224. Bölüm

HZ.MERYEM VE ÎSA'YA DAİR RİSÂLE

İmdi Rûhu'l-Emîn (Cebrail a.s.), ırmakta gusl etmek (yıkanmak) üzere üryân (çıplak) olan Hz. Meryem'e güzel bir delikanlı sûretinde zâhir olduğu (göründüğü) vakit; mukaddemâ (önceden) vâki' olan (gerçekleşen) tebşîr-i melâikeyi (meleklerin müjdesini) ve hitâb-ı İlâhîyi (Hakk’ın hitabını) tezekkür edemeyip (hatırına getiremeyip) munkabız oldu (çekindi, sıkıldı). Zîrâ (çünkü) mertebe-i beşeriyyet (beşerlik mertebesi) o dakîkada bunları tezekküre (hatırına getirmeye) bir hicâb (perde) oldu. Çünkü cenâb-ı Meryem cesed-i unsurî (madde beden) sâhibi bir delikanlının kendisine tecâvüz kasdıyla geldiğini tahayyül etti (düşündü). Ve bir mahall-i mahfide (gizli bir yerde) üryân (çıplak) olan bir genç kadının, o hâlini gören bir delikanlının bilâ-pervâ (korkmadan, çekinmeden) o kadına teveccühü (yönelmesi) âlem-i tabîatte (tabiat aleminde) mahall-i sâibedir (maksatlarına, hedeflerine uygun yerdir).

Binâenaleyh (bundan dolayı) bir veliyye-i afife (iffetli, namuslu bir veli) olan Hz. Meryem, nikâh-ı şer'î (şeriatın bildirdiği nikah) olmaksızın vâki' olacak (gerçekleşecek) mukârenetin (birleşmenin) aklen (akla göre) ve şer'an (şeriate göre) câiz olmayan umûrdan (hususlardan) olduğunu bildiği cihetle (bakımından), Allah Teâlâ'nın kendisini bu delikanlının elinden kurtarması için kuvâ-yı zâhire ve bâtınesini (iç ve dış kuvvelerini) cem' ederek (toplayarak) Allah Teâlâ'ya sığındı ve ....................... (Meryem, 19/8) ya'nî "Ben sen­den Rahmân'a sığınırım" dedi. Havf-ı zinâ (zina korkusu) hasebiyle Hz. Meryem'de hâsıl olan inkıbâzın (sıkıntının) def’i (giderilmesi) için Hz. Cibrîl (Cebrail) ona: .................................... (Meryem; 19/19) ya'nî "Ben ancak Rabb'inin resûlüyüm; sana ednâs-ı tabîiyyeden (tabiatın kirliliklerinden) pâk (arınmış) ve tâhir (temiz) bir erkek evlâd bahş etmek (vermek, bağışlamak) için geldim" deyince, kabzı (kalbi sıkıntısı, darlığı) basta (genişleyerek)  mübeddel (değişmiş) ve sadrı (yüreği) münşerih (ferah) oldu. Ve evvelce (önceden) kendisine tebşîr olunan (müjdelenen) Mesîh Îsâ ibn Meryem'in (Meryem’in oğlu İsa’ın) zuhûru (meydana çıkması) ve ma'nânın âlem-i sûrette (suret aleminde, dünyada) tahakkuku (gerçekleşmesi) ânı geldiğini anladı ve beşer (insan) sûretinde zâhir olan (görünen) şahsın melek olduğunu bildi.

