HZ. MERYEM VE ÎSA'YA DAİR RİSÂLE
El-hamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn ve's-salâtü ve's-selâmü alâ
Seyyidinâ Muhammedin-nebiyyi'l-ümmiyyi ve alâ âlihî ve ashâbihî
ecmaîn.
Îsâ (aleyhi's-selâm)’ın velâdet
(doğumu) ve vefâtı hakkında öteden beri birtakım
efkâr (düşünceler) ve
itikâdât-ı mütehâlife (çeşitli
inanışlar) mevcûd olup her tâife
(grup) kendi zehâb
(düşüncesini) ve zannını
te'yîd (doğrulamak) için
birtakım deliller îrâd eder (söyler).
Ve bi'n-netîce (sonuç
olarak) yine muhâlefet
(zıtlıklar, aykırılıklar) devâm edip durur. Bu
muhâlefeti (aykırılıkları)
esâsından (aslından)
kal` etmek (söküp atmak)
ümniyyesiyle (umuduyla),
tevfikât-ı İlâhiyyeden
(Hakk’ın yardımından) bi'l-istiâne
(yardım isteyerek),
akl-i selîm (sağduyu)
ve fehm-i sahîh (doğru,
kusursuz anlayış) ashâbına
(sahiplerine) hitâben bu
husûsta bir risâle (kitapçık)
yazmayı münâsib (uygun)
gördüm. Cenâb-ı Hak fıkr-i sahîh
(doğru fikir) ve kavl-i sedîd
(doğru sözler) ihsân
buyursun!
Ma'lûm olsun ki: Îsa (a.s.) hakkındaki âyât-ı Kur'âniyyenin
(Kuran ayetlerinin) maânî-i
münîfesine (yüce manasına)
bir nebzecik (parçacık)
olsun vukuf (anlamak)
için, "vücûdun merâtibi"ni
(varlık mertebelerini) ve
her mertebenin ahkâmını (hükümlerini,
şartlarını) bilmek lâzımdır. Eğer bunlar bilinmezse,
ahkâm-ı merâtib (mertebelerin
hükümleri) yekdîğerine
(biri diğerine) karıştırılmak ve birinin hükmü
diğerine kıyâs edilmek
(karşılaştırabilmek) sûretiyle ukûl
(akıllar) hayrette kalır. Ve
bu hayret cehilden (cahillikten)
mütevellid olduğu (ileri
geldiği) için, hayret-i mezmûme
(beğenilmemiş, yerilmiş hayret)
olur. İşte bu gibi hayretlerdir ki, ukul
(akılları) ve efkârı
(düşünceleri) vâdî-i dalâlete
(delalet çukuruna)
sürükler. Vücûdun (varlığın)
merâtib (mertebeler)
ve ahkâmı (hükümleri, şartları)
hakkındaki tafsîlâtın
(geniş açıklamanın) i'tâsına
(verilmesine) bu risâlenin
(kitapçığın) hacmi müsâid
değildir. Ehl-i hakîkat (hakikat
sahibi) buna "Hazarât-ı hamse"
(beş hazretler) dahi derler.
Matbû' (basılmış) ve
gayr-i matbû' (basılmamış)
birçok âsârda (eserlerde)
îzâh edilmiştir (anlatılmıştır).
Bu risâle
(kitapçık) kâriîn-i kirâm
(şerefli okuyucular)
tarafından bunların bilindiği farzıyla yazıldı.
Mukaddime
İçinde bulunduğumuz "hazret-i şehâdet"
(içinde bulunduğumuz mertebe)
vücûdun (varlığın)
cemî'-i merâtibini (bütün
mertebelerini) câmi'
(toplayan) bir hazret
(mertebe) olup, ancak bir Zâhir'in
(açığa çıkmışın) mazharıdır
(göründüğü yerdir).
Bu mertebede zâhir olan
(açığa çıkan, görülen) bir şey, havâss-i hamse
(beş duyu) ile mahsüstür
(hissedilir).
Bu mertebenin fevkinde
(üstünde) olan "mertebe-i
misâl", (hayal mertebesi)
ki ona "hayâl-i mutlak" (tam,
sınırsız, kayıtsız hayal) dahi derler, havâss-i
hamsenin (beş duyunun)
kâffesiyle (hepsiyle)
mahsüs değildir (hissedilmez).
Ve "hayâl" iki kısımdır; biri mun fasıl
(bitişik olmayan, ayrılmış)
ve diğeri muttasıldır (bitişiktir).
"Hayâl-i muttasıl" (ayrı olmayan,
bitişik hayal) insanın vücûdundaki hayâldir, rü'yâda
görülen suver-i hayâliyye (hayali
şekiller) gibi. Zîrâ
(çünkü) bir kimsenin gördüğü rü'yâyı, yanındaki
göremez; onun hayâli başka, bununki başkadır. "Hayâl-i munfasıl"
(bitişik olmayan, ayrı olan hayal)
âyînede (aynada),
mücellâ (parlak)
olan şeylerde olan sûret (şekil)
gibi ki, bu hayâl, hazret-i şehâdette
(dünyada) kuvve-i bâsıra
(görme gücü) ile mahsüs
(hissedilir) olmakla berâber,
kuvve-i lâmise (dokunma gücü)
ile mahsüs (hissedilir)
değildir. Zîrâ (çünkü)
âyînedeki (aynadaki)
sûreti el ile tutmak kâbil (mümkin)
değildir. Ve râînin
(görenin) vücûdundan ayrı olduğu için herkes
görebilir.
Şerîatte "melâike-i kirâm" (kutsal,
ulu melekler) ta'bîr olunan
(denilen) ervâh
(ruhlar),
Zât-ı ulûhiyyetin
(Allah’ın) kuvâsından
(kuvvelerinden) ibâret olup, sıfat-ı Kudret'in
(kudret sıfatının)
mezâhiridirler (göründüğü yerlerdir).
Ve bunlar mertebe-i
hayâlde (hayal mertebesinde) râînin (rüyayı
görenin) hâl ve şânına göre suver-i muhtelife
(çeşitli suretler) ile
temessül edebilirler
(şekillenebilirler, suretlenebilirler).
Zîrâ (çünkü)
kuvânın (kuvvelerin (meleklerin)
iktizâ-yı zâtîleri
(zatlarının gereği) budur. Zât-ı ulûhiyyetin
(Allah’ın) kuvâ-yı külliyyesi
(küll kuvvetleri (büyük melekleri)
dörttür ki, bunlar da Cebrâil, Mîkâil, İsrâfîl,
Azrâîl (aleyhimü's-selâm)’dır.
Cenâb-ı Cibrîl (Cebrail a.s.),
ism-i Hâdî (Hadi ismi)
hazretinden
(mertebesinden) âlem-i sûrete
(suret alemine) inzâl-i
maânîye (manaları indirmeye)
me'mûrdur (vazifelidir)
ve bu hâsıyyeti (tesiri, kuvveti)
ile cemî'-i avâlimi (bütün
âlemleri) muhîttir
(kuşatmıştır).
Onun vücûh-ı te'sîrâtı (vecihlerinin
tesirleri) kendisinin
birer "kanad"ıdır. Şu halde onun lâ-yuad
(sayısız (sayılamayacak kadar çok)
ve lâ-yuhsâ (hesapsız,
hesap edilemeyecek kadar çok) kanatları vardır ve
âlem-i gaybdan (gizli, bilinmeyen
alemden) ferd-i mühtedîye
(hidayete eren kişiye)
nâzil olan (inen)
maânî, (manalar) onun
vücûh-ı tesîrâtından (vecihlerinin
kuvvelerinden) bir vech
ile vâki' olur
(gerçekleşir).
Melâike-i kirâm "(ulu melekler)
âlem-i hayâl "de (hayal
mertebesinde) mütemessilen
(şekillenerek, bir surete girerek)
zâhir oldukları
(göründükleri) vakit, râî
(gören) ile muhâtaba ederler
(konuşurlar, söyleşirler) ve
hayâl ile mükâleme (konuşma)
ve muhâtaba (söyleşi)
vâki' (olmuş) olduğuna,
rüyâ bir şâhid-i beliğdir
(belli, açık, şahiddir).
Her bir ferd-i insânînin
(insan olan her bir kişinin) vücûdu, cemî'-i
merâtib-i vücûdu (vücudun bütün
mertebelerini) câmi' oldukları
(topladıkları) halde,
nâkısıyyetleri (noksan oluşları)
ve âlem-i şehâdetin
(içinde bulunduğumuz dünyanın) ahkâmında
(hükümlerinde) istiğrâkları
(kendilerini fazla kaptırmaları,
boğulmaları) hasebiyle her bir mertebenin ahkâmı
(hükümleri) kendilerinden
zâhir olamaz (görülemez).
Onlar hâlen kendi nefislerinden ve kendi şerâfet
(şereflilik) ve kerâmetinden
(asaletinden) gâfil
(habersiz) olduklarından,
yalnız zevk-i şuhûdî (görme zevki)
ile bildikleri bu kesîf
(koyu, madde) olan mertebe-i şehadetten
(dünyadan) başka bir
mertebenin ahkâmını (hükümlerini)
bilmezler. Fakat "insân-ı kâmil" cemî'-i merâtibi
(bütün mertebeleri) zevk-i
şuhûdî ile (görme zevki ile (bizzat
görerek) bildiği ve her bir mertebeyi câmi' olduğu
(kendinde topladığı) için,
kendisi bu âlem-i kesâfette (madde
aleminde, dünyada) iken, her istediği mertebeye dâhil
ve o mertebenin ahkâmiyle
(hükümleriyle) âmil (amel
eden, yapan, işleyen) olabilir. Cenâb-ı Meryem
(radiyallahu anhâ) hakkında, (S.a.v.) Efendimiz………………………………………
ya'nî "Erkeklerden birçokları kemâle erdi ve kadınlardan ancak
Ümrân'ın- kızı Meryem ve Huveylid'in kızı Hadîce ve Muhammed
(s.a.v.)’in kızı Fâtıma ve Fir'avn'ın zevcesi
(hanımı) Âsiye kemâle vâsıl
oldu (ulaştı) (radıyallâhu
anhünne)" hadîs-i şerîfiyle kemâline işâret buyurmuş
olduklarından, onun ricâle
(erkeklere) mahsûs (ait,
özel) olan kemâlât ile muttasıf olduğuna
(vasıflandığına) şüphe
yoktur. Binâenaleyh (bundan dolayı)
cenâb-ı Meryem, merâtib-i vücûdun
(vücud mertebelerinin)
hiçbirinden ihticâb etmeyecek
(perdelenmeyecek) bir isti'dâdı hâiz
(sahip) idi. Bu mukaddime
(önsöz, giriş) ma'lûm
olduktan (anlaşıldıktan)
sonra maksada şürû' edelim
(başlayalım) .
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-13.06.2006
http://sufizmveinsan.com
|