[BU FASS
KELİME-İ EYYÛBİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMET-İ GAYBİYYE"
BEYÂNINDADIR]
Nitekim
Allah Teâlâ insanı, abd halk etti. İnsan ise Rabb'i üzerine
tekebbür eyledi; ve O'nun üzerine teâlî etti. Halbuki Hak
Sübhânehû maahâzâ, kendi nefsine câhil olan bu abdin ulüvvüne
nazar ile onu tahtından hıfz eder (3).
Ya'nî buzun
vücûdunu içinden hıfz ettiği
(sakladığı) gibi, su ecsâmı
cisimleri) tahtından
(altından) ve içinden
nasıl hıfz ederse
(muhafaza ederse),
Allah Teâlâ dahi, abd (kul)
olarak yarattığı insanı öylece tahtından
(altından) ve bâtınından
(içinden) hıfz eder. Zîrâ
(çünkü) abdin
(kulun) vücûdu, Hakk'ın
vücûd-ı mutlakının (bağımsız,
kayıtsız vücudunun) sûret-i abdde
(kulun suretinde) takayyüd
(kayıtlanması) ve
taayyününden (belirip meydana
çıkmasından) ibârettir ve onun vücûdu vücûd-ı Hakk'a
(Hakk’ın vucuduna) muzâf
(bağlı) olan bir vücûd-ı
i'tibârîdir (göreli vucuttur)
ki, onda asl (esas)
olan ademdir (yokluktur).
İnsan ise kendi vücûd-ı
kesîfini (madde bedenini)
gördü. Hakk'ın vücûdu, onu bâtınından
(içinden) ve tahtından
(altından) hıfz etmekte
(saklamakta, muhafaza etmekte)
olduğu halde, kendisini bir vücûd-ı müstakil
(kendine ait bağımsız bir vücut)
sâhibi zannedip, Rabb'i üzerine tekebbür etti
(kibirlendi, büyüklük tasladı).
Ve onun tekebbürü (kibirlenmesi)
budur ki, bâtınından
(içinden, ruhundan) mutasarrıf olan
(tasarruf eden, kullanan) Hak
iken, onu hiçe sayıp, kendi tasarrufunu isbât eder
(var eder,kendi tasarrufum vardır der)
ve bu sûretle (şekilde),
Rabb'i üzerine ulüvv
(büyüklük, yücelik) da'vâsında bulunur. Bu da'vânın
hiffet (hafifliği) ve
şiddeti herkesin cehil (bilgisizliği)
ve irfânı (bilgisi)
nisbetindedir (derecesindedir).
Halbuki Hak Teâlâ hazretleri, abdin
(kulun) tekebbür
(kibri) ve ulüvvü
(yüceliği) ile berâber, bu
nefsini bilmeyen abdin (kulun)
ulüvvüne (yüceliğine)
bakarak, onu tahtından (altından)
ve bâtınından (içinden)
hıfz eder (muhafaza eder).
Zîrâ
(çünkü) hıfz etmese
(korumasa, muhafaza etmese)
ma'dûm (yok) olurdu.
Meselâ su buzun vücûdunu içinden hıfz eder
(muhafaza eder, saklar);
su akıp gidiverince buzun vücûdu meydandan kaybolur.
Ve o,
Resûl (a.s.)’ın “Eğer bir ip sarkıtsanız, Allâh'ın üzerine
düşerdi" kavlidir. İmdi işâret etti ki, tahtın ona nisbeti, onun
............................ (Nahl, 16/50) ya'ni "Rablerinden
fevklerinden korkarlar" ve .......................... (En'âm,
6/18) ya'nî "O kullarının fevkınde kâhirdir" kavlinde vâki' olan
"fevk"ın ona nisbeti gibidir. Binâenaleyh, onun için "fevk" ve
"taht" vardır. Ve li-hâzâ altı cihet, ancak insana nisbetle
zâhir oldu; ve insan sûret-i Rahmân üzeredir (4).
Ya'nî
Hakk'ın abdi (kulu)
tahtından (altından) hıfz
etmesi (muhafaza etmesi);
(S.a.v.) Efendimiz'in "Eğer siz ipi sarkıtsanız,
Allah'ın üzerine düşerdi" kavlinin
(sözlerinin) ma'nâsıdır. Ve Hak Teâlâ hakkında
tahtiyyet (altta olma, altta bulunma)
vasfının cevâzına (caiz
olmasına) bundan daha vâzıh
(açık) delîl olmaz. Ve Fahr-i
âlem Efendimiz (Hz. Muhammed a.s)
bu hadîs-i şeriflerinde işâret buyurdular ki,
"taht"ın (aşağının, altın)
Allah Teâlâ'ya nisbeti
(bağıntısı) zikrolunan
(adı geçen) âyet-i -kerîmelerdeki "fevk’ın
(yukarının, üstün) ona
nisbeti (bağıntısı)
gibidir. Ya'nî "fevk" (üst)
ve "taht" (alt) Hakk'a
mütesâviyen (eş değerde)
nisbet (bağıntılı) olunur.
Zîrâ (çünkü) zâhir olan
(açığa çıkan) Hakk'ın vücûdu olduğu gibi, bâtın
(gizli) olan dahî kezâ
(aynı şekilde) Hakk'ın
vücûdudur. Binâenaleyh (bundan
dolayı) Hak vücûdu ile zâhiri
(görüneni) ve bâtını (gizliyi)
ve üstü, altı muhîttir (ihata
etmiştir, kuşatmıştır). Şu
halde, Hakk'ı fevkıyyet (üste olma,
üste bulunma) ve tahtiyyetle
(altta olma, altta bulunma ile)
tavsîf (vasıflandırmak)
câizdir (olabilir).
Ve fevkıyyet (üste
olmaklığın) ve tahtiyyetin
(altta olmaklığın) Allah
Teâlâ'ya nisbeti (bağıntısı)
müsavî (eşit) olduğu
için, altı cihet (taraf),
ancak insana nisbetle zâhir oldu
(göründü) ki, bu altı cihet
(taraf):
ön, arka, sağ, sol, alt, üsttür. Zîrâ
(çünkü) Zât-ı Mutlaka
(Allah) bir hadd
(sınır) ile mahdûd olmaktan
(sınırlamaktan)
münezzehdir. (beridir)
Sûret-i insâniyyede (insanların
suretlerinde) takayyüd
(kayıtlandığında) ve taayyün / etdikde,
(belirdiğinde) bu altı cihât
(yönler) ile mahdûd
(sınırlanmış) olur ve insan
cemî'-i esmâ (bütün esma)
üzerine ihâta sâhibi (kuşatıcı)
olduğundan sûret-i Rahmân
(Rahmanın sureti) üzerinedir. Zîrâ
(çünkü) ism-i Rahmân
(Rahman ismi) cemî'-i esmâyı
(bütün esmayı) müştemildir
(kavrar, içine alır) ve
bütün cihât-ı mütekâbilede
(karşıtlarda, karşıt taraflarda) mevcûddur. Şu halde
"Hak, abdi (kulu)
tahtından (altından) hıfz
eder" (muhafaza eder, saklar)
denildiği vakit, onda fevkıyyet
(üstte olmaklık) yoktur, ma'nâsı anlaşılmamalıdır.
Zîrâ (çünkü) bâlâda
(yukarıda) zikr olunan
(anlatılan) îzâhât
(açıklamalar) ile sâbit oldu
(anlaşıldı) ki, Hak
hakkında tahtiyyet (altta
bulunmaklık) ve fevkıyyet
(üstte bulunmaklık) müsâvîdir
(eşittir).
Halbuki
it'âm edici ancak Allah'dır. Ve tahkîkan Allah Teâlâ bir gürûh
hakkında buyurdu: ................................. (Mâide,
5/66) Ya'nî "Eğer onlar Tevrât ve İncîl ahkâmını ikâme etseler".
Ba'dehû tenkîr ve ta'mîm edip .......................... (Mâide,
5/66) ya'nî "Rablerinden onlara inzâl olunan şeyi" dedi. İmdi
Hak Teâlâ'nın ........................ kavlinde lisân-ı
Resûl üzere münzel veyâ mülhem olan her bir hüküm dâhil oldu.
................. (Mâide, 5/66) Ya'nî "Onlar
fevklerinden yerlerdi". Halbuki ona nisbet olunan fevkıyyet
cihetinden mut'im olan ancak O'dur. .......................
(Mâide, 5/66) ya'nî "Onlar ayaklarının altından yerlerdi":
Halbukî Allah'dan mütercim olan O'nun Resûl'ü (s.a.v.)in lisânı
üzere Hakk'ın kendi'nefsine nisbet ettiği tahtiyyet cihetinden
mut'im olan ancak Allah'dır (5).
Cenâb-ı
Şeyh-i Ekber (r.a.) Hakk'a nisbet olunan
(bağlanan) fevkıyyet
(üstte bulunmaklık) ve
tahtiyyeti (altta bulunmaklığı)
daha ziyâde (fazla)
tavzîh (açıklamak, aydınlatmak)
maksadıyla buyururlar ki: .....................
