218. Bölüm

[BU FASS KELİME-İ EYYÛBİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMET-İ GAYBİYYE" BEYÂNINDADIR]

Ve bu bir sırdır ki, esrâr üzere ümenâ olan ibâdullahdan, üdebâdan gayrı kimse, onun tarîkına mülâzım olmaz; zîrâ Allah için "ümenâ" vardır ki, Allah'dan gayrı onları kimse bihnez;  ve onların ba'zısı, ba'zısını bilir (19).

Bu zikrolunan (anlatılan) hakâyık (hakikâtler),  ya'nî bir belâya giriftâr olduğu (uğradığı) vakit, o belâ ve zararın  ref’i (kaldırılması) hakkında "vech-i hüviyyet'' (asıl vech, yüz) tesmiye olunan (denilen) vech-i  hâssa (hakiki veche, yüze) ve ism-i câmi' (bütün isimleri kendinde toplamış) olan "Allah" ismine teveccüh ederek (yönelerek) "gayrullah" (Allah’tan başka) ve "esbâb" (sebepler) denilen vücûh-ı hâssa-i İlahiyyeden (İlahi has yüzlerden, İlahi esmadan sadece) birisine teveccühle (yönelmekle) suâl (dua) ve taleb etmemek (istekte bulunmamak) ve fakat, esbâbın (sebeplerin) kâffesi (bütün hepsi) Hakk'ın aynı olduğunu bilmek ve esbâb (sebepler) nâmı (adı) tahtında (altında) bulunan bu vücûh-ı sâireyi (diğer yüzleri) görmekle berâber, vech-i hüviyyetten (gerçek, hakiki yüzden) hicâba düşmemek (perdelenmemek) bir sırdır ki, bu sırrın tarıkında (yolunda) ancak esrâr-ı İlahiyyeye (İlahi sırları) muttali' olan (vakıf olan, bilen) ve "emîn" ve Hak'la cemî'-i ahvâl ve umûrunda (bütün durumlar, hususlar ve işlerde) edeb üzere bulunan ibâdullah (Allah kulları) müdâvim (devam edenler) ve mülâzimdir (bundan ayrılmayanlardır). Ve bu esrâra (sırlara) ale'd-devâm (devamlı olarak) riâyet (saygı, hürmet) üzere bulunan onlardır. Ve Allâh'ın bu gibi esrârını (sırlarını) tevdî' buyurduğu (bıraktığı, emanet ettiği) kullar vardır kî, onları ancak yine kendisi bilir; ve onların ba'zısı, ba'zısını bilir. Ya'nî Hakk'ın  bildirmesiyle bu gibi "ümenâ" (güvenilir, emin kişiler) yekdîğerini (birbirlerini) dahî bilirler.

Bir gün üstâd-ı ekremim Mesnevî-han Mehmed Es'ad Dede Efendi (r.a.) hazretlerinin Kasımpaşa Mevlevîhânesi'nde, esîr-i firâş (yatalak) oldukları bir sırada, huzûr-ı lâmiu'n-nûrlarında (nur saçan  huzurunda) oturuyor idim. Yanlarında ilâç şişeleri dizili idi. Fikrimden bu geçti: "İlâhî, senin gâfil kulların hasta oldukları vakit, başlarının ucuna ilâç şişelerini dizip onlardan istişfâ ederler (derman ararlar). Sûret-i zâhirede (görünürde) âriflerin dahi böyle yapıyor; bunları tefrîk etmek (ayırt etmek) ne kadar müşkil (zor) bir iştir!" Bu fikrin vürûdunu (gelmesinin) müteâkıb (hemen arkasından) Hazret (k.s.) hemen mübârek ellerine ilâç şişelerinden birini alıp fakîre hitâben: "Bunlar hicâbdır (örtüdür, perdedir); şifâ Hak'tandır" buyurdular. Onların bu hitâbları, (sözleri) esbâbın (sebeplerin) kâffesi (hepsi) Hakk'ın aynı olduğunu ve esbâbı (sebepleri) görmekle vech-i hüviyyetten (gerçek yüzden, Allah’tan) hicâba düşmemek (perdelenmemek) lâzım geldiğini ihtâr (hatırlatmak, tenbih etmek) ve ârif (bilen) ile gâfilin (bilmeyenin) farkını fakîre ifhâm (anlatmak) idi.

Ve tahkîkan biz sana nasîhat ettik. İmdi sen onunla amel et ve Allah Sübhânehû ve Teâlâ'dan suâl eyle! (20).

Ya'nî biz bu fass-ı münîfde (kıymetli eserde) sabrın ne demek olduğunu ve bir belâya giriftâr olduğun (düştüğün, uğradığın) vakit, o zararın ref’i (kalkması) hakkında ne yolda hareket etmek lâzım geldiğini tafsîlen (açık olarak) beyân ederek (anlatarak) sana nasîhat ettik. Ey tarîk-ı edebde (edep yolunda) yürümek ve Allâh'ın "emîn" kullarından olmak isteyen ârif, sen bu nasîhatler ile amel et (işini yap)!  Ve kendinden zararın ref’i (kalkması) hakkında vech-i hüviyyetin (gerçek yüzün) hicâbatı (örtüleri, perdeleri) olan esbâba (sebeplere) meyl etmeyip (yönelmeyip) cemî'-i vücûh-ı İlahiyyeyi (bütün İlahi vecihleri, yüzleri) câmi' bulunan (kendinde toplayan) Allah Sübhânehû ve Teâlâ hazretlerinden suâl et (iste, dua et)!

Ve kahr-ı İlâhîye (İlahi kahra, belalara) mukâvemet (direnmek) gibi bir cehâletten  (bilgisizlikten) tahlîs-i girîban eyle (yakanı kurtar)! Ve bi'n-netîce (sonuç olarak) abdiyyetin (kulluğun) hasebiyle acz (acizliğin) ve iftikârın (fakirliğin) sâbit (kanıtlansın, belli) olsun.

Beyt:
Tercüme: "Her ne kadar nakd-i ma'rifet (ilim serveti),  bizim deryâmız (denizimiz) ise de, ubûdiyyet (kulluk) ve acz (acizlik) ve hayret bizim makâmımızdır. "

Mesnevî:
Tercüme: "Senin şükürden aczin, tam şükür olarak geldi. Bu bâbın (konunun) hakîkatinde lebîb (akıllı) ol, iyi anla! Kelâm bitti..."

İntihâ: Receb 335/26 Nisan 333 Leyle-i perşembe, saât-i ezân

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-16.05.2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail