[BU FASS KELİME-İ EYYÛBİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMET-İ GAYBİYYE"
BEYÂNINDADIR]
Ve
tahkîkan ilm-i İlâhî-i nebevîde Hakk'ın rızâ ve gazab ile ve
sıfât-ı mütekâbile ile ittisâfı vardır. Halbuki rızâ gazabı
izâle edicidir ve gazab dahî, marzıyyun-anhdan rızâyı izâle
edicidir. Ve i'tidâl, rızâ ile gazabın mütesâvî olmasıdır.
Binâenaleyh, gazab eden, gazab ettiği kimse üzerine ondan râzı
olduğu halde gazab etmedi. Böyle olunca, onun hakkında iki
hükmün biriyle muttasıf oldu, o da meyildir. Ve râzı olan,
kendisinden râzı olduğu kimseden, onun üzerine gazab ettiği
halde râzı olmadı. Binâenaleyh, muhakkak onun hakkında iki
hükmün biriyle muttasıf oldu, o da meyildir (8).
Ya'nî Hak Teâlâ ha'zretleri kendi nefsini rızâ
(hoşnutluk) ve gazab
(hiddet, öfke) ile ve Hâdî
(hidayet eden, doğru yolu gösteren)
ve Mudill (delalete,
yanlış yola sevkeden) ve men’
(vermeme) ve i'tâ
(verme) ve Kahhâr
(kahredici) ve Latîf
(hoş, nazik) ve Celâl
(büyüklük, ululuk) ve Cemâl
(güzellik) gibi birtakım
mütekâbil (birbirine zıt)
sıfatlar ile tavsîf buyurmuştur
(vasıflandırmıştır). Nitekim
âyet-i kerîmede de buyrulur: ..................................
(Mâide, 5/119) ve ......................... (Feth, 48/6) ve kezâ
(böylece)
............................ (A'râf, 7/178) ve
................................ (Kehf, 18/17)... Hak râzı
olduğu zamanda gazab etmez (kızmaz);
zîrâ (çünkü)
sıfat-ı rızâ (rıza sıfatı),
sıfat-ı gazabı (gazap
sıfatını) izâle (giderir,
yok) eder. Ve Hak râzı olduğu kimseye gazab etse
(kızsa, hiddetlense) bu
sıfat-ı gazab (gazab sıfatı),
o kimse hakkındaki sıfat-ı rızâyı
(rıza sıfatını) izâle
(giderir, yok) eder.
Binâenaleyh (bundan dolayı)
rızâ ile gazab aynı zamanda bir yerde müctemi'
(toplanıp, cem) olmaz.
Halbuki i'tidâl (dengeli oluş,
ölçülülük),
rızâ ile gazabın mütesâvî (birbirine
eşit) olması ve bu iki sıfattan birisine meyl
(eğilim (irade) olmaması ile
hâsıl olur (oluşur).
Bu iki sıfatın bir zamanda bir yerde ictimâı
(bir araya gelmesi, toplanması) mümkün olmayınca, beynlerinde
(aralarında) müsâvât
(eşitlik) dahî mutasavver olmaz
(düşünülemez).
Müsâvât (eşitlik)
mutasavver (düşünülür)
olmayınca i'tidâl (denk, müsavi)
husûlü de (olması da)
kâbil (mümkün)
değildir. Binâenaleyh (bundan dolayı)
Hak gazab ettiği vakit, mağzûbun-aleyh
(kendisine gazab edilmiş)
hakkında ve râzı olduğu vakit dahi, marzıyyunanh
(kendisinden razı olunmuş)
hakkında iki hükmün biriyle muttasıf
(vasıflanmış) olur ki, bu
ittisâf (vasıflanma) da
meylden (eğilimden (iradeden)
ibârettir. Velhâsıl (sözün
kısası) şahs-ı vâhid (bir
şahıs) hakkında aynı zamanda Hakk'ın gazab ve rızâsı
ittihâd etmediği (birleşmediği,
birlikte olmadığı) gibi, sâir
(diğer) sıfâtı dahî müttehid
(birleşik, birlikte)
olmaz. Mutlakâ bir tarafa meyl
(yönelme, eğilme (irade) lâzımdır.
Ve
ancak biz bunu, zu'munda, ehl-i nâr üzerlerine Allâh'ın gazabı
dâimen ebeden zâil olmaz, gören kimseden dolayı dedik.
Binâenaleyh, onlar için Allah'dan hükm-i rızâ yoktur. İmdi
maksûd sahîh oldu. Eğer bizim dediğimiz gibi olursa, her ne
kadar nârda sâkin olurlârsa da, ehl-i nârın meâli âlâmın
izâlesinedir. Bu da rızâdır. İmdi âlâmın zevâli için gazab zâil
oldu. Çünkü, eğer anladınsa elemin aynı, gazabın aynıdır. Böyle
olunca gazab eden kimse, muhakkak kendi nefsinde müteezzî oldu.
Binâenaleyh gâzıb, ancak râhat bulmak için, mağzûbunaleyh olan
kimsenin intikâmında, ona îlâm etmekle, sa'y eder. Böyle olunca
onun indinde olan elem mağzûbun-aleyhe intikal eder (9).
Ya'nî bizim "Hak gazab ettiği
(öfkelendiği) vakit mağzûbun-aleyh
(gazab edilmiş olan) ve râzı
olduğu vakit dahi, marzıyyun-anh
(kendisinden razı olunan) haklarında, gazab ve rızâ
hükümlerinin biriyle muttasıf
(vasıflanmış) olur ve bu ittisâf
(vasıflanma) da meyilden
(eğilimden) ibârettir"
dememiz, mütekellimîne (İslami
ilimlerle meşgul olanlara) karşı cevap ve îzâhtır
(açıklamadır).
Çünkü onlar, ehl-i cehennem
(cehennemlikler) üzerine
Allâh'ın gazabı dâimî ve ebedîdir
(sonsuzdur) zannederler. Binâenaleyh
(bundan dolayı) onlara göre
rızâ-yı İlâhî (Hakk’ın rızası)
hüküm-fermâ (hükmünü süren,
hükümdar) olmaz. Bu sûrette
(şekilde) mütekellimînin
(İslami ilimlerle meşgul olanların)
kavli (sözleri)
üzerine de bizim kelâmımızda
(sözlerimizde) kasd olunan
(anlatılmak istenilen)
ma'nânın sıhhati (doğruluğu)
sâbit (anlaşılmış)
olur. Zîrâ (çünkü) mâdemki
Hak, onların zu'mlarınca (zanlarınca),
ehl-i cehennem
(cehennemlikler) üzere dâimâ ve ebeden
(sonsuza kadar) gazab eder,
şu halde gazab (öfke) ve
rızâ hükümlerinden birisine Hakk'ın meyli
(eğilimi, iradesi) ve i'tidâl
(denge) olmadığı sâbit
olmuş (anlaşılmış) olur.
İmdi emir (iş, husus)
bizim dediğimiz gibi olacak olursa, ya'nî ehl-i cehennem
(cehennemlikler),
cehennemde mukîm oldukları
(kaldıkları) halde, onların
meâlî (neticesi) rahmete
ve izâle-i âlâma (elemleri
giderilecek, yok) olacak olursa, izâle-i âlâm
(elemlerin yok olması, giderilmesi)
onlar hâkkında rızâdır. Şu halde âlâmın
(elemlerin, kederlerin)
zevâlinden (sona ermesinden)
nâşî (dolayı) gazab
zâil olmuş (sona ermiş, geçmiş,
bitmiş) oldu. Zîrâ (çünkü)
Hak Teâlâ sana anlamaklık ihsân ederse
(bağışlarsa),
elemin (kederin)
"ayn"ı (hakikati),
gazabın (öfkenin)
"ayn"ı (hakikati)
olduğunu anlarsın; çünkü elem (acı,
keder) gazabdan (öfkeden,
hiddetten) zuhûr eder
(meydana çıkar).
Hattâ öfkelenen kimse, muhakkak kendi nefsinde müteezzî
(eziyet çeken, üzülen) olur.
Binâenaleyh (bundan dolayı)
bir kimse birine kızdığı vakit, ona elem
(acı) verecek bir kavl
(söz) veyâ fiil ile o
kimseden intikam almağa çalışır. Kızan kimsenin bu sa'yi,
(gayreti) ancak kızdığı
kimseyi te'lîm ederek (lanet
okuyarak) nefsinde râhat bulmak içindir. Binâenaleyh
(bundan dolayı) gâzıbın
indinde (yanında),
gazabdan (öfkeden)
münbais olan (ileri gelen)
elem, (acı, keder) bu
sûretle (şekille)
mağzûbun-aleyh (kendisine gazap
edilmiş) olan kimseye intikal eder
(geçer).
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-04.04.2006
http://sufizmveinsan.com
|