(En'âm, 6/14) ya'nî "O it'âm eder,
(yemek yedirir) it'âm olunmaz"
(yemek yedirilmez) âyet-i
kerîmesi muktezâsınca (gereğince)
mut'im olan (yemek
yediren, besleyen) ancak Allah'dır. Ve Hak Teâlâ
Mûsevî (Yahudiler) ve
İsevîler Hıristiyanlar)
hakkında âyet-i kerîmede buyurur ki: /
.......................................... (Mâide, 5/66) ya'nî:
"Eğer kavm-i Mûsâ ve Îsâ, (Musa’nın
ve İsa’nın kavmi) Tevrât ve İncîl'in ve Rab'lerinden
kendilerine inzâl olunan (indirilen)
şeyin ahkâmını
(hükümlerini) ikâmet etseler
(tutsalar, yerine getirseler),
fevklerinden (üstlerinden)
ve ayaklarının altından yerlerdi". Hak Teâlâ bu
âyet-i kerîmede Tevrât ve İncîl'i zikrederek
(anarak) onların ikâmet-i
ahkâmını (hükümlerinin tutulmasını,
yerine getirilmesini)
ta'rîf (belirtti, açıkladı)
ve tahsis etti
(mahsus kıldı, ayırdı, sınırladı)
. Ve ba'dehû
(daha sonra) onlara
Rab'lerinden inzâl olunan (indirilen)
şeyin ikâmet-i ahkâmını
(hükümlerinin tutulmasını, yerine getirilmesini)
tenkîren (gayrı muayyen ve
gayrı mahdut kılarak, sınırsız olarak)
ve ta'mîmen (herkese
bildirmek üzere) beyân eyledi
(açıkladı).
Ve bu "inzâl olunan
(indirilen) şey" ta'bîrinde
(anlatımında),
melek vâsıtasıyla inzâl olunup
(indirilip) Peygamber'in
lisânından (dilinden)
sâdır olan (çıkan) ahkâm
(hükümler) dâhil olduğu
gibi, doğrudan doğruya Peygamber'in kalbine ilham tarîkıyla
(yoluyla) nâzil olan
(inen) ahkâm
(hükümler) dahî dâhil olur.
İşte kavm-i Mûsâ ve Îsâ (İsa’nın ve
Musa’nın kavmi) bu sûretlerle
(şekillerle) Cenâb-ı Hak'tan
münzel (indirilmiş)
olan şeyin ahkâmını (hükümlerini)
tutmuş olsalardı, fevklerinden
(üstlerinden) ve ayaklarının
altından yerlerdi ve Hak onları gerek fevklerinden
(üstlerinden) ve gerek
tahtlarından (altlarından)
it'âm ederdi (beslerdi,
yedirirdi) ve onların fevklerinden
(üstlerinden) ekl etmeleri
(yemeleri),
esmâ-i İlâhiyye’nin (İlahi
esmanın) iki elleri üzere vârid olan
(gelen, erişen) atâyâ-yı
Rabbâniyyeye (Rabbani ihsanları,
bağışları) nâiliyyetleridir
(elde etmeleridir) ve
ayaklarının altından yemeleri dahi, tarîk-ı Hak'ta
(Hak yolunda) ayaklarıyla
yürüyerek, nâsıyelerinden
(alınlarından) tutan Rabb-i hâslarının
(kendi öz Rablarının)
kemâllerine (mükemmelliklerine,
tamlıklarına) vusûlleridir
(ulaşmalarıdır).
Ve Allah'ın tercümânı olan
O'nun Resûl'ü (s.a.v.) Efendimiz'in lisânıyla
(diliyle)
.......................... kavlinde
(sözlerinde) tahtiyyeti
(altta bulunmaklığı) kendi nefsine nisbet eder
(bağlar).
Zîrâ (çünkü)
..................................... (Necm, 53/3) ya'nî
"Allâh'ın Resûl'ü hevâ-yı nefsânîden
(nefsinin arzusundan) söylemez. Onun söylediği ancak
ona vahy olunan şeydir" âyet-i kerîmesi mûcibince
(gereğince),
bâlâdaki (yukarıdaki)
hadîs-i şerîf, Hakk'ın ona vahy ettiği kelâmdır
(sözlerdir).Ve cenâb-ı
Peygamber Hakk'ın tercümânıdır. Binâenaleyh
(bundan dolayı) tahtiyyet
(altta bulunmaklık)
cihetinden (yönünden)
mut'im olan (yemek yediren, doyuran)
dahi Hak'tır.
İmdi Hak
vücûduyla abdin (kulun)
sûretinde (bedeninde)
müteayyin (belirmek) ve
mütekayyid olmakla (kayıtlanmakla)
onu üstünden it'âm ederek
(besleyerek) hıfz eyler
(muhafaza eder) ve abdin
(kulun) vücûdu Hakk'ın vücûduna muzâf
(bağlı) olan bir vücûd olup,
Hak onun içi ve bâtını (ruhu)
olmakla onu tahtından (altından)
it'âm ederek (besleyerek)
hıfz eyler (muhafaza eder).
Eğer Hak abdi
(kulu) fevkınden
(üstünden) ve tahtından
(altından) it'âm ederek
(besleyerek, yedirerek) hıfz
/ etmemiş (muhafaza etmemiş,
korumamış) olsa mâ'dum
(yok) olurdu.
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-21.01.2006
http://sufizmveinsan.com
|