İşte, Cenâb-ı Meryem'in bu inbisât (genişlemesi) ve inşirâhı (ferahlaması) esnâsında Hz. Cibrîl-i mütemessil (suretlenmiş, beşer şekline girmiş olan Hz. Cebrail) ona nefh edip (üfürüp) ma'nâ-yı Îsevî'yi (İsa a.s.’ın manasını) ilkâ eyledi (bıraktı). Eğer havf (korku) ve inkıbâz (sıkıntı) zamânında nefh edeydi, (üfürseydi) Îsâ (a.s.) öyle bir şenîu'l-hilka (çirkin, kötü yaratılışta) bir vasf ile çıkardı ki, hiçbir kimse sûretinin çirkinliğinden dolayı onunla sohbet ve müvânesete (beraber, birlikte yaşamaya) tâkat (güç, kuvvet) getiremeyip kendisinden kaçardı. Hz. Şeyh-i Ekber (r.a.) bu hakîkati böylece Fusûsu'l-Hilrem'de Fass-ı Îsevî'de (isa bölümünde)  beyân buyurur (açıklar).  Fütûhât-ı Mekkiyye'nin 188. bâbında (bölümünde) şöyle buyururlar: "İnde'l-cimâ' (cinsel münasebet sırasında) kadın bir sûrete nazar ettikde (baktığında) veyâhut inde'l-vikâ' ve'l ­inzâl (cinsel birleşme ve boşalma esnasında) erkek bir sûreti tahayyül eyledikde (hayal ettiğinde, düşündüğünde), çocuk tahayyül olunan (hayal edilen, düşünülen) sûretin hulku (tabiati, huyu) üzerine olur. Bunun için hükemâ (alimler, bilginler), inde'l-cimâ' (cinsel birleşme sırasında) erkek ile kadın o sûrete nazar etmek (bakmak) üzere, emâkinde (mevkilerde) ekâbir-i hükemâdan (rütbece büyük alimlerin) fuzalânın (faziletli, erdemli kimselerin) sûretlerini tasvîr (hayal etmek) ile emrederler. Zîrâ (çünkü) hayâlde muntabı' (basılmış, tabedilmiş) olan şey, tabîatte (yaratılışta) tesîr eder (etkiler).  İmdi o sûret üzerine olan bu kuvve-i hayâliyye (hayali güçler)  mâ'dan (sudan) tekevvün eden (oluşan, meydana gelen) veledde (çocukta) zâhir olur (meydana çıkar).  Ve bu, ilm-i tabîatte (tabiat ilminde) bir sırr-ı acîbdir (şaşılacak, hayret edilecek bir sırdır) ! "

İmdi cenâb-ı Meryem'in hamli (hamileliği),  ba'zı kimselerin zâhib oldukları (zannettikleri) gibi beşer-i seviyy sûretinde (tam bir beşer suretinde) olan Hz. Cibrîl'in (Cebrail a.s.mın) ona şekl-i ma'hûd (bilinen şekil) üzere vâki' olan (gerçekleşen) mukâreneti (birleşmesi) sûretiyle değildir. Bu zehâb (fikre saplanma) sırf (sadece) ma'rifet-i İlâhiyyede (hakikat bilgilerinde) noksandan (eksiklikten) münbaisdir (ileri gelmiştir). Zîrâ (çünkü) Hak Teâlâ Meryem hakkında ........................... (Enbiyâ, 21/91) buyurur.

İmdi' Hz. Meryem'e hâl-i inbisâtında (genişleme, ferahlama halinde) vâki' (olmuş) olan nefh (nefes verme) üzerinde onda şehvet sârî (yayılmış) ve ihtilâma müşâbih (benzer) bir hal içinde inzâl vâki' (olmuş) oldu.  Âyet-i kerîmede ............ dan sonra, ............... buyrulması, nefhin (üfürüğün) ferci (üreme organı) ta­rafına vâki' olduğunu (oluştuğunu) tefhîm eder (anlatır).Maahâzâ (bununla beraber) bunda da ihtilâf (anlaşmazlık) olup ba'zı müfessirîn (tefsir edenler) "Gömleğinin yakasından içine doğru üfürüldüğünü" beyân ederler. Velâkin gusl edeceği (yıkanacağı) bir anda bir kadının üzerinde gömlek bulunamayacağı derkâr (bilindiğinden, aşikar) olduğundan, karîne-i hâl (ipuçları, deliller) bu zehâbı (sanıları) nefy (kaldırır, yok) eder. Ve bu halde de nefhin (üfürüğün) cânib-i ferce (cinsel organ tarafına) vâki' olduğu (gerçekleştiği) anlaşılır. İşte cenâb-ı Meryem bu nefh (üfleme) üzerine vâki' olan (gerçekleşen) inzâl (boşalma) ile sûret-i Îsevî’yeyi (İsa’nın suretine) hâmil oldu (hamile kaldı). Böyle olunca cism-i Îsâ, (isa .a.s’ın bedeni) Meryem tarafına nazaran (göre) mâ'-i muhakkaktan (gerçek sudan) ve Cibrîl (Cebrail) tarafına nazaran (göre), onun nefhinin (üfürüğünün) rutûbetinde mündemic  olan (bulunan) mâ'-i mütevehhemden (vehm olunan , zannedilen sudan) mahlûk oldu (yaratıldı). Çünkü Hz. Meryem'in hîn-i inzâlinde (inzal olduğu sırada) vücûdundan fercine (avret yerine) seyelân eden (akan) su, onun vücûd-ı unsurîsi (madde bedeni) hasebiyle cârî olan (geçen) bir mâ'-i muhakkak (hakiki su) idi. Zîrâ (çünkü) âlem-i kesîf-i şehâdetin (içinde bulunduğumuz madde aleminin) mâfevkı (üstü) olan merâtibdeki (mertebelerdeki) suver (suretler), bu âleme (dünyaya) nüzûl etmedikçe (inmedikçe) tahakkuk-i kâmil (kemalin gerçekleşmesi, tam yetkinlik) vâki' (olmuş) olmaz.  Hz. Cibrîl (Cebrail) ise beşer (insan) sûretinde mütemes­sil olan (suretlenen, surete giren) rûh olduğundan, bu âlem-i kesâfette (madde aleminde, dünyada) tahakkûk etmiş (gerçekleşmiş) bir sûret değildi. Belki onun sûreti âlem-i hayâlde (hayal mertebesinde) mütemessil (suretlenmiş) bir sûret-i mütevehhem (vehm olunan suret) idi ve o sûrete müteallik (ait, bağlı) olan ahvâl (haller) ve şuûnâtın (işlerin) kâffesi (bütün hepsi) mütevehhem (vehmolunan) bulunduğundan, onun nefhinin (verdiği nefesin) rutûbetinde mündemic (bulunan) su rüknünden (esasından) bulunan şey dahi mütevehhem (vehm olunan) idi. Ya'nî Hz. Cibrîl (Cebrail a.s.) sûret-i mütemessilesinden (suretlendiği, şekline girdiği suretten) nefesini hârice (dışarı) çıkarmak sûretiyle "hoh" dedi; cism-i hayvânîde (hayvanın vücudunda) olan bu gibi nefhde (üfürmede) su rüknünden (esasından) olan ba'zı mevâdd (maddeler) mevcûddur. Zîrâ (çünkü) nefes-i hayvânî (hayvanların nefesi) râtıbdır (nemlidir, rutubetlidir) ve nefeste su rüknünden (esasından) olan mevâdd-ı asliyye (esas maddeler) müvellidü'l-mâ' (hidrojen) ile müvellidü'l-humûzadır (oksijendir).

İmdi beşer (insan) sûretinde (şeklinde) mütemessil olan (surete giren) cenâb-ı Cibrîl'in (Cebrail a.s.’ın) ihrâc ettiği (dışarı çıkardığı) bu nefesin rutûbetinde de ba'zı mevâdd (maddeler) mevcûd idi ki, o mevâdd (maddeler), cenâb-ı Meryem'in vücûduna sârî olup (yayılıp) onda şehvet tahrîk etti. Fakat Hz. Cibrîl'in (Cebrailin) sûret-i beşeriyyesi (insan sureti) gibi nefhi (nefes vermesi) ve bu nefhin (nefesin) rutûbeti ve onda mündemic (bulunan) rükn-i mâ'dan (su esasından) müvellidü'l-mâ' (hidrojen) ile müvellidü'l-humûza (oksijen) dahi mütevehhem (vehm olunan, gerçek olmayan) idi. İşte bu sebeble cism-i Îsâ (İsa’nın bedeni) ,  mâ'-i muhakkak (gerçek, hakiki su) ile mâ'-i mütevehhemden (vehmolunan, gerçek olmayan sudan) tekevvün etti. (oluştu) Bu nev'-i insânîde (insan türünde) tekvîn (yaratma) ve halk-ı ilâhî, (ilahi yaratma) ancak hükm-i mu'tâd üzere (alışılmış adet olmuş hükümler gibi) beşer (insan) sûretinde vâki' olmak (gerçekleşmek) için, Îsâ (a.s.), vâlidesi beşer (insan) sûretinde olduğu ve Hz. Cibrîl (Cebrail) beşer (insan) sûretinde temessül etmiş (suretlenmiş, cisimlenmiş) bulunduğu cihetle (yönüyle) "Rûhullah" (Allah ruhu) olduğu halde, beşer (insan) sûretinde musavver (tasarlanmış) olarak meydân-ı zuhûra (görünme meydanına) geldi.

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-27.06.2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail