212. Bölüm

[BU FASS KELİME-İ EYYÛBİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMET-İ GAYBİYYE" BEYÂNINDADIR]

Ve tahkîkan ilm-i İlâhî-i nebevîde Hakk'ın rızâ ve gazab ile ve sıfât-ı mütekâbile ile ittisâfı vardır. Halbuki rızâ gazabı izâle edicidir ve gazab dahî, marzıyyun-anhdan rızâyı izâle edicidir. Ve i'tidâl, rızâ ile gazabın mütesâvî olmasıdır. Binâenaleyh, gazab eden, gazab ettiği kimse üzerine  ondan râzı olduğu halde gazab etmedi. Böyle olunca, onun hakkında iki hükmün biriyle muttasıf oldu, o da meyildir. Ve râzı olan, kendisinden râzı olduğu kimseden, onun üzerine gazab ettiği halde râzı olmadı. Binâenaleyh, muhakkak onun hakkında iki hükmün biriyle muttasıf oldu, o da meyildir (8).

Ya'nî Hak Teâlâ ha'zretleri kendi nefsini rızâ (hoşnutluk) ve gazab (hiddet, öfke) ile ve Hâdî (hidayet eden, doğru yolu gösteren) ve Mudill (delalete, yanlış yola sevkeden) ve men’ (vermeme) ve i'tâ (verme) ve Kahhâr (kahredici) ve Latîf (hoş, nazik) ve Celâl (büyüklük, ululuk) ve Cemâl (güzellik) gibi birtakım mütekâbil (birbirine zıt) sıfatlar ile tavsîf buyurmuştur (vasıflandırmıştır).  Nitekim âyet-i kerîmede de buyrulur: .................................. (Mâide, 5/119) ve ......................... (Feth, 48/6) ve kezâ (böylece) ............................ (A'râf, 7/178) ve ................................ (Kehf, 18/17)... Hak râzı olduğu zamanda gazab etmez (kızmaz); zîrâ (çünkü) sıfat-ı rızâ (rıza sıfatı), sıfat-ı gazabı (gazap sıfatını) izâle (giderir, yok) eder. Ve Hak râzı olduğu kimseye gazab etse (kızsa, hiddetlense) bu sıfat-ı gazab (gazab sıfatı), o kimse hakkındaki sıfat-ı rızâyı (rıza sıfatını) izâle (giderir, yok) eder. Binâenaleyh (bundan dolayı) rızâ ile gazab aynı zamanda bir yerde müctemi' (toplanıp, cem) olmaz. Halbuki i'tidâl (dengeli oluş, ölçülülük), rızâ ile gazabın mütesâvî (birbirine eşit) olması ve bu iki sıfattan birisine meyl (eğilim (irade) olmaması ile hâsıl olur (oluşur). Bu iki sıfatın bir zamanda bir yerde ictimâı (bir araya gelmesi, toplanması) mümkün olmayınca, beynlerinde (aralarında) müsâvât (eşitlik) dahî mutasavver olmaz (düşünülemez). Müsâvât  (eşitlik) mutasavver (düşünülür) olmayınca i'tidâl (denk, müsavi) husûlü de (olması da) kâbil (mümkün) değildir. Binâenaleyh (bundan dolayı) Hak gazab ettiği vakit, mağzûbun-aleyh (kendisine gazab edilmiş) hakkında ve râzı olduğu vakit dahi, marzıyyunanh (kendisinden razı olunmuş) hakkında  iki hükmün biriyle muttasıf (vasıflanmış) olur ki, bu ittisâf (vasıflanma) da meylden (eğilimden (iradeden) ibârettir. Velhâsıl (sözün kısası) şahs-ı vâhid (bir şahıs) hakkında aynı zamanda Hakk'ın gazab ve rızâsı ittihâd etmediği (birleşmediği, birlikte olmadığı) gibi, sâir (diğer) sıfâtı dahî müttehid (birleşik, birlikte) olmaz. Mutlakâ bir tarafa meyl (yönelme, eğilme (irade) lâzımdır.

Ve ancak biz bunu, zu'munda, ehl-i nâr üzerlerine Allâh'ın gazabı dâimen ebeden zâil olmaz, gören kimseden dolayı dedik. Binâenaleyh, onlar için Allah'dan hükm-i rızâ yoktur. İmdi maksûd sahîh oldu. Eğer bizim dediğimiz gibi olursa, her ne kadar nârda sâkin olurlârsa da, ehl-i nârın meâli âlâmın izâlesinedir. Bu da rızâdır. İmdi âlâmın zevâli için gazab zâil oldu. Çünkü, eğer anladınsa elemin aynı, gazabın aynıdır. Böyle olunca gazab eden kimse, muhakkak kendi nefsinde müteezzî oldu. Binâenaleyh gâzıb, ancak râhat bulmak için, mağzûbunaleyh olan kimsenin intikâmında, ona îlâm etmekle, sa'y eder. Böyle olunca onun indinde olan elem mağzûbun-aleyhe intikal eder (9).

Ya'nî bizim "Hak gazab ettiği (öfkelendiği) vakit mağzûbun-aleyh (gazab edilmiş olan) ve râzı olduğu vakit dahi, marzıyyun-anh (kendisinden razı olunan) haklarında, gazab ve rızâ hükümlerinin biriyle muttasıf (vasıflanmış) olur ve bu ittisâf (vasıflanma) da meyilden (eğilimden) ibârettir" dememiz, mütekellimîne (İslami ilimlerle meşgul olanlara) karşı cevap ve îzâhtır (açıklamadır).  Çünkü onlar, ehl-i cehennem (cehennemlikler) üzerine Allâh'ın gazabı dâimî ve ebedîdir (sonsuzdur) zannederler. Binâenaleyh (bundan dolayı) onlara göre rızâ-yı İlâhî (Hakk’ın rızası) hüküm-fermâ (hükmünü süren, hükümdar) olmaz. Bu sûrette (şekilde) mütekellimînin (İslami ilimlerle meşgul olanların) kavli (sözleri) üzerine de bizim kelâmımızda (sözlerimizde) kasd olunan (anlatılmak istenilen) ma'nânın sıhhati (doğruluğu) sâbit (anlaşılmış) olur. Zîrâ (çünkü) mâdemki Hak, onların zu'mlarınca (zanlarınca), ehl-i cehennem (cehennemlikler) üzere dâimâ ve ebeden (sonsuza kadar) gazab eder, şu halde gazab (öfke) ve rızâ hükümlerinden birisine Hakk'ın meyli (eğilimi, iradesi) ve i'tidâl (denge)  olmadığı sâbit olmuş (anlaşılmış) olur. İmdi emir (iş, husus) bizim dediğimiz gibi olacak olursa, ya'nî ehl-i cehennem (cehennemlikler), cehennemde mukîm oldukları (kaldıkları) halde, onların meâlî (neticesi) rahmete ve izâle-i âlâma (elemleri giderilecek, yok) olacak olursa, izâle-i âlâm (elemlerin yok olması, giderilmesi) onlar hâkkında rızâdır. Şu halde âlâmın (elemlerin, kederlerin) zevâlinden (sona ermesinden) nâşî (dolayı) gazab zâil olmuş (sona ermiş, geçmiş, bitmiş) oldu. Zîrâ (çünkü) Hak Teâlâ sana anlamaklık ihsân ederse (bağışlarsa), elemin (kederin)  "ayn"ı (hakikati), gazabın (öfkenin) "ayn"ı (hakikati) olduğunu anlarsın; çünkü elem (acı, keder) gazabdan (öfkeden, hiddetten) zuhûr eder (meydana çıkar). Hattâ öfkelenen kimse, muhakkak kendi nefsinde müteezzî (eziyet çeken, üzülen) olur. Binâenaleyh (bundan dolayı) bir kimse birine kızdığı vakit, ona elem (acı) verecek bir kavl (söz) veyâ fiil ile o kimseden intikam almağa çalışır. Kızan kimsenin bu sa'yi, (gayreti) ancak kızdığı kimseyi te'lîm ederek (lanet okuyarak) nefsinde râhat bulmak içindir. Binâenaleyh (bundan dolayı) gâzıbın indinde (yanında), gazabdan (öfkeden) münbais olan (ileri gelen) elem, (acı, keder) bu sûretle (şekille) mağzûbun-aleyh (kendisine gazap edilmiş) olan kimseye intikal eder (geçer).

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-04.04.2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail