HZ.MERYEM VE ÎSA'YA DAİR RİSÂLE
İmdi Rûhu'l-Emîn (Cebrail a.s.),
ırmakta gusl etmek
(yıkanmak) üzere üryân
(çıplak) olan Hz. Meryem'e güzel bir delikanlı
sûretinde zâhir olduğu (göründüğü)
vakit; mukaddemâ (önceden)
vâki' olan (gerçekleşen)
tebşîr-i melâikeyi
(meleklerin müjdesini) ve hitâb-ı İlâhîyi
(Hakk’ın hitabını) tezekkür
edemeyip (hatırına getiremeyip)
munkabız oldu (çekindi,
sıkıldı). Zîrâ
(çünkü) mertebe-i
beşeriyyet (beşerlik mertebesi)
o dakîkada bunları tezekküre
(hatırına getirmeye) bir
hicâb (perde) oldu. Çünkü
cenâb-ı Meryem cesed-i unsurî (madde
beden) sâhibi bir delikanlının kendisine tecâvüz
kasdıyla geldiğini tahayyül etti
(düşündü). Ve
bir mahall-i mahfide (gizli bir
yerde) üryân (çıplak)
olan bir genç kadının, o hâlini gören bir
delikanlının bilâ-pervâ (korkmadan,
çekinmeden) o kadına teveccühü
(yönelmesi) âlem-i tabîatte
(tabiat aleminde) mahall-i
sâibedir (maksatlarına, hedeflerine
uygun yerdir).
Binâenaleyh (bundan dolayı)
bir veliyye-i afife (iffetli,
namuslu bir veli) olan Hz. Meryem, nikâh-ı şer'î
(şeriatın bildirdiği nikah)
olmaksızın vâki' olacak
(gerçekleşecek) mukârenetin
(birleşmenin) aklen
(akla göre) ve şer'an
(şeriate göre) câiz
olmayan umûrdan
(hususlardan) olduğunu bildiği cihetle
(bakımından),
Allah Teâlâ'nın kendisini bu delikanlının elinden
kurtarması için kuvâ-yı zâhire ve bâtınesini
(iç ve dış kuvvelerini) cem'
ederek (toplayarak) Allah
Teâlâ'ya sığındı ve ....................... (Meryem, 19/8) ya'nî
"Ben senden Rahmân'a sığınırım" dedi. Havf-ı zinâ
(zina korkusu) hasebiyle Hz.
Meryem'de hâsıl olan inkıbâzın
(sıkıntının) def’i
(giderilmesi) için Hz. Cibrîl
(Cebrail) ona:
.................................... (Meryem; 19/19) ya'nî "Ben
ancak Rabb'inin resûlüyüm; sana ednâs-ı tabîiyyeden
(tabiatın kirliliklerinden)
pâk (arınmış) ve tâhir
(temiz) bir erkek evlâd bahş
etmek (vermek, bağışlamak)
için geldim" deyince, kabzı
(kalbi sıkıntısı, darlığı) basta
(genişleyerek) mübeddel
(değişmiş) ve sadrı
(yüreği) münşerih
(ferah) oldu. Ve evvelce
(önceden) kendisine tebşîr
olunan (müjdelenen) Mesîh
Îsâ ibn Meryem'in (Meryem’in oğlu
İsa’ın) zuhûru (meydana çıkması) ve ma'nânın âlem-i sûrette
(suret aleminde, dünyada)
tahakkuku (gerçekleşmesi)
ânı geldiğini anladı ve beşer (insan)
sûretinde zâhir olan
(görünen) şahsın melek olduğunu bildi.
İşte, Cenâb-ı Meryem'in bu inbisât
(genişlemesi) ve inşirâhı
(ferahlaması) esnâsında Hz. Cibrîl-i mütemessil
(suretlenmiş, beşer şekline girmiş olan
Hz. Cebrail) ona nefh edip
(üfürüp) ma'nâ-yı Îsevî'yi
(İsa a.s.’ın manasını) ilkâ
eyledi (bıraktı).
Eğer havf (korku)
ve inkıbâz (sıkıntı)
zamânında nefh edeydi, (üfürseydi)
Îsâ (a.s.) öyle bir şenîu'l-hilka
(çirkin, kötü yaratılışta)
bir vasf ile çıkardı ki, hiçbir kimse sûretinin çirkinliğinden
dolayı onunla sohbet ve müvânesete
(beraber, birlikte yaşamaya) tâkat
(güç, kuvvet) getiremeyip
kendisinden kaçardı. Hz. Şeyh-i Ekber (r.a.) bu hakîkati böylece
Fusûsu'l-Hilrem'de Fass-ı Îsevî'de
(isa bölümünde) beyân
buyurur (açıklar).
Fütûhât-ı Mekkiyye'nin 188.
bâbında (bölümünde) şöyle
buyururlar: "İnde'l-cimâ' (cinsel
münasebet sırasında) kadın bir sûrete nazar ettikde
(baktığında) veyâhut
inde'l-vikâ' ve'l inzâl (cinsel
birleşme ve boşalma esnasında) erkek bir sûreti
tahayyül eyledikde (hayal ettiğinde,
düşündüğünde),
çocuk tahayyül olunan (hayal edilen,
düşünülen) sûretin hulku
(tabiati, huyu) üzerine olur. Bunun için hükemâ
(alimler, bilginler),
inde'l-cimâ' (cinsel
birleşme sırasında) erkek ile kadın o sûrete nazar
etmek (bakmak) üzere,
emâkinde (mevkilerde)
ekâbir-i hükemâdan (rütbece büyük
alimlerin) fuzalânın
(faziletli, erdemli kimselerin) sûretlerini tasvîr
(hayal etmek) ile emrederler.
Zîrâ (çünkü) hayâlde
muntabı' (basılmış, tabedilmiş)
olan şey, tabîatte
(yaratılışta) tesîr eder
(etkiler). İmdi
o sûret üzerine olan bu kuvve-i hayâliyye
(hayali güçler) mâ'dan
(sudan) tekevvün eden
(oluşan, meydana gelen)
veledde (çocukta) zâhir
olur (meydana çıkar).
Ve bu, ilm-i tabîatte
(tabiat ilminde) bir sırr-ı
acîbdir (şaşılacak, hayret edilecek
bir sırdır) ! "
İmdi cenâb-ı Meryem'in hamli
(hamileliği), ba'zı
kimselerin zâhib oldukları
(zannettikleri) gibi beşer-i seviyy sûretinde
(tam bir beşer suretinde)
olan Hz. Cibrîl'in
(Cebrail a.s.mın) ona şekl-i
ma'hûd (bilinen şekil)
üzere vâki' olan (gerçekleşen)
mukâreneti (birleşmesi)
sûretiyle değildir. Bu zehâb
(fikre saplanma) sırf
(sadece) ma'rifet-i İlâhiyyede
(hakikat bilgilerinde)
noksandan (eksiklikten)
münbaisdir (ileri gelmiştir).
Zîrâ (çünkü)
Hak Teâlâ Meryem hakkında ........................... (Enbiyâ,
21/91) buyurur.
İmdi' Hz. Meryem'e hâl-i inbisâtında
(genişleme, ferahlama halinde) vâki'
(olmuş) olan nefh
(nefes verme) üzerinde onda
şehvet sârî (yayılmış)
ve ihtilâma
müşâbih (benzer) bir hal
içinde inzâl vâki'
(olmuş) oldu. Âyet-i
kerîmede ............ dan sonra, ............... buyrulması,
nefhin (üfürüğün) ferci
(üreme organı) tarafına
vâki' olduğunu (oluştuğunu)
tefhîm eder (anlatır).Maahâzâ
(bununla beraber) bunda da
ihtilâf (anlaşmazlık) olup
ba'zı müfessirîn (tefsir edenler)
"Gömleğinin yakasından içine doğru üfürüldüğünü"
beyân ederler. Velâkin gusl edeceği
(yıkanacağı) bir anda bir kadının üzerinde gömlek
bulunamayacağı derkâr (bilindiğinden,
aşikar) olduğundan, karîne-i hâl
(ipuçları, deliller) bu
zehâbı (sanıları) nefy
(kaldırır, yok) eder. Ve bu
halde de nefhin (üfürüğün)
cânib-i ferce (cinsel organ
tarafına) vâki' olduğu
(gerçekleştiği) anlaşılır. İşte cenâb-ı Meryem bu
nefh (üfleme) üzerine
vâki' olan (gerçekleşen)
inzâl (boşalma) ile
sûret-i Îsevî’yeyi (İsa’nın suretine)
hâmil oldu (hamile kaldı).
Böyle olunca cism-i Îsâ,
(isa .a.s’ın bedeni) Meryem tarafına nazaran
(göre) mâ'-i muhakkaktan
(gerçek sudan) ve Cibrîl
(Cebrail) tarafına nazaran
(göre),
onun nefhinin (üfürüğünün)
rutûbetinde mündemic olan
(bulunan) mâ'-i
mütevehhemden (vehm olunan ,
zannedilen sudan) mahlûk
oldu (yaratıldı).
Çünkü Hz. Meryem'in hîn-i inzâlinde
(inzal olduğu sırada)
vücûdundan fercine (avret yerine)
seyelân eden (akan)
su, onun vücûd-ı unsurîsi (madde
bedeni) hasebiyle cârî olan
(geçen) bir mâ'-i muhakkak
(hakiki su) idi. Zîrâ
(çünkü) âlem-i kesîf-i
şehâdetin (içinde bulunduğumuz madde
aleminin) mâfevkı (üstü)
olan merâtibdeki
(mertebelerdeki) suver
(suretler), bu
âleme (dünyaya) nüzûl
etmedikçe (inmedikçe)
tahakkuk-i kâmil (kemalin
gerçekleşmesi, tam yetkinlik) vâki'
(olmuş) olmaz.
Hz. Cibrîl (Cebrail)
ise beşer (insan)
sûretinde mütemessil olan
(suretlenen, surete giren) rûh olduğundan, bu âlem-i
kesâfette (madde aleminde, dünyada)
tahakkûk etmiş
(gerçekleşmiş) bir sûret değildi. Belki onun sûreti
âlem-i hayâlde (hayal mertebesinde)
mütemessil (suretlenmiş)
bir sûret-i mütevehhem
(vehm olunan suret) idi ve o sûrete müteallik
(ait, bağlı) olan ahvâl
(haller) ve şuûnâtın
(işlerin) kâffesi
(bütün hepsi) mütevehhem
(vehmolunan) bulunduğundan,
onun nefhinin (verdiği nefesin)
rutûbetinde mündemic
(bulunan) su rüknünden
(esasından) bulunan şey dahi mütevehhem
(vehm olunan) idi. Ya'nî Hz.
Cibrîl (Cebrail a.s.)
sûret-i mütemessilesinden
(suretlendiği, şekline girdiği suretten) nefesini
hârice (dışarı) çıkarmak
sûretiyle "hoh" dedi; cism-i hayvânîde
(hayvanın vücudunda) olan bu
gibi nefhde (üfürmede) su
rüknünden (esasından) olan
ba'zı mevâdd (maddeler)
mevcûddur. Zîrâ (çünkü)
nefes-i hayvânî (hayvanların nefesi)
râtıbdır (nemlidir,
rutubetlidir) ve nefeste su rüknünden
(esasından) olan mevâdd-ı
asliyye (esas maddeler)
müvellidü'l-mâ' (hidrojen)
ile müvellidü'l-humûzadır
(oksijendir).
İmdi beşer (insan)
sûretinde (şeklinde)
mütemessil olan (surete giren)
cenâb-ı Cibrîl'in (Cebrail
a.s.’ın) ihrâc ettiği
(dışarı çıkardığı) bu nefesin rutûbetinde de ba'zı
mevâdd (maddeler) mevcûd
idi ki, o mevâdd (maddeler),
cenâb-ı Meryem'in vücûduna sârî olup
(yayılıp) onda şehvet tahrîk
etti. Fakat Hz. Cibrîl'in (Cebrailin)
sûret-i beşeriyyesi (insan
sureti) gibi nefhi (nefes
vermesi) ve bu nefhin
(nefesin) rutûbeti ve onda mündemic
(bulunan) rükn-i mâ'dan
(su esasından)
müvellidü'l-mâ' (hidrojen)
ile müvellidü'l-humûza (oksijen)
dahi mütevehhem (vehm
olunan, gerçek olmayan) idi. İşte bu sebeble cism-i
Îsâ (İsa’nın bedeni) ,
mâ'-i muhakkak
(gerçek, hakiki su) ile mâ'-i
mütevehhemden (vehmolunan, gerçek
olmayan sudan) tekevvün etti.
(oluştu) Bu nev'-i insânîde
(insan türünde) tekvîn
(yaratma) ve halk-ı ilâhî,
(ilahi yaratma) ancak hükm-i
mu'tâd üzere (alışılmış adet olmuş
hükümler gibi) beşer
(insan) sûretinde vâki' olmak
(gerçekleşmek) için, Îsâ
(a.s.), vâlidesi beşer (insan)
sûretinde olduğu ve Hz. Cibrîl
(Cebrail) beşer (insan)
sûretinde temessül etmiş
(suretlenmiş, cisimlenmiş) bulunduğu cihetle
(yönüyle) "Rûhullah"
(Allah ruhu) olduğu halde,
beşer (insan) sûretinde
musavver (tasarlanmış)
olarak meydân-ı zuhûra (görünme
meydanına) geldi.
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-27.06.2006
http://sufizmveinsan.com
|