193. Bölüm


 

BU  FASS  KELİME-İ  DÂVÛDİYYE'DE  OLAN  "HİKMET-İ VÜCÛDİYYE"  BEYÂNINDADIR

Ondan sonra Hak Sübhânehû onunla teeddüb eyledi. Binâenaleyh, "Allâh'ın yolundan dönüp şaşıran kimseler için, yevm-i hisâbı unuttuklarından dolayı, azâb-i şedîd vardır" (Sâd, 38/26) buyurdu. Ve ona "Eğer sen benim yolumdan dönüp şaşıracak olursan, senin için azâb-ı şedîd vardır" demedi. Ve eğer sen, halbuki Âdem'in hilâfetine tansîs olundu, dersen, biz deriz ki: Dâvûd'a olan tansîs gibi tansîs olunmadı ve ancak melâikeye "Muhakkak ben yeryüzünde bir halîfe kılarım" (Bakara, 2/30) dedi. Ve "yeryüzünde Âdem'i halîfe kılarım" demedi. Ve eğer diye idi Dâvûd hakkında olan "Biz seni halîfe kıldık" (Sâd, 38/26) kavli gibi olmazdı. Binâenaleyh, bu muhakkaktır. Halbuki, o bunun gibi değildir. Ve kıssada bundan sonra Âdem'in zikri, o Allah Teâlâ'nın nass eylediği halîfenin aynı olduğuna delâlet etmez. Böyle olunca ibâdından haber verdiği vakit, sen kalbini ihbârât-ı Hakk'a çevir! Ve kezâ İbrâbîm Halîl hakkında "Ben seni nâsa imâm kılarım" (Bakara, 2/124) dedi ve "Seni nâsa halîfe kılarım" demedi. Vâkıâ, biz biliriz ki, muhakkak burada imâmet, hilâfettir. Velâkin o, onun gibi değildir. Zîrâ onu esmâsının ehassı ile zikr etmedi. Ve o hilâfettir (5).

Ya'nî Hak Teâlâ Hazretlerinin Dâvûd (a.s.)’a olan in'âmından (nimetinden) birisi  dahi ona karşı edeb muâmelesini icrâ buyurmasıdır (yerine getirmesidir). Zîrâ (çünkü) Hak Teâlâ: “Yâ Dâvûd, biz seni yeryüzünde halîfe kıldık (yaptık). Nâs (insanlar) arasında hak (doğruluk) ve adl (adalet) ile hükm et (karar ver),  hevâya (heveslerine, arzularına) tâbi' olma! (uyma)” (Sâd, 38/26) buyurduktan sonra, "Eğer sen tarîk-ı Hak'tan (Hakk yolundan) inhirâf edecek (sapacak, dönecek) olur isen senin için azâb-ı şedîd (şiddetli azap) vardır" demedi de, bu ma'nâyı "Allâh'ın yolundan dönüp şaşıran kimseler için, yevm-i hisâbı (hesap gününü) unuttuklarından dolayı azâb-ı şedîd (şiddetli azap) vardır" (Sâd, 38/26) tarzında (biçiminde) sûret-i umûmiyyede (genel şekilde) beyân eyledi (bildirdi).  Bu ise Dâvûd (a.s.)’a karşı Cenâb-ı izzet (Hakk) tarafindan edeb muâmelesidir. Zîrâ (çünkü) bir kimseye "Sözümü tutmaz isen seni şöyle yaparım, böyle yaparım" demek başka ve "Sözümü tutmayanları şöyle, böyle yaparım" demek yine başkadır. Ve eğer sen, Dâvûd (a.s.)’ın hilâfeti (halifeliği) hakkında nass (kesin, açık ayet) vârid olduğu (geldiği) gibi Âdem (a.s.) hakkında da nass (açık, kesin ayet) vârid olmuştur (gelmiştir),  diye bizim sözümüze i'tirâz edecek olursan, senin bu i'tirâzın vârid (olan, tatbik edilen şey) değildir. Zîrâ (çünkü) Hak Teâlâ melâikeye (meleklere) hitâben .......................  (Bakara, 2/30) bu­yurdu. ................................. buyurmadı. Ya'nî "Ben yeryüzünde halîfe kılıcıyım" dedi. "Ben yeryüzünde Âdem'i halîfe kılıcıyım" demedi. Ve "câ'il" ism-i fâildir (işi yapanın sıfatıdır).  Hem hâle (şimdiki zamana) hem de istikbâle (gelecek zamana) delâlet (işaret) eder. Binâenaleyh (bundan dolayı) ........................ (Bakara, 2/30) kavli (sözü) işitildiği vakit, halîfe acabâ halde (şu anda, şimdiki zamanda) olan  Âdem midir, yoksa istikbâlde (gelecekte) gelecek olan hulefâ (halifeler) mıdır, diye zihinde tereddüd (kararsızlık) vâkı' olur (oluşur).  Şu halde bu nass (delil gösterilen ayet) ile buyrulan halîfe muayyen (belli, belirlenmiş) değildir. Fakat ............................. (Sâd, 38/26) nassındaki (ayetindeki  (açık olarak belirtilen ayetteki) hilâfetin (halifeliğin) Dâvûd (a.s.)’a mahsûs (ait) olduğu sarîhtir (açıktır).  Binâenaleyh (bundan dolayı) "İnnî câ'ilün" nassı (delil gösterilen ayeti) Dâvûd (a.s.) hakkındaki nass (delil gösterilen açık, kesin ayet) gibi değildir. Diğer taraftan Hak Teâlâ ......................................... ya'nî "yeryüzünde ben Âdem'i halîfe kılıcıyım" demiş olsa idi bile, bu kavl (söz)  .................................. (Sâd, 38/26) kavli (sözü) gibi olmaz idi. Zîrâ (çünkü) "ce'alnâ" fiil-i mâzî sîgasıdır (fiilin geçmiş zaman çekimidir); bir emr-i vâkı'ı (olmuş, bitmişi ) gösterir. "Câ'il" kelimesi ise, bir   fıil-i muhakkakı (mutlak, kesin bir fiili) ifâde etmez (anlatmaz). Binâenaleyh (bundan dolayı) "Biz seni halîfe kıldık" hitâbı (seslenişi) tahakkuk eden (gerçekleşen) bir fıili (işi) ifâde eder (anlatır). Eğer denecek olursa ki ................................. (Bakara, 2/30) âyet-i kerîmesinden sonra ......................... ve ........................ (Bakara, 2/31,33) âyetleriyle diğer âyât-ı müteselsilede (takip eden ayetlerde) Âdem (alehisselâm)’ın zikrolunması (anılması, isminin geçmesi), hilâfetin (halifeliğin) ona râci' (ait) olduğuna karîne (belirti, ipucu) değil midir? Biz deriz ki bu zikir (adının geçmesi), Âdem (a.s.)’ın bu nass-ı şerifte (delil gösterilen ayette) beyân olunan (bildirilen) halîfenin aynı olduğuna delâlet (işaret) etmez. Zîrâ (çünkü), Hak Teâlâ ona "Yâ Âdem, ben seni yeryüzünde halîfe ettim" buyurmadı. Binâenaleyh (bundan dolayı) Dâvûd (a.s.) hakkındaki nass (kesinlik, katîlik) sarîhtir. (açıktır, meydandadır) Şu halde Hak Teâlâ, kullarının ahvâlini (hallerini) ihbâr buyurduğu (haber verdiği) vakit, sen ihbârât-ı Hakk'a (Hakk’ın bildirilerine) nazar-ı basîret (kalp gözünle) ve cem'iyyet-i kalb (bütün kalbin) ile nazar eyle (bak). Eğer nazar-ı aklî ile (aklınla bakar) muhâkeme edersen ihbârât-ı İlâhiyyeden (İlahi bildirilerden) maksûd olan (istenilen) ma'nâyı doğru anlayamazsın. Bu hilâfet (halifelik) mes'elesi İbrâhîm Halîl (a.s.) hakkında dahi böyledir. Zîrâ (çünkü) Hak Teâlâ onun hakkında ......................... (Bakara, 2/124) ya'nî "Biz seni nâsa (insanlara) imam kılıcıyız" buyurdu; nâsa (insanlara) halîfe kılıcıyız" demedi. Vâkıâ (gerçi) biz burada "imâmet"in (imamlığın) "hilâfet" (halifelik) ma'nâsına geldiğini biliriz. Fakat "imâmet" (imamlık) hilâfet (halifelik) gibi değildir. Çünkü Hak Teâlâ İbrâhîm (a.s.)’ı, "hilâfet"ten (halifelikten) ibâret olan ehass-ı esmâsiyle (hususi, özel esmasıyla) zikretmedi; (anmadı) "imâmet"ten (imamlıktan) ibâret olan e'amm-i esmâsiyle (daha genel, kaplamlı esmasıyle) zikr etti. (andı) Binâenaleyh (bundan dolayı) onun hilâfeti (halifeliği) hakkında dahi Dâvûd (a.s.)ın hilâfeti (halifeliği) gibi nass-ı sarîh (açık, kesin ayet) yoktur.

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-22.11.2005
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail