BU
FASS KELİME-İ YAHYÂVİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMET-İ
CELÂLİYYE" BEYÂNINDADIR]
Zîrâ Zekeriyyâ (a.s.) kendi akabinde zikrullâhın bakâsını
ihtiyâr eyledi. Çünkü, oğul babasının sırrıdır. Böyle olunca
"Bana vâris ola ve hânedân-ı Ya'kûb'a vâris ola" dedi
(Meryem,19/6). Ve halbuki bunda onlar hakkında makâm-ı
zikrullahdan ve ona da'vetten gayri, mevrûs yoktur (3).
Ya'nî Zekeriyyâ (a.s.) ‘ın ...................... (Meryem, 19/5)
diye duâ etmesinin sebebi, kendinden sonra zikrullâhın
(Allah zikrinin) bakâsını
(devamlılığını) ihtiyâr etmesi
(seçmesi, üstün tutması) idi.
Evlâd babasının sırrı olduğu için kendisine ve hânedân-ı
Ya'kûb'a (Yakub’un ailesine)
vâris (mirasçı) olacak
bir oğul istedi. Halbuki enbiyâ
(nebiler,peygamberler) (a.s.)’ın zikrullah makâmından
ve Hakk'a da'vetten başka mâl-i mevrûsleri
(miras kalacak malları)
yoktur. Zîrâ (çünkü) onlar
vâris (mirasçı) taleb
edince (isteyince)
kendilerinden sonra zikrullâhın (Allah zikrinin) bakâsına
(devamlılığına) hizmet edecek ve ehl-i hicâbı
(perdeli kimseleri) Hakk'a
da'vet eyleyecek bir veled (erkek
evlat) isterler.
Ba'dehû onu, ............................ (Meryem, 19/15)
kavliyle onun üzerine olan onun selâmdan, onu mukaddem kıldığı
şeyle müjdeledi. İmdi sıfat-ı hayâtı getirdi ve o dahî onun
ismidir. Ve selâm ile ona i'lâm etti. Ve onun kelâmı doğrudur. O
kelâm maktû'un-bihdir (4).
Ya'nî ba'dehû (daha sonra)
Hak Teâlâ hazretleri, Yahyâ (a.s.) hakkında
................................. (Meryem, 19/15) ya'nî "Doğduğu
ve öldüğü ve diri olarak ba's olunduğu
(tekrar dirildiği) günde onun
üzerine selâm oldu" kavliyle
(sözleriyle) vasf-ı selâmeti
(selamet vasfını) beyân
buyurarak (bildirerek) onu
kendi akrânı (yaşıtları)
arasında mukaddem (değerli, üstün)
kıldığını
Zekeriyyâ (a.s.)’a tebşîr (anlattı ve
izah) etti. Binâenaleyh
(bundan dolayı) Hak Teâlâ, Yahyâ (a.s.)’ı, kendisinin
sıfat-ı zâtiyyesi (zati
sıfatlarından) olan "Hayat" ile vasf eyledi.
(sıfatlandırdı) Ve Yahyâ
(a.s.)’ın ismi, hem ism-i alem (özel
isim) ve hem de sıfatı müş'ir
(bildirmiş) olduğu cihetle
(yönüyle) "hayat" sıfatı
onun ismidir. Ve Hak Teâlâ nefsiyle Yahyâ üzerine selâm ettiğini
Zekeriyyâ (a.s.)’a berây-ı beşâret
(müjde olarak) i'lâm eyledi
(bildirdi).
Binâenaleyh
(bundan dolayı) Yahyâ
(a.s.)’ın doğduğu günde, ya'nî enâniyyetle
(benlikle) ihticâbı
(perdelenmesi) ve zuhûr-ı
nefs (nefsin açığa çıkması)
sebebiyle Hak'tan bu'dü (uzak
kalmasını) mûcib olan
(gerektiren) libâs-ı taayyüne
(taayyün elbisesine)
büründüğü günde ve öldüğü, ya'nî sıfât-ı nefsâniyyesi
(nefsi sıfatlarının) vücûd-i
Hak'ta (Hakk’ın vucudunda)
fânî (mahv, yok)
olduğu günde ve hayy (canlı)
olarak ba's olunduğu (yeniden
dirildiği) ya'nî fenâ-fillâh
(Allah’ta fani, yok olduğu)
makâmından sonra vücûd-i hakkânî
(Hakk’ın varlığı) ile bakâsının
(devamlılığının) tahakkuku
(gerçekleşmesi) gününde Allah
Teâlâ hazretlerinin onu selâmetle vasf etmesi
(vasıflandırması) Kelâm-ı
Hak'la (hakk’ın sözleriyle)
sâbittir. (kesindir, bellidir)
Ve Kelâm-ı Hak (hakk’ın
sözleri) ise nass-ı kâtı'dır.
(kesin delildir) Onda kizb
(yalan) ve hatâ ihtimâli
yoktur.
Ve
eğer Rûh'un ............................... (Meryem, 19/33)
kavli, ittihâdda ekmel ise, bu, ittihâd ve i'tikâdda ekmel ve
te'vilât için erfa'dır (5).
Ya'nî eğer i'tirâz sûretiyle denilecek olursa ki: "Hak Teâlâ Îsâ
(a.s.)’ın dahi evvelen (önceden)
ve âhiren (sonradan)
selâmetini (eminliğini,
kurtuluşunu) Kur'ân-ı
Kerîm'de ihbâr buyurmuş (bildirilmiş)
olduğu halde, bu selâmın evvelen
(ilk olarak) ve âhiren
(son olarak) Yahyâ (a.s.)’a
mahsûs (ait) olması ve bu
selâm ile onu akrânı (benzerleri)
üzerine takdîm etmesi (öne
geçirmesi) nasıl sahîh olur
(olabilir?) ?"
Cevâben (cevap olarak)
denilir ki: Eğer rûhullah
(Allah ruhu) olan Îsâ (a.s.)’ın "Doğduğum ve öldüğüm
ve diri olarak ba's olunduğum (tekrar
dirildiğim) günde selâm benim üzerime olsun" (Meryem,
19/33) kavli (sözü)
ittihâdda (birleşmede, bir olmada)
ekmel (mükemmel, kusursuz)
ise, Yahyâ (a.s.)‘ın selâmı, ittihâd
(bir olmada) ve i'tikâdda
(inançta) ekmel
(mükemmel) ve te'vîlât
(teviller) için dahi
erfa'dır. (daha yüksek, daha yücedir)
İttihâdda (birleşmede, birlikte)
ekmel (mükemmel, kusursuz)
oluşu budur ki: Allah Teâlâ cenâb-ı Yahyâ'nın vücûd-i
izâfisinde (gölge, göreli vücudunda)
olan nefsi üzerine selâm eder. Ve bu selâm, kâffe-i
vücûh-i İlâhiyyeyi (bütün İlahi
vecihleri,esmayı) câmi' olan
(toplayan) hüviyyet-i
mutlakadan (mutlak zattan, Allah’tan)
vâkı' olmuş (gerçekleşmiş)
bir hitâbtır (sesleniştir).
Fakat Îsâ (a.s.) ‘ın
vücûd-i izâfisinde (göreli vücudunda)
ve mukayyedinde
(kayıtlılığında) vâkı'
(olmuş) olan kendi nefsine selâmı, vücûh-i
ilâhiyyeden (İlahi vecihlerden
(esmadan) bir vech-i hâs
(has yüz, özel esma) tarîkıyledir
(yoluyladır).
Binâenaleyh
(bundan dolayı) kâffe-i
vücûh-i İlâhiyyeyi (bütün İlahi
vecihleri,isimleri) câmi' olan
(toplayan) hüviyyet-i mutlaka
(mutlak Zat, Allah)
vechinden (tarafından)
gelen selâm, bu vücûhdan (vecihlerden
(esmadan) bir vecihden
(esmadan) sâdır olan
(çıkan) selâmdan, ittihâdda
(bir olmada, birleşmede)
ekmeldir (daha mükemmeldir).
Şu kadar var ki selâm, Îsâ (a.s.) ‘ın mazharından
(görüntü yerinden, varlığından)
ve onun vücûd-i mukayyedinden
(kayıtlı, sınırlı vücudundan) nâzil olduğu
(indiği) için, ahadiyyet-i
şuhûdunda (görüşünün ahadiyetinde),
o hazretin kemâl-i temkîn
(son derece olgunluk)
üzere bulunduğu anlaşılıyor. Fakat bu selâm, Yahyâ (a.s.)‘ın
mazharından (görüntü
yerinden,varlığından) ve onun vücûd-i müteayyininden
(aşikâr olan varlığından)
sâdır olmadığı (çıkmadığı)
cihetle, (yönüyle)
o hazretin bu şuhûdda (görüşte)
kemâl-i temekkünü
(olgunluk sahibi olduğu)
müstedell (delille isbat edilmiş)
değildir. Zîrâ (çünkü)
fark mahsüstür (bellidir).
i'tikâdda (inançta) ekmel
(daha mükemmel, kusursuz)
ve te'vîlât (teviller,ayrı manalar
vermek) için erfa'
(daha yüksek) oluşu dahi
budur ki: Hakk'ın Yahyâ (a.s.) üzerine olan selâmı, onun Rabb'i
olduğu ve hüviyyet-i mutlakası
(mutlak hakikati, zatı) bulunduğu haysiyyetle
(hususuyla) vâkı'
(olmuş) olduğundan
hicâb-ı isneyniyyet
(ikilik perdesi) ile muhtecib
(perdelenmiş) olan ehl-i nefs
(nefs sahipleri) ve
akâid-i mukayyede (kayıtlanmış inanç)
erbâbı (sahipleri)
indinde (görüşünde)
te'vîle (yorumlamaya)
muhtaç değildir. Onlar Yahyâ (a.s.)a Rabb'i tarafından selâm
vâkı' (olmuş) olduğuna
bilâ-te'vîl (tevilsiz, yorumsuz)
i'tikâd ederler
(inanırlar).
Fakat Îsâ (a.s.)’ın selâmı, te'vîle
(yoruma)
muhtaçtır. Çünkü cenâb-ı Îsâ, kurb-i nevâfil
mertebesine (kulun Hakk’a nafilelerle
olan yakınlığına (kulun sıfatlarının Hakk’ın sıfatlarında helak,
yok olduğu mertebeye) göre, lisân-ı Hak'la
(Hakk’ın diliyle) kendi nefsi
üzerine selâm eder. Veyâhut kurb-i ferâiz mertebesine
(kulun Hakk’a farzlarla olan yakınlığı,
kulun zatının Hakk’ın Zatında helak olduğu mertebeye)
göre, cenâb-ı Îsâ'nın mazhariyyetinde
(görüntü yeri olması dolayısıyle,
vücudunda) müteayyin olan
(beliren, meydana çıkan) Hak Teâlâ, lisân-ı Îsâ
(a.s.) (İsa’nın dili) ile
kendi nefsine selâm eder. Binâenaleyh
(bundan dolayı),
akâid-i mukayyede erbâbı
(kayıtlı inanç sahibleri),
te'vîl olunmadıkça
(yorumlanmadıkça) bu kelâmı tasdîk etmezler
(onaylamazlar).
Şu halde Îsâ (a.s.) ‘ın nefsi üzerine selâmı, Rabb'i
tarafından Yahyâ (a.s.) üzerine vâkı'
(olmuş) olan selâm gibi
i'tikâd (inanç) husûsunda
ekmel (daha mükemmel) ve
te'vîlât (teviller) için
erfa' (daha yüksek, ala)
değildir. Velhâsıl (sözün kısası)
birisine herkes i'tikâd eder;
(inanır) ve te'vîlât
(teviller) onda merfû'dur
(kalkmıştır).
Diğerine ise i'tikâd etmez
(inanmaz);
zîrâ (çünkü)
te'vîlât (teviller) merfû'
değildir (kalkmamıştır).
Zîrâ muhakkak Îsâ hakkında, kendisinde âdet münharık olan şey,
ancak nutuktur. Böyle olunca Allah Teâlâ'nın onu tantîk ettiği
bu zamanda, onun aklı mütemekkin ve mütekemmil oldu. Ve nutka
kâdir olan kimseye, her ne hâl üzerine olursa olsun, söylediği
şeyde Yahyâ gibi meşhûdün-leh hilâfına olarak, sıdk lâzım
değildir. Binâenaleyh Hakk'ın Yahyâ üzerine selâmı, bu vecihden
inâyet-i İlâhiyyede vâkı' olan iltibâs için, Îsâ'nın nefsi
üzerine olan selâmından erfa'dır. Her ne kadar karâin-i ahvâl,
cenâb-ı Îsâ'nın beşik içinde vâlidesi Meryem'in berâetine
delâlet ma'razında nutk ettiği vakit, bunda Allah Teâlâ'ya
kurbuna ve onun sıdkına delâlet ederse de (6).
Ya'nî Îsâ (a.s.) hakkında hâriku'l-âde
(görülmedik derecede, fevkalade)
olarak vâkı'
(olmuş) olan
şey, beşik içinde iken onun tekellüm etmesidir
(konuşmasıdır).
