[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ ULVİYYE"
BEYÂNINDA OLAN FASTIR]
İmdi Mûsâ'nın tâbût içinde deryâya ilkâsının sûreti,
sûret-i helâk idi. Zâhirde ve bâtında onun için katlden
necât oldu. Binâenaleyh, nüfûs, ilim ile mevt-i cehilden
dirildiği gibi diri oldu. Nitekim, Hak Teâlâ buyurdu:
أَوَ
مَن كَانَ مَيْتاً
(En'âm, 6/ 122) "O kimse ölü idi', ya'nî (cehil ile):
فَأَحْيَيْنَاهُ
"Biz onu dirilttik", ya'nî (ilim ile);
وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْشِي بِهِ فِي
النَّاسِ
كَمَن مَّثَلُهُ فِي
"Ve biz ona bir nûr yarattık ki nâs içinde onunla yürür"
(o da hidâyettir):
كَمَن
مَّثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ
"Acabâ karanlıklarda olan kimseye benzer mi?" (o da
dalâlettir):
لَيْسَ بِخَارِجٍ مِّنْهَا
"Ondan hâriç değildir" ya'nî (ebeden doğru yolu
bulamaz). Zîrâ emrin kendi nefsinde gâyesi yoktur ki
onun indinde tevakkuf olunsun. Böyle olunca hüdâ insanın
hayrete mühtedi olmasıdır. Şu halde ma'lûm olur ki,
muhakkak emr, "hayret"tir. Ve hayret, kalat ve
harekettir ve hareket dahi hayattır. Binâenaleyh, sükûn
yoktur; şu halde mevt yoktur ve vücûddur, binâenaleyh
adem yoktur. Ve suda dahi böyledir ki, hayât-ı arz onun
sebebiyledir. Ve onun hareketi Hakk’ın
اهْتَزَّتْ
ya'ni "İhtizâz eyledi" (Hac, 22/5) kavlidir. Ve onun
hamli Hakk'ın
وَرَبَتْ
(Hac, 22/5) ya'nî "Ziyâdeleşti" kavlidir. Ve onun
vilâdeti Hakk'ın
وَأَنبَتَتْ مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ
(Hac, 22/5) ya'ni "Her bir zevc-i behîcden inbât eyledi"
kavlidir. O ancak kendisine benzeyeni, ya'nî kendi gibi
tabîî olan şeyi doğurdu, demektir. Binâenaleyh arzdan
doğan ve ondan zâhir olan şey ile arz için şef’iyyetten
ibâret olan zevciyyet hâsıl oldu. Ve kezâ vücûd-ı Hak
için dahi, neş'esiyle esmâ-i İlâhiyyenin hakâyıkını
taleb eden âlem cinsinden ondan zâhir olan şep sebebiyle
kesret; ve muhakkak o şöyledir ve böyledir, diye ta'dâd-ı
esmâ sâbit oldu (5).
Ya'nî Mûsâ (a.s.)’ın sandık içinde olduğu halde vâlidesi
tarafından denize bırakılması sûreti
(şekli),
helâk
(ölüm) sûreti
(şekli) idi. Zîrâ
(çünkü) tıfl-ı
nevzâdı, (yeni doğmuş bir
çocuğu) bir sandık içine koyup denizin
dalgaları arasına tevdî' etmek
(bırakmak),
onun helâkine
(ölmesine) sa'y
(gayret) etmektir.
İşte bu sûret-i ilkâ
(bırakma şekli)
sûret-i helâk (öldürme şekli)
olmakla berâber zâhir
(dışta) ve bâtında
(içte) cenâb-ı
Mûsâ'nın katlden
(öldürülmekten) necâtının
(kurtuluşunun) sûreti
oldu. Nüfûs-i beşer
(beşer nefisler),
nasıl ki ilim ile mevt-i cehilden
(cahillikten ölmekle)
dirilir ve halâs olursa
(kurtulursa),
Mûsâ (a.s.) dahi öylece diri oldu. Zîrâ
(çünkü) tahsil-i ilim
(ilim öğrenme)
sûreti (şekli),
iz'âc-ı nefs
(nefsi rahatsız etme) sûretidir
(şeklidir).
İz'âc-ı nefis
(nefsi rahatsız etmek) ise ihtilâl-i sıhhati
(sağlık bozukluğunu)
ve ihtilâl-i sıhhat
(sağlık bozukluğu) dahi helâki
(ölümü) dâîdir
(davet eder).
Halbuki bu sûret zımnında
(içinde) nüfûs-i beşer (beşer
nefisler),
zâhirde (dışta)
ve bâtında (içte)
mevt-i cehilden
(cahillikten ölmekle) diri olur. Ve nüfûsun
(nefislerin) ilim
ile hayat bulduğu sûre-i En'âm'da
(en’am suresinde)
vâkı' (geçen) şu
âyet-i kerîmede beyân buyrulur
(anlatılır). Ve cenâb-ı
Şeyh (r.a.) âyet-i kerîmeyi tefsîren
(açıklayarak) ityân
buyururlar (delil gösterirle):
"O kimse ki cehil
(cahillik) ile ölü idi. Biz onu ilim ile ihyâ
eyledik (dirilttik).
Ve ona bir nûr icâd ettik
(vücuda getirdik) ki,
nâs (insanlar)
içinde o nûr ile gezer. O nûr da hidâyettir
(hak yoludur).
O kimse acabâ karanlıklarda olan kimseye
benzer mi? O zulumât
(karanlık) dahi dalâlettir
(doğru yaldan sapmadır)
ki, o kimse dalâletten
(yanlış yoldan) ibâret olan o zulumâttan
(karanlıklardan)
hâriç (dışarıda)
değildir, ya'nî ebeden
(hiçbir zaman) doğru yolu bulamaz." (En'âm,
6/122) Deniz vâsıtasıyla bakâ
(bakilik, devamlılık)
bulan hayât-ı hissiyye-i mûseviyye
(Musevi hissi hayat (dünya
yaşamı),
"ilim" ile hâsıl olan
(oluşan) hayât-ı akliyyeye
(akli yaşama) teşbîh
olunmuştur (benzetilmiştir).
"Su"yun ilim sûreti olduğuna tenbîh olunur
(dikkât çekilir).
Zîrâ (çünkü)
kendisinden her şey hayat bulan "su" ile
ebdân (cisimler, bedenler),
nasıl hayat bulursa, "ilim" ile dahi nüfûs-i
beşeriyye (beşer nefisler)
öylece hayât-ı ma'neviyye
(manevi hayat) bulur
ve dalâletten (yanlış yoldan)
ibâret olan zulumâttan
(karanlıktan)
kurtulur ve zulumâtta
(karanlıkta) kalanlar ise ebeden
(asla) doğru yolu
bulamazlar.
Devam edecek |