223. Bölüm

HZ. MERYEM VE ÎSA'YA DAİR RİSÂLE

F A S I L I

Hz. Meryem'in sûret-i hamli:

Hak Teâlâ hazretleri sûre-i Al-i İmrân'da buyururlar ki:............ (Âl-i İmrân, 3/45) Ya'nî "Vaktâki (ne zaman ki) melâike (melekler) dedi ki: Yâ Meryem, muhakkak Allah Teâlâ seni kendisinden sâdır olan (çıkan) bir kelime ile tebşîr eder (müjdeler) ki, dünyâda ve âhirette vecîh (makam ve şeref sahibi, hürmetli) ve mukarreblerden (yakın olanlardan) olduğu halde onun ismi Îsâ b. Meryem'dir; (Meryem oğlu isa’dır) ve nâsa (insanlara) beşikte ve kehl (olgun, yetişkin) hâlinde söyler ve sâlihlerdendir."

Yine Hz. Meryem'den naklen Hak Teâlâ buyurur: ..................................... (Âl-i İmrân, 3/47) Ya'nî "Hz. Meryem dedi: Yâ Rabbi, bana beşer (insan) temâs etmediği (dokunmadığı) halde benim oğlum nasıl olur?" ........................................... (Âl-i İmrân 3/47) Ya'nî Allah Teâlâ Meryem'in bâtınından (içinden, ruhundan) hitâb edip (konuşup) buyurdu ki: "Allah Teâlâ bir emri (işi) kazâ (takdir) ettikde, böylece dilediği şeyi yaratır; imdi o şeye "Ol!" der, olur."  Bu âyet-i kerîmede Îsâ (a.s.)’ın zuhûru (meydana çıkışı) kable'l-haml (hamilelikten önce) Hz. Meryem'e tebşîr buyrulduğu (müjdelendiği) ve Hz. Meryem'in istiğrâbı (şaşırması) üzerine Hak Teâlâ hazretleri tarafından -ki cemî'-i eşyânın (bütün manaların) ve Hz. Meryem'in hüviyyetidir- (hakikatidir) bî-harf ve savt (harfsiz ve sessiz) onun bâtınına (ruhuna) hitâb buyurulup, ilm-i Hak'ta (Hakk’ın ilminde) sâbit (mevcut) olan şeyin, lisân-ı isti'dâd ile (istidadının diliyle, istidadından gelen bir şekilde) zuhûru (meydana çıkmasını) taleb etmesi (istemesi) üzerine, o şeyin zuhûruna (açığa çıkmasına) Hakk'ın irâdesi taalluk ettikde (gerçekleştiğinde), ona "Kün!" (Oll) emriyle hitâb edip (seslenip) o şeyin merâtib-i vücûdda (vücud mertebelerinde) zâhir olacağı (açığa çıkacağı) beyân buyrulmuştur. (bildirilmiştir) Bu mesele sırr-ı kadere taalluk eder (kader sırrı ile alakalıdır). Hz. Meryem'in insân-ı kâmil olduğu halde: ........................... (Âl-i İmrân, 3/47) kavliyle (sözleriyle) istiğrâbı, (şaşırması) kudret-i İlâhiyyeden (Hakk’ın kudretinden) şübheyi mutazammın olmayıp (içine almayıp) İbrâhîm (a.s.)ın: .......................... (Bakara, 2/260) ya'nî "Yâ Rabbi, sen ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster!". Ve Hz. Üzeyr'in: ................................. (Bakara, 2/259) ya'nî "Allah Teâlâ onları öldürdükten sonra nasıl diriltir!" Ve Zekeriyyâ (a.s.)ın: ................................ (Meryem, 19/8) ya'nî "Zevcem (eşim) kısır olduğu halde benim oğlum nasıl olur?" kavillerinin (sözlerinin) nazîri (benzeri) ve makdûrun (kaderin) zevk-i müşâhede ile (görme zevkiyle) zuhûrunu (meydana çıkmasını) taleb etmektir (istemektir).  Zîrâ (çünkü) avâmm-ı mü'minîn (müminlerin cahilleri) îmân ile ikti'fâ ederlerse (yetinirlerse) de, kâmiller muâyene (kontrol etmek, yoklamak) taleb ederler (isterler). Nitekim, Hz. Mevlânâ (r.a.) Mesnevî-i Şerîflerinde buyururlar:

...........................

Tercüme: "Her kimin mihrâb-ı namazı ‘în [ayn] oldu ise, onun îman tarafına gitmesini şîn [şeyn] bil!"