Zîrâ (çünkü)
beşikteki çocuğun söz söylemesi, âdeta
(adetlere, usullere)
muhâliftir (terstir).
Ve söz söylemek için akılda kudret ve mükemmeliyet
lâzımdır. Binâenaleyh (bundan dolayı)
Îsâ (a.s.) ‘ın Hak tarafından intâkı
(konuşturulması) zamânında
onun aklı mütemekkin (oturmuş,
yerleşmiş) ve mütekemmil
(olgunlaşmış) oldu. Ve nutk
(konuşma, söz söyleme) ister
mu'cize gibi âdete (adetlere)
muhâlif (aykırı) ve
ister kelâm-ı bâliğ (doğru, olgun
sözler) gibi âdete
(adetlere) muvâfık (uygun)
olarak vâkı' (olmuş)
olsun, nutka
(söz söylemeye) kâdir
(güçlü, kudret sahibi) olan
kimseye sıdk (doğruluk)
lâzım değildir. Ya'nî her söz söyleyen kimsenin sözü doğru olmak
lâzım gelmez. O söz nefs-i emre
(gerçeğe) muvâfık (uygun)
olmayabilir. Fakat Yahyâ (a.s.) gibi meşhûdün-leh
(kendisine şehadet edilen)
buna muhâliftir (uygun değildir)
. Çünkü onun selâmetine
şehâdet eden Hak'tır. Ve Îsâ (a.s.) ise kendi nefsine selâm
etti. Bunun her ikisi dahi inâyet-i İlâhiyyedir.
(Hakk’ın lutfu, ihsanıdır)
Fakat Hakk'ın Yahyâ (a.s.) üzerine olan selâmı, cenâb-ı Yahyâ
hakkındaki inâyet-i İlâhiyyede
(Hakk’ın lutfunda) vâkı'
(olmuş) olan iltibâsı
(karışıklılığı, tereddütü) ref' eder.
(kaldırır, hükümsüz bırakır)
Zîrâ (çünkü) Hak kelâmında
sâdıktır (doğrudur).
Ve Hak söylediği vakit doğru söyler. Fakat Îsâ
(a.s.) ‘ın kendi nefsi üzerine selâmı, onun hakkında olan
inâyet-i İlâhiyyede (ilahi lutufta,
ihsanda) vâkı' (olan)
iltibâsı (karışıklığı,
tereddütü) ref’ etmek
(hükümsüz kılmak, kaldırmak) husûsunda Hâkk'ın Yahyâ
(a.s.)a olan selâmı gibi değildir. Çünkü her nâtıkın
(konuşanın) nutkunda (sözlerinde)
sıdk (doğruluk, gerçeklik)
lâzım gelmez. Her ne kadar karâin-i ahvâl
(ip uçları,deliller)
o nutukta (konuşmada)
Îsâ (a.s.) ‘ın Allah Teâlâ'ya kurbuna
(yakınlığına) ve bu nutukta
(konuşmada) sıdkına
(doğruluğuna) delâlet
(işaret) ederse de, ref’-i
iltibâsda (tereddütün kalkmasında)
yine Hakk'ın cenâb-ı Yahyâ'ya olan selâmı akvâdır
(daha kuvvetli, daha sağlamdır)
. Ve karâin-i ahvâl
(ip uçları,deliller)
budur ki, Îsâ (a.s.) vâlidesi
(annesi) olan Hz. Meryem'in,
münkirînin (inkarcıların)
ona isnâd ettiği (yakıştırdığı)
töhmet-i zinâdan (zina
suçlanmasından) berâetine
(aklanmasına) delâlet
(işaret) ma'razında
(bildirildiğinde) beşik içinde tekellüm etmesidir
(konuşmasıdır).
Zîrâ (çünkü)
hilâf-ı âdet (kural dışı, usule
aykırı) bir mu'cizenin zuhûru
(görünmesi) bir lüzûma müsteniddir
(dayanmaktadır).
O lüzûm ise, Hz. Meryem'in sübût-ı berâeti
(aklanmasının gerçekleşmesi)
idi. Binâenaleyh (bundan dolayı)
cenâb-ı Îsâ vâlidesinin
(annesinin) berâetine
(temize çıkmasına) şehâdet için söylediği sözde
sâdıktır (doğrudur).
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-30.05.2006
http://sufizmveinsan.com
|