[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ ULVİYYE"
BEYÂNINDA OLAN FASTIR]
İşte Mûsâ (a.s.) bu kuvâ-yı zâhire ve bâtınesi
(iç ve dış kuvveleri)
ile envâ'-ı ilim (çeşitli
ilimler) üzerine isti'lâ
(yükselmek) için,
"sandık" mesâbesinde
(derecesinde) olan cismi
(bedeni) ile "ilim"
mesâbesinde (derecesinde)
olan "deryâ"ya
(denize) ilkâ olundu
(bırakıldı).
Ya'ni cenâb-ı Mûsâ'nın sandık ile deryâya
(denize) ilkâ
olunmasının (bırakılmasının)
sûreti (şekli)
, rûhunun cismine
(bedenine) vaz'
olunup (konulup)
sandık mesâbesinde
(derecesinde) olan cisminin
(bedeninin) dahi
deryâ-yı ulûma (ilimler
denizine) atılmasının sûretidir.
Böyle olunca, Allah Teâlâ, sandık ile deryâya
(denize) atılması ile
cenâb-ı Mûsâ'ya şunu i'lâm etti
(anlattı) ki: Her ne
kadar melik (hükümdar)
olan rûh, cismin
(bedenin) müdebbiri
(tedbir edeni (idare edeni,
yöneteni) ) ise de, cismi yine cisim ile
tedbîr (yönetir, tasarruf)
eder. Zîrâ (çünkü)
kuvâ-yı zâhire ve bâtıne
(iç ve dış kuvveler)
cisimdendir. Cisim olmasa bu kuvânın
(kuvvelerin) zuhûru
(açığa çıkma)
ihtimâli yoktur. Halbuki cismin mûdebbiri
(tedbir edeni (yöneteni,
tasarruf edeni),
melik (hükümdar)
mâhiyetinde
(vasfında) olan rûhdur, Velâkin
(fakat) âsâr-ı tedbîr
(tedbir eserleri)
zâhir olmaz (görülmez).
Binâenaleyh
(bundan dolayı)
müessir olan (tesir yapan,
hükmünü yürüten) rûh, müesserün-fîh olan
(tesiri kendinde gösteren) cismi, ancak cisim
vâsıtasıyla tedbîr edebilir
(yönetebilir, iş gördürebilir).
Binâenaleyh
(bundan dolayı) Allah Teâlâ hazretleri bâb-ı
işârette (işaret mevzuunda)
ve hikemde
(hikmetlerde) "tâbût" ta'bîr olunan
(denilen) bu nâsûtta
(mahlukiyette),
ya'nî cisimde, kâin olan
(bulunan) bu kuvâ-yı
zâhire ve bâtıneyi (iç ve dış
kuvveleri) o cisme, musâhip
(birlikte olduğu arkadaşı)
kıldı.
İşte Hak Teâlâ'nın âlemi
(evreni) tedbîr buyurması
(tasarruf etmesi, yönetmesi)
dahi bunun gibidir. Ya'nî rûh nasıl cism-i
insânînin (insanın cismini)
kayyûmu (kendisi
ile mevcut kılan, iş gördüren, yöneten)
olup onu cisimden olan kuvâ-yı zâhire ve
bâtıne (iç ve dış kuvveleri)
ile tedbîr
(yönetir, tasarruf)
ederse, Kayyûm-i âlem olan
(evreni kendisi ile mevcut
kılan) Hak
Teâlâ dahi cism-i âlemi
(evrenin madde suretini),
âlemden
(evrenden) olan
şeylerle ve sûretler ile tedbîr eyler
(tasarruf eder).
Nitekim evlâdın vücûdu, pederin îcâdına
(vücuda gelmesine) ve
müsebbebâtın (sebebe bağlı
olanların) husûlü
(meydana gelmesi) kendi sebeplerine ve
meşrûtâtın (şarta bağlı
olanların) vücûdu dahi kendi şartlarına ve
ma'lûlâtın (illete bağlı
olanların) zuhûru
(meydana çıkması) dahi kendi illetlerine ve
medlûlât (delalet olunan
şeyler) kendi delillerine ve muhakkakât
(hakikâte bağlı bulunanlar)
da kendi hakâyıkına
(hakikâtlerine)
mütevakkıftır (bağlıdır).
Ve evlâd ile peder ve müsebbebât
(sebebe bağlı olanlar)
ile esbâb (sebepler)
ve meşrûtât (şarta
bağlı olanlar) ile şurût
(şartlar) ve ma'lûlât
(illete bağlı olanlar)
ile ilel (illetler)
ve medlûlât
(delalet olunan şeyler) ile delâil
(deliller) ve
muhakkakât (hakikâte bağlı
bulunanlar) ile hakâyık
(hakikâtler) hep
âlemdendir (evrendendir).
Ve umûr-i âlem
(evrenin işleri) bu kâide dâiresinde
(sınırlar içersinde)
tedbîr olunmaktadır
(yönetilmektedir).
Binâenaleyh
(bundan dolayı) Hak Teâlâ âlemi
(evreni) ancak âlem
(evren) ile, ya'ni
âlemden (evrenden)
olan şeyler ile tedbîr buyurur
(yönetir, tasarruf eder).
İşte bu tedbîr
(tasarruf)
âlemde (evrende)
Hakk'ın tedbîridir
(tasarrufudur).Ve âlemi
(evreni) ancak yine
âlem (evren)
vâsıtasıyla tedbîr eyler
(yönetir, tasarruf eder).
Bu hakîkatten gâfil
(habersiz) olan ehl-i
hicâb (perdeli kimseler),
âlemin (evrenin)
yine âlem (evren)
ile müdebber
(tedbir olunmuş)
olduğuna bakıp mûcid-i âlemin
(evreni yaratanın),
âlemi (evreni)
îcâdından
(yaratmasından) sonra, umûr-i âlemi
(evrenin işlerini)
vaz' ettiği (koyduğu)
kânûn dâiresine
(sınırları içersine) terk ederek, tasarruf
etmediğini zannederler. Ne cehl-i azîm
(büyük cahillik)!
Devam edecek |