222. Bölüm

HZ. MERYEM VE ÎSA'YA DAİR RİSÂLE

El-hamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn ve's-salâtü ve's-selâmü alâ Seyyidinâ Muhammedin-nebiyyi'l-ümmiyyi ve alâ âlihî ve ashâbihî ecmaîn.

Îsâ (aleyhi's-selâm)’ın velâdet (doğumu) ve vefâtı hakkında öteden beri birtakım efkâr (düşünceler) ve itikâdât-ı mütehâlife (çeşitli inanışlar) mevcûd olup her tâife (grup) kendi  zehâb (düşüncesini) ve zannını te'yîd (doğrulamak) için birtakım deliller îrâd eder (söyler). Ve bi'n-netîce (sonuç olarak) yine muhâlefet (zıtlıklar, aykırılıklar) devâm edip durur. Bu muhâlefeti (aykırılıkları) esâsından (aslından) kal` etmek (söküp atmak) ümniyyesiyle (umuduyla), tevfikât-ı İlâhiyyeden (Hakk’ın yardımından) bi'l-istiâne (yardım isteyerek), akl-i selîm (sağduyu) ve fehm-i sahîh (doğru, kusursuz anlayış) ashâbına (sahiplerine) hitâben bu husûsta bir risâle (kitapçık) yazmayı münâsib (uygun) gördüm. Cenâb-ı Hak fıkr-i sahîh (doğru fikir) ve kavl-i sedîd (doğru sözler) ihsân buyursun!

Ma'lûm olsun ki: Îsa (a.s.) hakkındaki âyât-ı Kur'âniyyenin (Kuran ayetlerinin) maânî-i münîfesine (yüce manasına) bir nebzecik (parçacık) olsun vukuf (anlamak) için, "vücûdun merâtibi"ni (varlık mertebelerini) ve her mertebenin ahkâmını (hükümlerini, şartlarını) bilmek lâzımdır. Eğer bunlar bilinmezse, ahkâm-ı merâtib (mertebelerin hükümleri) yekdîğerine (biri diğerine) karıştırılmak ve birinin hükmü diğerine kıyâs edilmek (karşılaştırabilmek) sûretiyle ukûl (akıllar) hayrette kalır. Ve bu hayret cehilden (cahillikten) mütevellid olduğu (ileri geldiği) için, hayret-i mezmûme (beğenilmemiş, yerilmiş hayret) olur. İşte bu gibi hayretlerdir ki, ukul (akılları) ve efkârı (düşünceleri) vâdî-i dalâlete (delalet çukuruna) sürükler. Vücûdun (varlığın) merâtib (mertebeler) ve ahkâmı (hükümleri, şartları) hakkındaki tafsîlâtın (geniş açıklamanın) i'tâsına (verilmesine) bu risâlenin (kitapçığın) hacmi müsâid değildir. Ehl-i hakîkat (hakikat sahibi) buna "Hazarât-ı hamse" (beş hazretler) dahi derler. Matbû' (basılmış) ve gayr-i matbû' (basılmamış) birçok âsârda (eserlerde) îzâh  edilmiştir (anlatılmıştır).  Bu risâle (kitapçık) kâriîn-i kirâm (şerefli okuyucular) tarafından bunların bilindiği farzıyla yazıldı.

Mukaddime

İçinde bulunduğumuz "hazret-i şehâdet" (içinde bulunduğumuz mertebe) vücûdun (varlığın) cemî'-i merâtibini (bütün mertebelerini) câmi' (toplayan) bir hazret (mertebe) olup, ancak bir Zâhir'in (açığa çıkmışın) mazharıdır (göründüğü yerdir). Bu mertebede zâhir olan (açığa çıkan, görülen) bir şey, havâss-i hamse (beş duyu) ile mahsüstür (hissedilir).  Bu mertebenin fevkinde (üstünde) olan "mertebe-i misâl", (hayal mertebesi) ki ona "hayâl-i mutlak" (tam, sınırsız, kayıtsız hayal) dahi derler, havâss-i        hamsenin (beş duyunun) kâffesiyle (hepsiyle) mahsüs değildir (hissedilmez). Ve "hayâl" iki kısımdır; biri mun     fasıl (bitişik olmayan, ayrılmış) ve diğeri muttasıldır (bitişiktir).

"Hayâl-i muttasıl" (ayrı olmayan, bitişik hayal) insanın vücûdundaki hayâldir, rü'yâda görülen suver-i hayâliyye (hayali şekiller) gibi. Zîrâ (çünkü) bir kimsenin gördüğü rü'yâyı, yanındaki göremez; onun hayâli başka, bununki başkadır. "Hayâl-i munfasıl" (bitişik olmayan, ayrı olan hayal) âyînede (aynada), mücellâ (parlak) olan şeylerde olan sûret (şekil) gibi ki, bu hayâl, hazret-i şehâdette (dünyada) kuvve-i bâsıra (görme gücü) ile mahsüs (hissedilir) olmakla berâber, kuvve-i lâmise (dokunma gücü) ile mahsüs (hissedilir) değildir. Zîrâ (çünkü) âyînedeki (aynadaki) sûreti el ile tutmak kâbil (mümkin) değildir. Ve râînin (görenin) vücûdundan ayrı olduğu için herkes görebilir.

Şerîatte "melâike-i kirâm" (kutsal, ulu melekler) ta'bîr olunan (denilen) ervâh (ruhlar), Zât-ı ulûhiyyetin (Allah’ın) kuvâsından (kuvvelerinden) ibâret olup, sıfat-ı Kudret'in (kudret sıfatının) mezâhiridirler (göründüğü yerlerdir).  Ve bunlar mertebe-i hayâlde (hayal mertebesinde) râînin (rüyayı görenin) hâl ve şânına göre suver-i muhtelife (çeşitli suretler) ile temessül edebilirler (şekillenebilirler, suretlenebilirler). Zîrâ (çünkü) kuvânın (kuvvelerin (meleklerin) iktizâ-yı zâtîleri (zatlarının gereği) budur. Zât-ı ulûhiyyetin (Allah’ın) kuvâ-yı külliyyesi (küll kuvvetleri (büyük melekleri) dörttür ki, bunlar da Cebrâil, Mîkâil, İsrâfîl, Azrâîl (aleyhimü's-selâm)’dır.

Cenâb-ı Cibrîl (Cebrail a.s.), ism-i Hâdî (Hadi ismi) hazretinden (mertebesinden) âlem-i sûrete (suret alemine) inzâl-i maânîye (manaları indirmeye) me'mûrdur (vazifelidir) ve bu hâsıyyeti (tesiri, kuvveti) ile cemî'-i avâlimi (bütün âlemleri) muhîttir (kuşatmıştır). Onun vücûh-ı te'sîrâtı (vecihlerinin tesirleri) kendisinin birer "kanad"ıdır. Şu halde onun lâ-yuad (sayısız (sayılamayacak kadar çok) ve lâ-yuhsâ (hesapsız, hesap edilemeyecek kadar çok) kanatları vardır ve âlem-i gaybdan (gizli, bilinmeyen alemden) ferd-i mühtedîye (hidayete eren kişiye) nâzil olan (inen) maânî, (manalar) onun vücûh-ı tesîrâtından (vecihlerinin kuvvelerinden) bir vech  ile vâki' olur (gerçekleşir).

Melâike-i kirâm "(ulu melekler) âlem-i hayâl "de (hayal mertebesinde) mütemessilen (şekillenerek, bir surete girerek) zâhir oldukları (göründükleri) vakit, râî (gören) ile muhâtaba ederler (konuşurlar, söyleşirler) ve hayâl ile mükâleme (konuşma) ve muhâtaba (söyleşi) vâki' (olmuş) olduğuna, rüyâ bir şâhid-i beliğdir (belli, açık,  şahiddir).  Her bir ferd-i insânînin (insan olan her bir kişinin) vücûdu, cemî'-i merâtib-i vücûdu (vücudun bütün mertebelerini) câmi' oldukları (topladıkları) halde, nâkısıyyetleri (noksan oluşları) ve âlem-i şehâdetin (içinde bulunduğumuz dünyanın) ahkâmında (hükümlerinde) istiğrâkları (kendilerini fazla kaptırmaları, boğulmaları) hasebiyle her bir mertebenin ahkâmı (hükümleri) kendilerinden zâhir olamaz (görülemez). Onlar hâlen kendi nefislerinden ve kendi şerâfet (şereflilik) ve kerâmetinden (asaletinden) gâfil (habersiz) olduklarından, yalnız zevk-i şuhûdî (görme zevki) ile bildikleri bu kesîf (koyu, madde) olan mertebe-i şehadetten (dünyadan) başka bir mertebenin ahkâmını (hükümlerini) bilmezler. Fakat "insân-ı kâmil" cemî'-i merâtibi (bütün mertebeleri) zevk-i şuhûdî ile (görme zevki ile (bizzat görerek) bildiği ve her bir mertebeyi câmi' olduğu (kendinde topladığı) için, kendisi bu âlem-i kesâfette (madde aleminde, dünyada) iken, her istediği mertebeye dâhil ve o mertebenin ahkâmiyle (hükümleriyle) âmil (amel eden, yapan, işleyen) olabilir. Cenâb-ı Meryem (radiyallahu anhâ) hakkında, (S.a.v.) Efendimiz………………………………………

ya'nî "Erkeklerden birçokları kemâle erdi ve kadınlardan ancak Ümrân'ın- kızı Meryem ve Huveylid'in kızı Hadîce ve Muhammed (s.a.v.)’in kızı Fâtıma ve Fir'avn'ın zevcesi (hanımı) Âsiye kemâle vâsıl oldu (ulaştı) (radıyallâhu anhünne)" hadîs-i şerîfiyle kemâline işâret buyurmuş  olduklarından, onun ricâle (erkeklere) mahsûs (ait, özel) olan kemâlât ile muttasıf olduğuna (vasıflandığına) şüphe yoktur. Binâenaleyh (bundan dolayı) cenâb-ı Meryem, merâtib-i vücûdun (vücud mertebelerinin) hiçbirinden ihticâb etmeyecek (perdelenmeyecek) bir isti'dâdı hâiz (sahip) idi. Bu mukaddime (önsöz, giriş) ma'lûm olduktan (anlaşıldıktan) sonra maksada şürû' edelim (başlayalım) .

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-13.06.2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail