Füsûs-ül Hikem

301. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ ULVİYYE" BEYÂNINDA OLAN FASTIR]

İşte Hz. Şeyh (r.a.)’in îmân-ı Fir'avn'ın (Firavun’un imanının) sıhhati (sağlamlığı) hakkındaki mütâlaaları (düşünceleri) budur. Fütûhât'ın altmış ikinci bâbı (bölümü) müstakıllen (kendi başına) nârdan (ateşten) adem-i hurûca (çıkmamaya) sebeb olan ahvâlin (hallerin) beyânına (açıklamasına) dâirdir (aittir). Burada Fir'avn ve Nemrûd'un misâl (örnek) olarak zikri (anılması), mahzâ (sadece) zikr-i mahal (yerin anılması)  irâde-i hâl (durumu, keyfiyeti isteme) kabîlinden (türünden) olur. Zîrâ (çünkü) Fir'avn birçok seneler da'vâ-yı rubûbiyyet etti (rububiyet iddiasında bulundu).  Ve onun bu hâli şübhe yok ki / nârdan (ateşten) adem-i hurûca (çıkmamaya) sebeb olacak ahvâlden (hallerden) idi. Velâkin (fakat) Kur'ân'ın şehâdeti (şahitliği) vech (yönü) ile kable'l-mevt (ölümden önce) îmân etmekle ve onun bu îmânının sıhhatine (sağlamlığına) zâhir-i Kur'ân'dan (Kuran’da yazılı olduğu gibi, aynen) muktebes (aktarılmış) olan delâil (deliller) burhân (kanıt) olmakla da'vâsında (iddiasında) musırran (ısrar ederek) fevt olan (ölen) Nemrûd'dan, ayrıldı.

Fir'avn'in sıhhat-i imânı (imanının sağlamlığı) hakkındaki tefsirâttan (yorumlardan) fâriğ olduktan (vazgeçtikten) sonra Hz.Şeyh'in    والامر فيه الى الله    buyurması işbu (özellikle bu) tefsîrâtın (yorumların) adem-i kat'iyyetine (kesin, kati olmadığına) delâlet (işaret) etmez. Belki Hz. Şeyh âdet-i seniyyeleri (yüce adetleri) vech (yönü) ile emri (işi), edeben (edep olarak) Hazret-i Hakk'a havâle buyururlar (bırakırlar). Nitekim, Fass-ı Âdemî’de (Adem bölümünde)    فهذا  التعريف  الحق  مما  اد ب  الحق  به  عباده الا د باء الأمناء الخلفاء    buyurmuşlardır. Hakîkatte Hakk'a râci' olmayan (dönmeyen) hiçbir emr (iş, husus) yoktur. Binâenaleyh (bundan dolayı    والامر فيه الى الله    tevakkufa (tereddüte) değil, edeb-maallâha (Allah ile edeb) mahmûl (üzerine kurulmuş) olur.

Sâlisen (üçüncü olarak): Mâdemki Kur'ân ve Hadîs'de Fir'avn'ın nârda (ateşte) muhalled (daimi, sürekli)  olacağı hakkında bir sarâhat (açıklık) yoktur ve Kur'ân'ın zâhirinden (dış yüzünden) anlaşılan ma'nâ dahi onun sıhhat-i îmânının (imanının gerçekliliğinin) cevâzıdır (caiz olduğudur) ve zâhir-i Kur'ân (Kuran’ın zahiri) bu tefsîrin (yorumun) hilâfına (zıddına) müsâid değildir; şu halde Fir'avn'ın adem-i sıhhat-ı îmânına (imanının sağlıklı olmadığına) hüküm (karar vermek) için istinâd edilecek (dayanılacak) hiçbir delîl yoktur. Binâenaleyh (bundan dolayı) bu husûs mahall-i tevakkuf (tereddüt yeri) olamaz. Zîrâ (çünkü) tevakkuf (tereddüt) ancak delâîlin (delillerin) taâruzu (birbirine zıt olması) hâlinde olur. Mevlânâ Câmî Abdürrezzâk Kâşânî, Dâvûd-ı Kayserî ve Abdullah Bosnevî ve Abdülganî Nâblusî ve emsâl (benzeri) ekâbir (k.A.e.) hazarâtı (büyük zatlar) kendi şerhlerini (açıklamalarını) bu esâsât (esaslar) dâiresinde (sınırları içinde) yazmış olmalarıyla Hz. Şeyh'e iftirâ etmiş olamazlar. Zîrâ (çünkü) Bâlî Efendi hazretlerinin buyurdukları gibi kümmelîn-i muhakkıkînden (hakikâte ermiş kamillerden) olan bu zevât-ı âliyenin (yüce zatların) Hz. Şeyh'in rûhâniyyetine (ruh haline) ittisâlleri olmadığı (ulaşamamış olmaları) kabûl edilemez. Ve Bâli Efendi hazretlerinin "Sahih (doğru, gerçek) değildir" dediği Davûd-ı Kayserî hazretlerinin bâlâda (yukarda) mezkûr (bahsedilen)    لَا كان ايمان فر عون في البحر.الخ    kavli (sözleri) Fütûhât-ı Mekkiyye'nin yüz doksan sekizinci bâbında (bölümünde) münderic olan (bulunan) kavl-i Şeyh-i Ekber'in (büyük şeyhin sözlerinin) hülâsasıdır (özüdür). Binâenaleyh (bundan dolayı) Dâvüd-ı Kayserî hazretlerinin bu mütâlaası (düşünceleri) sahîh (doğru, gerçek) olmayınca Hz. Şeyh'in mütâlaası (düşünceleri) dahi sahîh (doğru) olmamak lâzım gelir. Bu ise aslâ vârid değildir (olmamıştır).

Bâlî Efendi hazretleri ibâre-i Fusûs'ta (Fusus’ta bulunan cümlelerden) her birisi imânı Fir'avn'ın (Firavun’un imanının) makbûliyyetine (kabul olunduğuna) ve sıhhatine (sağlamlığına) delîl-i kat'î- (kesin delil) olmadığını kendi şerhinde (açıklamalarında) beş madde ile beyân ettiğinden (anlattığından) bu beş veche (şekle) burada cevâb i'tâsı da (verilmesi de) münâsib (uygun) görüldü.

Devam edecek

 

 
 
İzmir -25.12.2007
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com