208. Bölüm


 

BU FASS KELİME-İ HİKMET-İ NEFESİYYE  “BEYÂNINDADIR.”YÛNUSİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN

İmdi O'ndan bir şey hurûc etmedi ki onun "ayn"ı olmasın; belki O'nun ................................ (HÛd, 11/123) kavlinde, keşfin i'tâ eylediği budur ( 10).

Ma'lûm olsun ki, Zât-ı Hak (Hakk’ın Zatı) mertebe-i ahadiyyette (ahadiyyet, Zat mertebesinde), zuhûra (açığa çıkmaya) meyl etti (yöneldi, irade etti). Ya'nî zuhûra (kendini göstermeye) meşiyyet-i Zâtiyye (Zatın dileği, iradesi) taalluk eyledi (gerçekleşti). Zâtı ile Zâtına tecellî etti. Bu tecellî ile Zâtında bi'l-kuvve (güç, kuvve olarak) mündemic olan (bulunan) niseb (sıfatların) ve şuûnâtın (işlerin, fiillerin), ya'nî esmâ ve sıfâtın, sûretleri ilm-i ilâhîde (Allah’ın ilminde) peydâ oldu (açığa çıktı) ve bu tecellî ile Zât-ı ahadî (ahad olan Zat) mertebe-i vâhidiyyete (vahidiyyet mertebesine) tenezzül edip (inip) ismi "Allah" oldu. Zîrâ (çünkü) bu mertebeden evvel bir isim ve sıfat ve na't (vasıf) ile ondan haber vermek mümkün değildir. Ve tecellî eden (ızhar olan, açığa çıkan) ile tecellî olunan (ızhar olunan) şey'-i vâhid (tek hakikat) olduğu gibi, suver-i ilmiyye, (ilmi suretler) ya'nî hakâyık-ı eşyâ (varlıkların hakikatleri) olan a'yân ı sâbite, (ilmi suretler, manalar) dahî o şey-i vâhidin (tek hakikatin) aynıdır.

Zât-ı mutlak (salt, kayıtsız Zat) bu mertebeden sonra, o suver-i ilmiyye (ilmi suretler) hasebiyle mertebe-i ervâha (ruhlar mertebesine) tenezzül buyurdu (indi). Tenezzül (inme) zât-ı mutlakın (kayıtsız zatın) tenezzülü (inişi) olduğu için mertebe-i ervâh (ruhlar mertebesi) dahi onun “ayn”ıdır. Zîrâ (çünkü) vücûd, (varlık) ancak zât-ı vâhidin (tek Zatın) vücûdudur (varlığıdır).

Ba'dehû (daha sonra) yine bi-hasebi'l-esmâ ve's-sıfât (esması ve sıfatları bakımından) mertebe-i misâle (hayal mertebesine) tenezzül eyledi (indi).  Ya'nî a'yân-ı sâbiteye (ilmi suretlere) kendi vücûd-i latîfıni (nurun nuru olan, latif varlığını) teksîf ederek (yoğunlaştırarak, terkip yaparak) mertebe-i  misâlin (hayal mertebesinin) cinsinden bir kisve-i taayyün (görüntü elbisesi, suret) giydirdi. Binâenaleyh (bundan dolayı) esmâ ve sıfât kendisinin olduğu gibi, onların taayyünâtı (meydana çıkmaları, suretleri) dahî yine kendisinindir. Ondan sonra şu içinde bulunduğumuz mertebe-i şehâdete (görünen âleme, dünyaya) tenezzül etti (indi). Ve yine o esmâ ve sıfâta, bu âlemin cinsinden birer libâs-ı taayyün (taayyün elbisesi (suret) iksâ eyledi (giyindi). Ve onun vücûd-i latîfi (nurun nuru olan varlığı) bu âlemde (dünyada) eksef (en yoğun, en katı) oldu. Ve bu kesâfetle (yoğunlukla) ism-i Zâhir'in (zahir isminin) kemâlâtı (tamlığı, mükemmelliği) zuhûra geldi (meydana çıktı). Ve ism-i Zâhir (zahir ismi),  ism-i Bâtın'ın (batın isminin) yedinden (elinden) aldığı şeyleri, kendi yedinde (elinde) ızhâr etti (açığa çıkardı, gösterdi). Binâenaleyh (bundan dolayı) ayn-ı vâhide (tek hakikat) olan Hak ism-i Bâtın (batın ismi) yedi (eli) ile "fâil" (etkileyen, işi işleyen) ve ism-i Zâhir'î (zahir ismi) yedi (eli) ile de "kabil" (etkilenen, etkiyi kabul eden) oldu. Şu halde Hak'tan bir şey hurûc etmedi (dışarı çıkmadı) ki, Hakk'ın  "ayn"ı (kendisi) olmasın. Belki Hakk'ın hüviyyeti (hakikati) o şeyin "ayn"ıdır (zatıdır).  Ya'nî her bir mertebe-i kesîfede (yoğunlaşmış mertebede) vâkı' (olagelmiş) her bir taayyünde (oluşumda) muhtefî olan (gizlenen) Zât-ı latîftir (latif olan zatıdır). Ve zât-ı Hak (Hakk’ın zatı), o taayyünâtın (meydana çıkmışları) Kayyûm'udur (kudret ve iradesi ile kaim kılandır, ayakta tutandır). Şu halde Hak, kendisini, yine kendisi ile gizlemiştir. Hak'tan zâhir (görünen) bir şey yok iken; ehl-i hicâb (perdeli kişiler) , Hakk'ı âfâkta  (dışarıda) arayıp dururlar. Beyt-i Hazret-i Hüdâyî (k.s):

Zuhûru perde olmuştur zuhûra
Gözü olan delîl ister mi nûra

İşte bu îzâhât (anlatılanlar) ma'lûm olduktan (bilindikten) sonra anlaşılır ki, bir şey Hakk'a rücû' etmedi (geri dönmedi) ki o şey, Hakk'ın "ayn"ı (kendi, hakikati) olmasın. Binâenaleyh (bundan dolayı) Hakk'a rücû' eden (geri dönen) her şey, Hakk'ın "ayn"ıdır (hakikatidir). Zîrâ (çünkü) keskin nazar (bakış (düşünce) sâhibi isen, sen vücûdda (varlıkta) Hakk'ın gayri (Hakk’tan başka) bir vücûd (varlık) görmezsin. Ve Hak Teâlâ hazretlerinin ........................... (Hûd, 11/123) ya'nî "Emrin (işlerin) küllîsi (bütün hepsi) Hakk'a rücû' eder" (geri döner) kavlinde (sözünde) keşfin (açılan sırların) i'tâ ettiği (verdiği) ma'rifet (ilim) budur. Sakın bu ma'rifetten (ilimden) gâfil olma! ..........................

İntihâ: 2 Rebîu'l-evvel 336/17 Kânûn-i evvel 333 Pazartesi Sabâhı saat 4.

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-07.03.2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail