BU FASS KELİME-İ YAHYÂVİYYE'DE
MÜNDEMİC OLAN
"HİKMET-İ CELÂLİYYE" BEYÂNINDADIR]
"Hikmet-i celâliyye"nin (“celal” ile
ilgili hikmetlerin) Kelime-i Yahyâviyye'ye
(Yahya kelimesine)
tahsîsindeki (ayrılmasındaki, tahsis
edilmesindeki) sebebler budur ki: Evvelen
(ilk olarak),
kahra (zorlamaya, helaka)
muhtass (ait)
olan sıfât-ı İlâhiyye (İlahi
sıfatlar) ve esmâ-i Rabbâniyye
(Rabbani esma) "Celâl" ile
müsemmâdır (isimlenmiştir).
Ve isneyniyyeti (ikiliği)
müş'ir olan (bildiren)
ve gayr (başka)
ve mâsivâ (Hakk’’tan gayrı)
denilen taayyünâtın
(meydana gelmişlerin) kahrı
(helaki) ve vahdet-i
ıtlâkıyyenin (sınırsızın, kayıtsızın
tekliğinin) isbâtı
(kanıtı),
Celâl'in şânındandır
(tabiatındandır).Zîrâ
(çünkü) Celâl, evveliyyete
(ilk durumuna) ircâ'
(geri döndürmek) için
mevcûdâtı (varlıkları)
nefy (yok) eder. Nitekim,
Hak Teâlâ hazretleri ......................... (Mü'min, 40/16)
buyurur. Ve âyet-i kerîmedeki isimler, esmâ-i celâliyyedendir
(celal isimlerindendir).
Ve bu vahdet (tek,
teklik) Yahyâ (a.s.)’da dahî mevcûd olup onun ismi ve
sıfatı ve sûreti ve ma'nâsı ona muğâyir
(aykırı) değil idi. Ve Yahyâ
(a.s.), kendinden evvel mevcûd olan hiçbir ferdin
(kişinin) "Yahyâ" ismiyle
tevsîm olunmaması (adlandırılmaması)
sûretiyle, isimde mazhar-ı evveliyet
(ilk mahzar, ismi ilk alan)
oldu. Sâniyen (ikinci olarak),
Yahyâ (a. s. )’ın
hâlinde kabz (alma, kavrama)
ve haşyet (korku) ve
rikkat (incelik, merhamet)
ve huşû' (gönül
alçaklığı, nefsini hor ve hakir görme) gibi ahkâm-ı
celâliyye (celali hükümler)
gâlib (üstün) idi.
Nitekim Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz ondan ihbâren
(haber vererek) buyururlar
ki:
Ya'nî "Yahyâ (a.s.), Îsâ (a.s.)a güldüğü bir vakitte itâb edip
(azarlayıp):
"Sen Allâh'ın mekr
(hilesinden) ve azâbından sanki emînsin" dedi. Îsâ
(a.s.) ona: "Gûyâ (sanki)
sen de Allâh'ın fazl
(iyiliğinden, lutfundan) ve rahmetinden me'yûssun"
(ümidini kesmişsin) diye
cevap verdi. Hak Teâlâ hazretleri, her ikisine vahy edip buyurdu
ki: "Muhakkak sizden bana en sevgiliniz, bana zannı ahsen
(güzel) olanınızdır.
" Ve Yahyâ (a.s.) âkıbetü'l-emr
(işin sonunda) küffâr
(kâfirler) tarafından şehîd
edildi. Kısâsan (kısas yoluyla)
yetmiş bin küffâr (kafir)
katl olunmadıkça
(öldürülmedikçe) feverân-ı demi
(kanın fışkırması) sâkin
olmadı (durmadı).
İşte bu iki sebepten dolayı
"hikmet-i celâliyye" (celali
hikmetler) Kelime-i
Yahyâviyye'ye (Yahya kelimesine)
mukârin (ilintili,
bitişik) kılındı.
İşte bu, esmâda hikmet-i
evveliyyedir. Zîrâ Allah Teâlâ onu "Yahyâ'' tesmiye etti. Ya'nî
Zekeriyyâ'nın zikri onunla hayy olur. Ve onun için evvelden
hem-nâm kılmadı. İmdi bir veled, terk eden şahs-ı âbirde o veled
ile onun zikri hayy olan sıfatın husûlü beyniyle onun ismi
beynini cem' etti; onu Yahyâ tesmiye eyledi. Binâenaleyh, onun
ismi olan Yahyâ ilm-i zevkî gibi oldu (1).
Ya'nî bu hikmet-i Yahyâviyye
(Yahya’ya ait hikmetler)
esmâda hikmet-i evveliyyedir
(ilk hikmetlerdir). Çünkü
Allah Teâlâ, Yahyâ (a.s.)’ı "Yahyâ" ismiyle tesmiye etti
(isimlendirdi) ki, Zekeriyyâ
(a.s.)’ın ismi Yahyâ (a.s.) ile diri olur, demektir; ve Yahyâ
(a.s.) için kendisinden evvel bu isim ile bir kimseyi tesmiye
ederek (isimlendirerek)
hem-nâm (aynı isimde)
kılmadı. Binâenaleyh (bundan dolayı)
âlemde (evrende)
ibtidâ (ilk önce) bu
isim ile müsemmâ olan (isimlenen),
ancak Yahyâ (a.s.) oldu. Şu halde Allah Teâlâ
hazretleri Yahyâ (a.s.)’ı Yahyâ ismiyle tesmiye etmekle
(adlandırmakla) Zekeriyyâ
(a.s.)’ın nübüvvet (nebilik görevi,
peygamberlik) ve sâire
(bunun benzerleri) gibi terk etmiş olduğu sıfat ile
onun bakâ-yı zikri arasını cem' etti
(topladı).
Ya'nî Yahyâ ismi, Yahyâ (a.s.) için, kendisinden
evvel kimsenin tesmiye olunmadığı
(adlandırılmadığı) bir ism-i alem
(özel isim) olmakla berâber,
Zekeriyyâ (a.s.)’ın bakâ-yı zikrini ve ihyâ-yı nâmını
mü’lin (ilan eden)
bir sıfat oldu. Binâenaleyh
(bundan dolayı) Yahyâ (a.s.)’ın ismi olan "Yahyâ"
zevkî bir ilim gibi oldu. Zîrâ
(çünkü) "Yahyâ" ismi, iki fâideye
(faydaya) delâlet
(işaret) etti ki, birisi
"sıfat" diğeri "alemiyyet"tir (özel
isim olmaktır).
Meselâ "bal" bir isimdir, ki bir nevi'
(tür) tatlıya alem
(özel isim) olmuştur. Onun
sıfatı halâvettir (tatlılıktır).
Bir kimse balı görse ve bilse de tatmasa, halâveti
(tatlılığı) hakkında ilm-i
zevkisi (bilmenin verdiği zevk)
yoktur. Fakat, onu tadan kimse indinde
(katında) balın alemiyyet
(isim)
ve sıfattan ibâret olan iki fâidesi
(faydası) hâsıl
(olmuş) olur.
İşte bunun gibi "Yahyâ" denildiği vakit birisi isim
ve diğeri onun sıfatı olan "hayat" mülâhaza olundu
(düşünüldü).
Bu ise i'tibâr-ı zevkîdir
(nisbi, göreli zevktir).
Çünkü ehl-i âdete (adet
ehline) göre bir isim zikr olunduğu
(anıldığı) vakit, onun
sıfatı mülâhaza olunmak
(düşünülmesi) kâideden değildir. Meselâ "Ahmed"
deriz. "Hamd" masdarından müştakk
(türemiş) olan bu ismin müsemmâsı
(adı) bulunan kimsede
sıfat-ı hâmidiyyet (hamd atme
sıfatı) aklımıza bile gelmez. Velâkin
(fakat) ism-i Yahyâ
(Yahya ismi) böyle değildir.
Onda alemiyyet (isim) ve
sıfat mülâhaza olduğu (düşünüldüğü)
cihetle (yönüyle)
, ilm-i zevkî
(bilme zevki)
gibi oldu.
Zîrâ, tahkîkan Âdem'in zikri
Şîs ile diri oldu. Ve Nûh'un zikri dahi Sâm ile diri oldu. Sâir
enbiyâ (a.s.) dahi böyledir. Velâkin, Allah Teâlâ, Yahyâ'dan
evvel hiçbir kimse için ondan, ya'nî kendisinden, sâdır olan
ism-i alem ile sıfat beynini cem' etmedi. Ancak kendi cânibinden
Zekeriyyâ'ya inâyet olarak cem' etti. Çünkü
............................ (Meryem, 19/5) dedi. Veledinin
zikri üzerine Hakk'ı takdîm eyledi. Nitekim Âsiye,
................... (Tahrîm, 66l11) kavlinde zikr-i cârrı, beyt
üzerine takdîm etti. İmdi Allah Teâlâ onun hâcetini kazâ etmekle
ona ikrâm eyledi. Ve onu sıfatı ile tesmiye etti. Tâ ki nebîsi
Zekeriyyâ'nın ondan taleb ettiği için, onun ismi tezkâr ola (2).
Ya'nî Âdem (a.s.)’ın isminin zikri
(anılması) Şîs (a.s.)
(H.z. Adem’in oğlu) ile ve Nûh (a.s.)’ın isminin
zikri (anılması) dahi Sâm
(Hz. Nuh’un oğlu) ile
diri ve bâkî (daimi)
oldu. Ve sâir (diğer)
enbiyâ (nebiler)
(a.s.)’ın isimlerinin zikirleri
(anılmaları) dahi böylece onların evladlarıyla bakâ
(bakilik, devamlılık)
buldu. Fakat Allah Teâlâ hazretlerinin Yahyâ (a.s.)’dan evvel
peygamberlerden hiçbirisine kendi cânib-i İlâhîsinden
(İlahisi tarafından) bir
isim vererek o ism-i alem (özel
isim) ile bu ismin mutazammın
(içine aldığı, muhtevi)
olduğu sıfat beynini (arasını)
cem' etmesi (toplaması)
vâkı' olmadı
(gerçekleşmedi). Bu
lutf-i mahsûs, (özel, hususi lutuf)
mahzâ (sadece)
cânib-i İlâhîsinden (İlahisi
tarafından) vâkı' olan
(gerçekleşen) inâyetten
(ihsandan, lutuftan) dolayı, ancak Zekeriyyâ (a.s.)’a
oldu. Zîrâ (çünkü)
Zekeriyyâ (a.s.) "Yâ Rab kendi indinden
(katından) bana bir velî
(yardımcı)
bahşet!" (bağışla, ver)
(Meryem, 19/5) diye duâ etmiş ve Hakk'ın zikrini
oğlunun zikri üzerine takdîm eylemiş
(öne geçirmiş) idi. İşte bu
sebeble Allah Teâlâ ....................... (Meryem, 19/7) ya'ni
"İsmi Yahyâ olan gulâm (oğlan
çocuğu) ile sana müjde veririz" hitâbıyla
(seslenişiyle) ona ikrâm ve
Yahyâ (a.s.)’ı hibe ederek
(bağışlayarak, vererek) hâcetini
(dileğini) kazâ eyledi
(yerine getirdi).
Nitekim Fir'avn'ın zevcesi
(eşi) olan Âsiye dahî
“Bana kendi indinde (katında)
cennette bir beyt (mesken, ev)
ihsân et!” (ver, bağışla)
(Tahrîm, 66/ 11 ) kavlinde
(sözlerinde) civâriyyet-i
Hakk'ı, (hakk’ın komşuluğunu)
beyt (ev)
üzerine takdîm etmiş (öne
almış) idi. Zikr-i
Hakk'ı (Hakk’ın zikrini),
oğlunun zikri
(anılması)
üzerine takdîm ettiği
(öne geçirdiği)
için, Hak Teâlâ Zekeriyyâ (a.s.)’ın hâcetini
(dileğini) öyle bir vech
(yön) ile kazâ eyledi
(yerine getirdi) ki ona oğul
verdi, ad dahi taktı. Ve ism-i alem
(özel isim) olan bu ad ile Zekeriyyâ (a.s.)ın sıfatı
olan "hayat" ma'nâsını dahi cem' etti.
(topladı) Binâenaleyh
(bundan dolayı) "Yahyâ"
ismi, Zekeriyyâ (a.s.)ın "hayat" zikrini müş’irdir.
(bildirir) Ve Zekeriyyâ
(a.s.)ın zikri Yahyâ (a.s.) ile diridir.
Devam
edecek
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-24.05.2006
http://sufizmveinsan.com
|