BU FASS
KELİME-İ DÂVÛDİYYE'DE OLAN "HİKMET-İ VÜCÛDİYYE" BEYÂNINDADIR
Ondan
sonra Hak Sübhânehû onunla teeddüb eyledi. Binâenaleyh,
"Allâh'ın yolundan dönüp şaşıran kimseler için, yevm-i hisâbı
unuttuklarından dolayı, azâb-i şedîd vardır" (Sâd, 38/26)
buyurdu. Ve ona "Eğer sen benim yolumdan dönüp şaşıracak
olursan, senin için azâb-ı şedîd vardır" demedi. Ve eğer sen,
halbuki Âdem'in hilâfetine tansîs olundu, dersen, biz deriz ki:
Dâvûd'a olan tansîs gibi tansîs olunmadı ve ancak melâikeye
"Muhakkak ben yeryüzünde bir halîfe kılarım" (Bakara, 2/30)
dedi. Ve "yeryüzünde Âdem'i halîfe kılarım" demedi. Ve eğer diye
idi Dâvûd hakkında olan "Biz seni halîfe kıldık" (Sâd, 38/26)
kavli gibi olmazdı. Binâenaleyh, bu muhakkaktır. Halbuki, o
bunun gibi değildir. Ve kıssada bundan sonra Âdem'in zikri, o
Allah Teâlâ'nın nass eylediği halîfenin aynı olduğuna delâlet
etmez. Böyle olunca ibâdından haber verdiği vakit, sen kalbini
ihbârât-ı Hakk'a çevir! Ve kezâ İbrâbîm Halîl hakkında "Ben seni
nâsa imâm kılarım" (Bakara, 2/124) dedi ve "Seni nâsa halîfe
kılarım" demedi. Vâkıâ, biz biliriz ki, muhakkak burada imâmet,
hilâfettir. Velâkin o, onun gibi değildir. Zîrâ onu esmâsının
ehassı ile zikr etmedi. Ve o hilâfettir (5).
Ya'nî Hak
Teâlâ Hazretlerinin Dâvûd (a.s.)’a olan in'âmından
(nimetinden) birisi dahi ona
karşı edeb muâmelesini icrâ buyurmasıdır
(yerine getirmesidir).
Zîrâ (çünkü)
Hak Teâlâ: “Yâ Dâvûd, biz seni yeryüzünde halîfe kıldık
(yaptık).
Nâs (insanlar)
arasında hak (doğruluk) ve
adl (adalet) ile hükm et
(karar ver),
hevâya
(heveslerine, arzularına)
tâbi' olma! (uyma)” (Sâd,
38/26) buyurduktan sonra, "Eğer sen tarîk-ı Hak'tan
(Hakk yolundan) inhirâf
edecek (sapacak, dönecek)
olur isen senin için azâb-ı şedîd
(şiddetli azap) vardır" demedi de, bu ma'nâyı
"Allâh'ın yolundan dönüp şaşıran kimseler için, yevm-i hisâbı
(hesap gününü)
unuttuklarından dolayı azâb-ı şedîd
(şiddetli azap) vardır" (Sâd, 38/26) tarzında
(biçiminde) sûret-i
umûmiyyede (genel şekilde)
beyân eyledi (bildirdi).
Bu ise Dâvûd (a.s.)’a
karşı Cenâb-ı izzet (Hakk)
tarafindan edeb muâmelesidir. Zîrâ
(çünkü) bir kimseye "Sözümü
tutmaz isen seni şöyle yaparım, böyle yaparım" demek başka ve
"Sözümü tutmayanları şöyle, böyle yaparım" demek yine başkadır.
Ve eğer sen, Dâvûd (a.s.)’ın hilâfeti
(halifeliği) hakkında nass
(kesin, açık ayet) vârid
olduğu (geldiği) gibi Âdem
(a.s.) hakkında da nass (açık, kesin
ayet) vârid olmuştur
(gelmiştir), diye
bizim sözümüze i'tirâz edecek olursan, senin bu i'tirâzın vârid
(olan, tatbik edilen şey)
değildir. Zîrâ (çünkü) Hak
Teâlâ melâikeye (meleklere)
hitâben ....................... (Bakara, 2/30) buyurdu.
................................. buyurmadı. Ya'nî "Ben
yeryüzünde halîfe kılıcıyım" dedi. "Ben yeryüzünde Âdem'i halîfe
kılıcıyım" demedi. Ve "câ'il" ism-i fâildir
(işi yapanın sıfatıdır).
Hem hâle
(şimdiki zamana) hem de
istikbâle (gelecek zamana)
delâlet (işaret) eder.
Binâenaleyh (bundan dolayı)
........................ (Bakara, 2/30) kavli
(sözü) işitildiği vakit,
halîfe acabâ halde (şu anda, şimdiki
zamanda) olan Âdem midir, yoksa istikbâlde
(gelecekte) gelecek olan
hulefâ (halifeler) mıdır,
diye zihinde tereddüd (kararsızlık)
vâkı' olur (oluşur).
Şu halde bu nass
(delil gösterilen ayet) ile
buyrulan halîfe muayyen (belli,
belirlenmiş) değildir. Fakat
............................. (Sâd, 38/26) nassındaki
(ayetindeki (açık olarak belirtilen
ayetteki) hilâfetin
(halifeliğin) Dâvûd (a.s.)’a mahsûs
(ait) olduğu sarîhtir
(açıktır).
Binâenaleyh
(bundan dolayı) "İnnî
câ'ilün" nassı (delil gösterilen
ayeti) Dâvûd (a.s.) hakkındaki nass
(delil gösterilen açık, kesin ayet)
gibi değildir. Diğer taraftan Hak Teâlâ
......................................... ya'nî "yeryüzünde ben
Âdem'i halîfe kılıcıyım" demiş olsa idi bile, bu kavl
(söz)
.................................. (Sâd, 38/26) kavli
(sözü) gibi olmaz idi. Zîrâ
(çünkü) "ce'alnâ" fiil-i
mâzî sîgasıdır (fiilin geçmiş zaman
çekimidir); bir
emr-i vâkı'ı (olmuş, bitmişi ) gösterir. "Câ'il" kelimesi ise, bir fıil-i muhakkakı
(mutlak, kesin bir fiili)
ifâde etmez (anlatmaz).
Binâenaleyh (bundan
dolayı) "Biz seni halîfe kıldık" hitâbı
(seslenişi) tahakkuk eden
(gerçekleşen) bir fıili
(işi) ifâde eder
(anlatır).
Eğer denecek olursa ki
................................. (Bakara, 2/30) âyet-i
kerîmesinden sonra ......................... ve
........................ (Bakara, 2/31,33) âyetleriyle diğer
âyât-ı müteselsilede (takip eden
ayetlerde) Âdem (alehisselâm)’ın zikrolunması
(anılması, isminin geçmesi),
hilâfetin (halifeliğin)
ona râci' (ait)
olduğuna karîne (belirti, ipucu)
değil midir? Biz deriz ki bu zikir
(adının geçmesi),
Âdem (a.s.)’ın bu nass-ı şerifte
(delil gösterilen ayette)
beyân olunan (bildirilen)
halîfenin aynı olduğuna delâlet
(işaret) etmez. Zîrâ
(çünkü), Hak Teâlâ ona
"Yâ Âdem, ben seni yeryüzünde halîfe ettim" buyurmadı.
Binâenaleyh (bundan dolayı)
Dâvûd (a.s.) hakkındaki nass
(kesinlik, katîlik) sarîhtir.
(açıktır, meydandadır) Şu
halde Hak Teâlâ, kullarının ahvâlini
(hallerini) ihbâr buyurduğu
(haber verdiği) vakit, sen
ihbârât-ı Hakk'a (Hakk’ın
bildirilerine) nazar-ı basîret
(kalp gözünle) ve cem'iyyet-i
kalb (bütün kalbin) ile
nazar eyle (bak).
Eğer nazar-ı aklî ile
(aklınla bakar) muhâkeme edersen ihbârât-ı
İlâhiyyeden (İlahi bildirilerden)
maksûd olan (istenilen)
ma'nâyı doğru anlayamazsın. Bu hilâfet
(halifelik) mes'elesi İbrâhîm
Halîl (a.s.) hakkında dahi böyledir. Zîrâ
(çünkü) Hak Teâlâ onun
hakkında ......................... (Bakara, 2/124) ya'nî "Biz
seni nâsa (insanlara) imam
kılıcıyız" buyurdu; nâsa (insanlara)
halîfe kılıcıyız" demedi. Vâkıâ
(gerçi) biz burada "imâmet"in
(imamlığın) "hilâfet"
(halifelik) ma'nâsına
geldiğini biliriz. Fakat "imâmet"
(imamlık) hilâfet
(halifelik) gibi değildir. Çünkü Hak Teâlâ İbrâhîm
(a.s.)’ı, "hilâfet"ten (halifelikten)
ibâret olan ehass-ı esmâsiyle
(hususi, özel esmasıyla)
zikretmedi; (anmadı)
"imâmet"ten (imamlıktan)
ibâret olan e'amm-i esmâsiyle (daha
genel, kaplamlı esmasıyle) zikr etti.
(andı) Binâenaleyh
(bundan dolayı) onun hilâfeti
(halifeliği) hakkında dahi
Dâvûd (a.s.)ın hilâfeti (halifeliği)
gibi nass-ı sarîh (açık,
kesin ayet) yoktur.
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-22.11.2005
http://sufizmveinsan.com
|