BU
FASS
KELİME-İ HİKMET-İ
NEFESİYYE “BEYÂNINDADIR.”YÛNUSİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN
İmdi
O'ndan bir şey hurûc etmedi ki onun "ayn"ı olmasın; belki O'nun
................................
(HÛd, 11/123) kavlinde, keşfin i'tâ eylediği budur (
10).
Ma'lûm olsun
ki, Zât-ı Hak (Hakk’ın Zatı)
mertebe-i ahadiyyette (ahadiyyet,
Zat mertebesinde),
zuhûra (açığa çıkmaya)
meyl etti (yöneldi, irade etti).
Ya'nî zuhûra (kendini
göstermeye) meşiyyet-i Zâtiyye
(Zatın dileği, iradesi)
taalluk eyledi (gerçekleşti).
Zâtı ile Zâtına tecellî etti. Bu tecellî ile Zâtında
bi'l-kuvve (güç, kuvve olarak)
mündemic olan (bulunan)
niseb (sıfatların) ve
şuûnâtın (işlerin, fiillerin),
ya'nî esmâ ve sıfâtın, sûretleri ilm-i ilâhîde
(Allah’ın ilminde) peydâ oldu
(açığa çıktı) ve bu
tecellî ile Zât-ı ahadî (ahad olan
Zat) mertebe-i vâhidiyyete
(vahidiyyet mertebesine)
tenezzül edip (inip) ismi
"Allah" oldu. Zîrâ (çünkü)
bu mertebeden evvel bir isim ve sıfat ve na't
(vasıf) ile ondan haber
vermek mümkün değildir. Ve tecellî eden
(ızhar olan, açığa çıkan) ile
tecellî olunan (ızhar olunan)
şey'-i vâhid (tek hakikat)
olduğu gibi, suver-i ilmiyye,
(ilmi suretler) ya'nî hakâyık-ı eşyâ
(varlıkların hakikatleri)
olan a'yân ı sâbite, (ilmi suretler,
manalar) dahî o şey-i vâhidin
(tek hakikatin) aynıdır.
Zât-ı mutlak
(salt, kayıtsız Zat) bu
mertebeden sonra, o suver-i ilmiyye
(ilmi suretler) hasebiyle mertebe-i ervâha
(ruhlar mertebesine) tenezzül
buyurdu (indi).
Tenezzül (inme)
zât-ı mutlakın (kayıtsız zatın)
tenezzülü (inişi)
olduğu için mertebe-i ervâh
(ruhlar mertebesi) dahi onun “ayn”ıdır.
Zîrâ (çünkü)
vücûd, (varlık) ancak
zât-ı vâhidin (tek Zatın)
vücûdudur (varlığıdır).
Ba'dehû
(daha sonra) yine
bi-hasebi'l-esmâ ve's-sıfât (esması
ve sıfatları bakımından) mertebe-i misâle
(hayal mertebesine) tenezzül
eyledi (indi).
Ya'nî a'yân-ı sâbiteye
(ilmi suretlere) kendi
vücûd-i latîfıni (nurun nuru olan,
latif varlığını) teksîf ederek
(yoğunlaştırarak, terkip yaparak)
mertebe-i misâlin (hayal
mertebesinin) cinsinden bir kisve-i taayyün
(görüntü elbisesi, suret)
giydirdi. Binâenaleyh (bundan dolayı)
esmâ ve sıfât kendisinin olduğu gibi, onların
taayyünâtı (meydana çıkmaları,
suretleri) dahî yine kendisinindir. Ondan sonra şu
içinde bulunduğumuz mertebe-i şehâdete
(görünen âleme, dünyaya)
tenezzül etti (indi).
Ve yine o esmâ ve sıfâta, bu âlemin cinsinden birer
libâs-ı taayyün (taayyün elbisesi
(suret) iksâ eyledi
(giyindi). Ve
onun vücûd-i latîfi (nurun nuru olan
varlığı) bu âlemde
(dünyada) eksef (en yoğun,
en katı) oldu. Ve bu kesâfetle
(yoğunlukla) ism-i Zâhir'in
(zahir isminin) kemâlâtı
(tamlığı, mükemmelliği)
zuhûra geldi (meydana çıktı).
Ve ism-i Zâhir (zahir
ismi), ism-i Bâtın'ın (batın isminin)
yedinden (elinden)
aldığı şeyleri, kendi yedinde
(elinde) ızhâr etti (açığa
çıkardı, gösterdi).
Binâenaleyh (bundan dolayı)
ayn-ı vâhide (tek hakikat)
olan Hak ism-i Bâtın
(batın ismi) yedi (eli)
ile "fâil" (etkileyen, işi
işleyen) ve ism-i Zâhir'î
(zahir ismi) yedi (eli)
ile de "kabil"
(etkilenen, etkiyi kabul eden)
oldu. Şu halde Hak'tan bir şey hurûc etmedi
(dışarı çıkmadı) ki, Hakk'ın
"ayn"ı (kendisi) olmasın.
Belki Hakk'ın hüviyyeti (hakikati)
o şeyin "ayn"ıdır
(zatıdır). Ya'nî
her bir mertebe-i kesîfede
(yoğunlaşmış mertebede) vâkı'
(olagelmiş) her bir taayyünde
(oluşumda) muhtefî olan
(gizlenen) Zât-ı latîftir
(latif olan zatıdır).
Ve zât-ı Hak (Hakk’ın
zatı), o
taayyünâtın (meydana çıkmışları)
Kayyûm'udur (kudret ve
iradesi ile kaim kılandır, ayakta tutandır).
Şu halde Hak, kendisini, yine kendisi ile
gizlemiştir. Hak'tan zâhir (görünen)
bir şey yok iken; ehl-i hicâb
(perdeli kişiler) ,
Hakk'ı âfâkta (dışarıda)
arayıp dururlar. Beyt-i Hazret-i Hüdâyî (k.s):
Zuhûru perde
olmuştur zuhûra
Gözü olan delîl ister mi nûra
İşte bu
îzâhât (anlatılanlar)
ma'lûm olduktan (bilindikten)
sonra anlaşılır ki, bir şey Hakk'a rücû' etmedi
(geri dönmedi) ki o şey,
Hakk'ın "ayn"ı (kendi, hakikati)
olmasın. Binâenaleyh
(bundan dolayı) Hakk'a rücû' eden
(geri dönen) her şey, Hakk'ın
"ayn"ıdır (hakikatidir).
Zîrâ (çünkü)
keskin nazar (bakış (düşünce)
sâhibi isen, sen vücûdda
(varlıkta) Hakk'ın gayri
(Hakk’tan başka) bir vücûd
(varlık) görmezsin. Ve Hak
Teâlâ hazretlerinin ........................... (Hûd, 11/123)
ya'nî "Emrin (işlerin)
küllîsi (bütün hepsi)
Hakk'a rücû' eder" (geri döner)
kavlinde (sözünde)
keşfin (açılan sırların)
i'tâ ettiği (verdiği)
ma'rifet (ilim) budur.
Sakın bu ma'rifetten (ilimden)
gâfil olma! ..........................
İntihâ: 2
Rebîu'l-evvel 336/17 Kânûn-i evvel 333 Pazartesi Sabâhı saat 4.
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-07.03.2006
http://sufizmveinsan.com
|