti)  Kelime-i Dâvûdiyye'ye (Davut kelimesine) muhtass (ait, mahsus) kıldı.

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-11.11.2005
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail