232. Bölüm

HZ.MERYEM VE ÎSA'YA DAİR RİSÂLE

                          F A S I L V I I

Îsâ (a.s.)ın âhir zamanda nüzûlü meselesi:

Sûre-i Mâide'de (Maide suresinde) mezkûr (adı geçen) ............................. (Mâ­ide, 5l110) ya'nî "Seni Rûhu'l-Kuds ile te'yid ettim (doğruladım, destekledim.) Nâsa (insanlara) beşikte sabî (bebek) iken ve büyüdükten sonra kehl (olgun adam) iken söz söyledin" âyet-i kerîmesini ba'zı müfessirîn (tefsirciler) âhir (nihayette, en son) zamanda nüzûlüne (ineceğine) delîl addederler (sayarlar). Derler ki: Îsâ (a.s.), İbn Abbâs hazretlerinin rivâyetine (söyleyişine) göre, otuz yaşında meb'ûs (Peygamber) oldu. Otuz ay risâletten (resulluk görevinden) sonra tagayyüb eyledi (kayboldu). Halbuki "kehl", otuz beş yaşındaki adama derler. Şu halde Îsâ (a.s.), hâl-i kühûlette (35 yaşlarındaki halinde) iken nâs (insanlar) ile tekellüm etmeksizin (konuşmaksızın), âlem-i şehâdetten (dünyadan) çekildi. Binâenaleyh (bundan dolayı) âhir zamanda (son zamanda) nüzûl edip (inip) "velâyet-i âmme"yi hatm edecek (bitirecek, mühürleyecek) ve hayât-ı tabîîyye (doğal yaşam) ile yaşayıp, mevt-i tabîî (doğal ölüm) ile vefât edecek (ölecek) ve kehl (olgun adam) hâlinde nâs (insanlar) ile tekellüm eyliyecektir (konuşacaktır).

Müfessirînden (tefsir edenlerden)  ba'zıları da Îsâ (a.s.) kable'r-ref (kaldırılmazdan, yüceltilmezden önce) hâl-i sabâvetinde (çoçukken) nâsa (insanlara) söz söyledi. Bu onun mu'cizesi idi. Sonra büyüyüp meb'ûs (peygamber) olduktan sonra, kehl (olgun adam) hâlinde halkı Hakk'a da'vet etmek sûretiyle nâs (insanlar) ile tekellüm etti (konuştu), derler.  Îsâ (a.s.)’ın nüzûlü (inişi) âtîde (aşağıda) zikr olunan (adı geçen) ahâdîs-i şerîfe ile te'yîd edilir (doğrulanır, sağlamlaştırılır).  Hz. Huzeyfe (r.a.)’dan mervî (rivayet) olan hadîs-i şerîfte': ............................................... Buyrulur ki, kıyâmetin alâmât-ı kübrâsından (büyük alametlerinden, işaretlerinden) biri de nüzûl-i Îsâ (a.s.) (İsa a.s.’ın inmesi) olmuş olur. Ve Ebû Hureyre (r.a.)’den mervî (rivayet) olan hadîs-i şerifte dahi;      ......................................... ve kezâ (böylece) Ebû Hureyre (r.a.)’nin rivâyet eylediği hadîs-i şerîfte de: ................................ve diğer bir hadîs-i şerîfte: .............................. buyrulmuş ve bunlara mümâsil (benzer) diğer ahâdîs-i şerîfe (hadîs-i şerîfler) de rivâyet edilmiştir (söylenmiştir).  Ve bir hadîs-i meşhûrda (meşhur bir hadiste) dahi ba'de'n nüzûl (indikten sonra) Îsâ (a.s.)’ın tezevvüc ettikten (evlendikten) sonra, vefât ederek, (S.a.v.) Efendimiz'in Ravza-yı Mutahhara'larına (kabirlerine) defn olunacağı (gömüleceği) beyân buyrulmuştur (anlatılmıştır). Ashâb-ı keşf (keşf sahiplerinden) olan evliyâullahdan (velilerden) hiçbirisi şimdiye kadar bu ahâdîs-i şerîfenin (hadisi şeriflerin) mevzûiyyetlerine bir şey demeyip, bilakis te'lîfât-ı aliyyelerinde (yazdıkları yüce kitaplarında) bunların zikriyle (anılmasıyle) te'yîd-i (doğruluğunu, sağlamlığını) beyânât eylemişlerdir (bildirmişlerdir). Ezcümle (mesela) Şeyh-i Ekber (r.a.) Fütûhât-ı Mekkiyye'lerinin, âhir (nihayette, son) zamanda zuhûr edecek (meydana çıkacak) Mehdi'ye dâir olan 366. bâbında (bölümünde) şöyle buyururlar:

.......................................................................................

Ancak ba'zı zevât (kimseler) ne Mehdî'nin hurûcu (çıkması) ve ne de Îsâ (a.s.)’ın nüzûlü (inişi) keyfiyyetleri (hususları) vâki' olmıyacağını (gerçekleşmeyeceğini) ve bunlardan murâd başka ma'nâlar olduğunu beyân etmekte (anlatmakta) iseler de, cenâb-ı Şeyh (r.a.) hazretlerinin Muhâdaratü'l-Ebrâr ve Müsâmeretü'l-Ahyâr nâmındaki (adındaki) te'lîf-i âlîlerinin (yüce kitabının) ......................................... faslında (bölümünde) beyân buyurduklan (anlattıkları) vukûâtın (olayın) zamânımızda peyderpey zuhûr ettiğine (açığa çıktığına) bakılırsa Hz. Mehdî ile Îsâ (a.s.)’ın zuhûr (açığa çıkışı) ve nüzûlleri (inişleri) muhakkak ve hattâ karîb (yakın) olduğu anlaşılır. Hele Îsâ (a.s.)’ın ref-i (kaldırılması, yükseltilmesi) ve nüzûlü (inmesi) keyfiyyetleri (hususları) İdrîs (a.s.)’ın ahvâline (durumlarına, hallerine) müşâbihtir (benzemektedir). Cenâb-ı Şeyh-i Ekber (r.a.) Fusûsu'l-Hikem'lerinde, Baalbek karyesine (kasabasına) meb'ûs (peygamber) olan İlyâs (a.s.)’ın, İdrîs (a.s.)’dan başkası olmadığını beyân buyururlar. Ve bu münâsebetle Fass-ı İlyâsî’ (İlyas bölümü) de birçok hakâyık (hakikatler) keşf eylerler (meydana çıkarırlar).

İdrîs (a.s.)’ın cismi (bedeni) kesret-i riyâzet (çok fazla nefis terbiyesi) hasebiyle sıfât-ı tabîiyye-i beşeriyyeden (beşer sıfatlarından doğan huylardan) münselih (sıyrılıp çıkmış) olup sıfât-ı rûhâniyye (ruhani sıfatlar) ve hey'et-i nûrâniyye (nurani suret) ile bâkî (daimi) kaldı ve nefs-i muzlimesinin (kara, karanlık nefsinin)   hey'eti (sureti), rûh-i münevverinin (nurlanmış ruhunun) heyetine (suretine) münkalib (dönmüş) oldu ve sûreti dahi hey'et-i rûhâniyyeye (ruhunun suretine) münâsib (uygun) olan sûret-i misâliyye-i nûrâniyyeye (nurani hayali surete) tahavvül etti (döndü) ve bu sebeble mekân-ı âliye (yüce, yüksek mekana) merfû' (yükselmiş) oldu. İmdi böyle talattuf eden (latifleşen, şeffaflaşan) cesed, rûh-i musavverdir (cisimlenmiş, surete girmiş ruhtur). Ve böyle bir kimsenin kuvâ-yı tabîiyyesi (tabii kuvveleri) kuvâ-yı rûhâniyyesinde (ruhani güçlerinde) mahv (yok olur) ve müstehlek (biter, helak) olur. Maahâzâ (bununla beraber) halk nazarında (insanların görüşünde) sûret-i cesedâniyyesi (madde bedeni) manzûr (görünür) olduğundan, bu cihetten (yandan) ehl-i kesâfet (yoğun, katı birimler) ile üns (birlikte olur) ve muhâlata eyler (anlaşır) ve letâfet (inceliği, şeffaflığı) ve rûhâniyyeti cihetiyle (tarafıyla) de ehl-i letâfet (şeffaflık, letafet sahibi) olan melâike-i kirâm (kutsal melekler) ile ünsiyyet (birlikte olur) ve musâhabe eyler (arkadaşlık eder). İdrîs (a.s.)’ın hâli ba'de't-talattuf (latif hale döndükten sonra) bu husûsta Îsâ (a.s.)’ın hâline müşâbihtir (benzemektedir). Fakat İdrîs (a.s.)’ın letâfeti (şeffaflığı) kesbî (sonradan edinilmiş) ve Îsâ (a.s.)’ın letâfeti (şeffaflığı) ise vehbîdir (Allah vergisidir). İmdi Nûh (a.s.)’dan evvel nebî (peygamber) olan İdrîs (a.s.) ba'de'l urûc (yükselişinden sonra) İlyâs ismi ile Baalbek karyesine (kasabasına) meb'ûs (peygamber) oldu. İşte Îsâ (a.s.)’ın dahi sû'-i kasd (öldürülmesi) üzerine vâki' olan (gerçekleşen) urûcu (yükselişi) ve âhir (nihayette, son) zamanda nüzûlü (inişi) buna müşâbihdir (benzemektedir). Bu nüzûlden (inişten) “tenâsüh” vehmine (zannına) düşülmesin. Zîrâ (çünkü) “tenâsüh rûhun bir bedenden müfârakatinden (ayrılmasından) sonra araya zaman girmeksizin diğer bir bedene taalluku”ndan (bağlanmasından) ibârettir ve bu i'tikâda (inanca) göre rûhun beden-i cismânîye (madde bedene) taalluku (bağlı, ait oluşu) dâimîdir. Halbuki bunlar rûh-i musavver (cisimlenmiş, surete girmiş ruh) olarak urûc ettikleri (yükseldikleri) gibi, yine öylece nüzûl ederler (inerler).

İmdi emr-i urûcda (uruc, yükselme hususunda) enbiyâ (nebiler (peygamberler) ve evliyâ (veliler)  müşterektirler (ortaktırlar).  Vücûdlarında bakıyye-i kesâfet (kesafetten, maddelikten kalıntı) kalanların urûcu, (urucları) sûret-i beşeriyyeleri (beşer suretleri (bedenleri) enzâr-ı hissiyyeden (gözden) gâib olmaksızın (kaybolmaksızın) vâki' olur (gerçekleşir). Ve kemâliyle (tam olarak) vücûdları letâfete (şeffaflığa, nura) mübeddel (değişmiş) olanların urûcunda (yükselişinde) ise, sûret-i beşeriyye (beşer sureti (madde bedenleri) enzâr-ı hissiyyede (gözden)  gâib olur (kaybolur).  Ve bu urûc (yükseliş) kiminde az ve kiminde çok olarak devâm eder.

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-22.08.2006
http://sufizmveinsan.com


Üst Ana sayfa e-mail