İmdi sırr-ı kader (kader sırrı) budur ki, a'yân-ı sâbiteden (ilmi suretlerden) her bir aynın (ilmi suretin) vücûdda (varlıkta), zâten (zat olarak) ve sıfaten (sıfat olarak) ve fiilen (fiil olarak), kâbiliyyet-i asliyyesinin (asıl kabiliyetinin) ve isti'dâd-ı zâtîsinin (kendindeki istidadın) husûsiyyeti (özellikleri) mikdârınca zuhûru (açığa çıkması) keyfiyetinden (hususundan) ibârettir. Sırr-ı kaderin (kader sırrının) sırrı dahi budur ki, a'yân-ı sâbite (ilmi suretler) Zât-ı Ulûhiyyetten (Uluhiyet mertebesinden) gayri (başka) olarak hâriçte (dışarıda) zâhir olan (açığa çıkan) umûrdan (işlerden) değildirler; belki Hak Teâlâ hazretlerinin niseb (sıfatlar) ve şuûnât-ı zâtiyyesinin (Zatının işlerinin) sûretleridir. Hak Teâlâ'nın niseb (sıfatlar) ve şuûnât-ı Zâtıyyesi (Zat’ının fiilleri, işleri) ise, ezelen ve ebeden (başlangıç ve sonu olmayan) tağayyür (başkalaşmalar) ve tebeddülden (değişmelerden) mukaddes ve münezzehtir (tenzih edilmiştir, temizdir, arıdır).  Binâenaleyh (bundan dolayı) a'yân-ı sâbite (ilmi suretler) dahi mümteniu't-tağayyürdürler (başkalaşamaz, değişemezdir). A'yân-ı sâbite (ilmi suretler) esmâ-i İlâhiyye-i bî-nihâyeden (sonsuz ilahi esmadan) her birinin birer sûret-i ilmiyyelerinden (ilmi suretlerinden) ibâret olup, onlar bi-hasebi-isti'dâdâtihim (onlar istidatları dolayısıyla) vücûd-ı hâricî (dünyaya gelme) talebindedir (arzusundadır).Hz. Meryem'in mazhar (görüntü yeri) olduğu isim ve onun zılli (gölgesi) olan ayn-ı sâbitesi (ilmi sureti),  bu tarz-ı hamli (bu şekilde hamile kalmayı) iktizâ ettiği (gerektiği) gibi, Îsâ (a.s.) dahi ism-i Bâtın'ın (batın isminin) mazharı (görüntü yeri) olduğundan vücûd-ı hâricîde (dünyada) zuhûr (açığa çıkması) ve bürûzu (belirmesi, aşikar olması) ve ondan tağayyübü (gözden uzaklaşması, kaybolması) bu ismin ahkâmı (hükümleri) dâiresinde vâki' olmak (oluşmak, gerçekleşmek) îcab etmiştir (gerekmiştir). Ve böyle olmak onda ayn-ı sâbitesinin (ilmi suretinin), iktizâ-yı zâtîsidir (zatının gereğidir).  Melâike (melekler) tarafından müjdelenen veledin (erkek evladın), âtîde (gelecekte) bir zevc-i sâlih (salih bir eş) ile kendisinin tezevvücü (evlenmesi) sebebiyle hâsıl olmayacağını (oluşmayacağını), ............................. (Âl-i İmrân, 3/45) kavlinden (sözlerinden) anladı. Zîrâ (çünkü) veled (erkek evlat), pederine (babasına) izâfe olunmak (bağlamak) îcâb ettiği (gerektiği) halde, vâlidesine (annesine) izâfe edildi (bağlandı, mal edildi). Onun için Hz. Meryem: ................... (Âli İm­rân, 3/47) kavlini (sözünü) kâil oldu (söyledi).  Ve Hakk'ın a'yân-ı sâbitenin (ilmi suretlerinin) kâbiliyyet ve isti'dâdât-ı zâtiyyelerinde (zatlarındaki kabiliyet ve istidatlarında) "şey"e (ilmi surete) murâd-ı İlâhiyyesinin (İlahi muradının) taalluku (ilgisi) kat'î (şüphesiz, mutlak) olduğunu ve onun vücûd-ı hâricîde (dünyada) adem-i zuhûru (çıkmaması) mümkün olmadığını beyân buyurmasına (bildirmesine) karşı, cenâb-ı Meryem zuhûr-ı meşiyyete İlahi arzunun açığa çıkmasını) müterakkıb oldu (bekledi). Hükm-i küllî-i icmâlîden (tam, bütün hükmün özünden, özetinden) ibaret olan kazâ-yı İlâhînin (İlahi takdirin) vakt-i tafsîl  ve zuhûru (detayının, teferruatının açığa çıkma vakti) geldi, ki bu "kader"den ibârettir; ve Hak Teâlâ buna: .................................. (Hicr, 15/2) âyet-i kerîmesinde işâret buyurur; ve kaderin mahall-i zuhûru (açığa çıkma yeri) ancak âlem-i süflî (koyu, madde alem) olan "hazret-i şehâdet"tir (içinde bulunduğumuz âlemdir (dünyadır). İşte bu kazânın vakt-i tafsîli (detay, teferruat vakti) geldikde, sûre-i Meryem'de (Meryem sure’sinde) vâki' (mevcut olan) ................................. (Meryem, 19/17) ya'nî "Biz ona rûhumuzu gönderdik, ona beşer-i seviyy (insan suretinde tam bir beşer) olarak mütemessil oldu", (suretlendi) âyet-i kerîmesinde beyân buyrulduğu (bildirildiği) üzere, âlem-i sûret (suret alemi) olan âlem-i kevne (evrene) inzâl-i maânîye (manaları indirmeye) me'mûr (vazifeli) olan hazret-i Cibrîl (Cebrail a.s.),vücûh-ı te'sirâtından (yüzlerinin, kuvvelerinin) tesirlerinden) bir vech (yüz, kuvve) ile ma'nâ-yı Îsevî'yi (İsa’nın manasını) hâmilen (taşıyarak) Hz. Meryem'e zâhir oldu (göründü) ki, bu da onun beşer-i seviyy (insan suretinde) olarak ona temessülünden (surete girmesinden, suretlenmesinden) ibârettir.

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-20.06.2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail