HZ.MERYEM VE ÎSA'YA DAİR RİSÂLE
F
A S I L V
Îsâ (a.s.)’ın Hâtem-i Enbiyânın geleceğini tebşîrî :
Cenâb-ı Îsâ hakîkat-ı Muhammediyyenin rûhiyyeti mesâbesinde
(derecesinde) olduğu için,
onun ahdi (S.a.v.) efendimizin ahd-i âlîlerine
(yüce ahdlerine) muttasıl
(bitişik) olduğundan,
kendisinden sonra Ahmed isminde bir resûl-i zî-şan
(bir resul) geleceğini tebşîr
buyurmuştur (müjdelemiştir).
Nitekim sûre-i Saf'da buyrulur:
(Saf, 61/6) ya'nî "Vaktâki (ne
zamanki) Hz. Meryem'in oğlu Îsâ dedi: Ey Benî İsrâîl
(İsrail oğulları) ben,
benden mukaddem (önce)
olan Tevrât'ı tasdîk ve benden sonra Ahmed isminde gelecek
peygamberi tebşîr edici (müjdeleyici)
olduğum halde, muhakkak Allah'ın resûlüyüm. Vaktâki
(ne zaman ki) Îsâ gidip
Hâtem-i enbiyâ (son nebi, peygamber)
beyyinât (deliller)
ile geldi, bu vâzıh (açık söz)
sihirdir, dediler."
Mesnevî:
Tercüme: "O bahr-i safâ (berrak
deniz) olan reîs-i peygamberân
(peygamberlerin reisi),
Mustafâ (s.a.v.)
Efendimiz'in na't-ı şerîfi (mübarek
medhi) İncil'de var idi ve onların hilye-i şerîfeleri
(mübarek sıfatları, yüzleri)
ve şekiller ve gazâları
(din uğruna savaşları) ve oruçları ve eklleri
(yedikleri, içtikleri) mezkûr
(anlatılmış) idi."
El-yevm (bugünkü günde)
beyne'n-Nasârâ (Hıristiyanlar
arasındaki) nezdinde
bulunan (görüşe göre)
dört İncîl lisân-ı İbrânî üzere
(İbranice) Hz. Îsâ (a.s.)’a
münzel olan (indirilen)
İncîl-i şerîf değildir. Böyle bir İncîl mevcûd olmadığını Nasârâ
(hiristiyanlar) da
mu'teriftir (itiraf derler).
Âyât-ı İncîliyye (İncil
ayetleri) nâzil oldukça
(indikçe), Îsâ
(a.s.) ashâbına (sohbetinde bulunmuş
olanlara) tebliğ buyurur
(eriştirir) ve onlar da hıfz eylerler
(ezberler) idi. Îsâ (a.s.)
gittikten sonra herkes hâfızasında olan âyât-ı İnciliyye'yi
(İncil ayetlerini) ve
ahâdîs-i Îseviyye'yi (İsa a.s.’ın
söylediklerini) câmi' olarak
(toplayarak) birer İncîl
yazmaya başladı ve bunlara kendi işittikleri ve gördükleri ba'zı
menâkıbı (bazı meşhur kimselerin
durumları ile ilgili hikayeleri) da derc eyledi
(arasına sıkıştırdı).Bu
sebeble zabt-ı İncil (İncili anlama,
kavrama) meselesi pek karıştı; ve bu tarzda
(biçimde) yazılan İnciller'de
tehâlüf (birbirine zıtlıklar)
olacağı da tabîî (doğal)
idi. Binâenaleyh (bundan dolayı)
Nasârâ (Hıristiyanlar)
bir cem'iyyet akd edip
(kurup) İncîl nâmındaki
(adındaki) âsârı
(eserleri) cem' ile
(toplamakla) tedkîk etti.
(inceledi) Münderecâtı
(İncilin içinde bulunanlar) ba'zı mertebe yekdiğerine
(biri diğerine) muhâlif
(zıt) olduğu halde, bizzarûre
(zaruri olarak) dört
İncil'i kabûle karar verdi. Bu dört İncîl'den biri lisân-ı
İbrânî'de, (İbranice, Yahudi dilinde)
üçü lisân-ı Yûnânî'de
(Yunanca) yazılmıştır. Bunların müellifleri
(yazarları) Mettâ, Markos,
Luka, Yuhanna'dır. Üçünün lisân-ı rûmî üzere
(Rumca) yazılması, İskender-i Rûmî'nin
(Rum olan İskender’in) meşhur
olan istîlâsından sonra Mısır, Sudan, Kudüs vesâir
(gibi) birçok yerlerde
lisân-ı kitâbetin (yazılan kitapların
lisanının) lisân-ı Yûnânî
(Yunanca) olmasındandır. El-yevm
(bu zamanda) beyne'n-Nasârâ
(Hıristiyanlar arasında)
mu'teber tutulan (geçerli olan)
bu dört İncîl'den, Yûhannâ'nın (Yuvanik) İncîl'inde
der ki: "Îsâ (a.s.) Havâriyyûna
(havarilerine) buyurur: Vaktâki
(n ezaman ki) Paraklitos
gelir, ben onu Peder tarafından gönderirim. O hakîkatin rûhu
olup Allah'dan münbaisdir
(gönderilmiştir).
Ve Paraklitos beyânâtına
(söylediklerine, açıklamalarına) dâir şehâdet
(şahitlik) edecektir". Ve
yine o İncîl'de muharrerdir
(yazılıdır ki) ki: "Hz. Îsâ (a.s.) buyurmuştur: Ben
gitmez isem Paraklitos gelmez . "
Paraklitos hakkındaki îzâhâta
(açıklamaya) gelince: Bu kelime-i Yunânî
(Yunanca kelime) İncil'de bu
telaffuz dâiresinde mastûr (yazılmış)
olup lisân-ı Yunânî'de
(Yunan dilinde) ma'nâsı, "kendisinden niyâz
(dua) olunmuş ve niyâz olunur
(dua edilir)"
demektir. Halbuki şimdiye kadar hiçbir millette bu
ma'nâyı hâvî (kavrayan, içine alan)
bir insan ismine tesâdüf olunmamıştır. Bunun
"Periklitus" kelimesinden muharref
(tahrif edilmiş, değiştirilmiş) olduğu zâhirdir.
(açıktır) Zîrâ
(çünkü) "Periklitus" lafzı
(sözü) lisân-ı Yunânî'de
(Yunancada) tamâmı tamâmına
“Ahmed” ma'nâsınadır. Ve bâlâda
(yukarıda) zikrolunan
(anlatılan) âyet-i kerimede, Îsâ (a.s.)’ın
kendisinden sonra geleceğini tebşîr buyurduğu
(müjdelediği) resûlün ismi
"Ahmed" olarak/gösterilmesi dahi bu mütâlaayı
(düşünceyi) te'yîd eder.
(dğrular) Ve (S.a.v.)
Efendimiz Îsâ (a.s.)’ın buyurduğu vech
(yönü) ile "hakîkatin
rûhu"dur. Zîrâ (çünkü)
cemî'-i hakâyıkı (bütün hakikatleri)
câmi'dir (toplamıştır).Nitekim,
(S.a.v.) Efendimiz buyururlar: ............................
Çünkü vücûd-ı mutlakın (mutlak
Zat’ın) taayyün-i evvel mertebesi, ulûhiyyet
mertebesidir. Ve mertebe-i ervâh gayriyyetle
(gayrılıkla, ayrılıkla) zuhûr
(açığa çıkış, kendini gösterme)
mertebesinin ibtidâsı
(ilki) olup ilk müteayyin olan
(beliren, meydana gelen) şey,
rûh-i külli-i Muhammedî
(s.a.v.) (Hz. Muhammed’in külli ruhu)
idi, Binâenaleyh (bundan
dolayı) onlar "hakîkatin rûhu" olur ve Allah'dan
münbaisdir (ileri gelmiştir,
doğmuştur).
Nitekim hadîs-i şerîfte ...............................
buyrulmuştur**. Bu hadîs-i şerîfler Îsâ (a.s.)’ın beyânât-ı
aliyyelerinin (yüce demeçlerinin,
söylevlerinin) aynıdır. Ve Îsâ (a.s.)’ın “Peder
tarafından gönderirim” buyurması vahdet-i nübüvvete
(nübüvvetin tekliğine)
işârettir. Zîrâ (çünkü)
enbiyâ (nebiler)
bihasebi'l-esmâ (esmaları bakımından)
mütefâvit (birbirinden
farklı) ise de, nübüvvet ma'nâ-yı küllîsi
(mananın bütünlüğü, tümel oluşu)
hasebiyle (bakımından)
şahs-ı vâhid (tek şahıs)
hükmündedir. Onun için Kur'ân-ı Kerîm'de:
................................... (Bakara, 2/136)
buyrulmuştur. Zîrâ (çünkü)
birisini inkâr eden hepsini inkâr etmiş olur. Binâenaleyh
(bundan dolayı) Îsâ (aa.)ın
ulûhiyyetin mertebe-i zuhûrundan
(açığa çıktığı mertebeden) mertebe-i butûnuna
(batın mertebelere) gitmesi,
butûnda (batınlarda) olan
taayyün-i Ahmedî (s.a.v.) Efendimiz'in cânib-i ulûhiyyetten
(uluhiyet tarafından),
mertebe-i zuhûra (açığa çıkma,
kendini gösterme mertebesine) inhirâfını
(dönmesini) mûcibdir
(gerektirir).Ve İncil'deki
"peder" ta'bîri (deyimi)
bâlâda (yukarda) îzah
edilmiş (anlatılmış) idi.
/ Ahmed (s.a.v.) Efendimiz, Îsâ (a.s.)’ın buyurduğu gibi, el-ân
(şu anda, hala) Kur'ân-ı
Kerîm ile ve ahâdîs-i şerîfe
(hadisler) ile onun beyânâtına
(açıklamalarına) şehâdet
(şahitlik) etmektedir.
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-25.07.2006
http://sufizmveinsan.com
|