Füsûs-ül Hikem

302. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ
ULVİYYE" BEYÂNINDA OLAN FASTIR]
 

Evvelen: (ilk önce) Hz. şeyh'in    وكانت منطقة با لنطق الالهي انه قرة عين لي  ولك لا تقتلوه عسى ان ينفعنا    kavli (sözleri) Hak Teâlâ'nın İbrâhim (a.s.)’dan hikâyeten (hikâye ederek)    بَلْ فَعَلَ  كَبِيرُهُمْ    (Enbiyâ, 21/63) kavli (sözler) kabîlinden (türünden) olmak muhtemeldir.  Bu sûrette Asiye'den sâdır olan (çıkan) bu kavl (söz) Mûsâ (a.s.) için yed-i Fir'avn'dan (Firavun’un eliyle) katilden (öldürülmekten) necât oldu (kurtuldu).  Mûsâ (a.s.) Fir'avn için imân sebebiyle ister kurret-i ayn (göz nuru) olsun ister olmasın müsâvîdir (eşittir).  Zîrâ (çünkü) Mûsâ'nın hayâtına sebeb oldu. İmânı sahîh (gerçek) olmadığı takdirde an-hikmetin (hikmetinden) bu kelâmın (sözlerin) sudûrundan (söylenmesinden) dolayı kizb (yalan) lâzım gelmez. Çünkü o, katilden necâttır (kurtulmuştur). Nitekim, dediği gibi de vâkı' oldu (gerçekleşti). Maahâzâ (bununla beraber) Âsiye bu kavli (sözleri) teşevvuk-ı veledden (çocuk sevgisinde) katilde olan şeyden dolayı ancak murâd-ı Fir'avn Firavun’un arzusu) üzere söyledi. Zîrâ (çünkü) sıbyân (çocuklar) ebeveynin (anne, babanın) kurret-i aynidir (göz nurudur). Şu halde Mûsâ (a.s.) zamân-ı sabâvetinde (çocukluk devresinde) Fir'avn'ın kurret-i ayni (göz nuru) oldu. Böyle olunca Âsiye    عَسَى أَن يَنفَعَنَا    (Kasas. 28/9) kavlinde (sözlerinde) sıhhat-ı îmâna (imanın sağlamlığına) ihtiyâc olmaksızın sâdık (doğru, gerçek) oldu.

Cevâp: Bu beyânın (açıklamanın) rûh-ı ma'nâsı (manasının ruhu) şudur ki: Cenâb-ı Âsiye Mûsâ'yı sevimli bir çocuk olarak gördü. Fir'avn'ın katledeceğinden (öldüreceğinden) korktu. Kalb-i Fir'avn'da (Firavun’un kalbinde) çocuk muhabbeti (sevgisi) olduğunu bildiği için Fir'avn'ın arzûsuna muvâfik (uygun) olarak: Bu çocuk benim ve senin için kurret-i ayndır, (göz nurudur) onu öldürmeyiniz; belki bize menfaati (faydası) olur, dedi. Ve Fir'avn çocuk sevdiği için Mûsâ (a.s.) zamân-ı sabâvetinde (çocukluk devresinde) Fir'avn'ın kurret-i aynı (göz nuru) oldu ve Âsiye'nin bu sözü ile katilden (öldürülmekten) kurtuldu. Şu halde Âsiye bu sözü zevci (kocası) olan Fir'avn'ın Mûsâ’yı sevmek sûretiyle intifâ'ını (faydalanmayı) kasd (niyet) eylediği için onu katilden (öldürülmekten) kurtarmak mülâhazasıyla (düşüncesiyle) söyledi. Ve bu sözünde kâzib (yalan) olmadı. Demek ki bu söz Âsiye'nin ilminden ve dirâyet (zekâ) ve fetânetinden (anlayışından) mütevellid (doğmuş) bir sözdür. Ve bunu kalbinde merhameti olan her bir dirâyetli (zeki, anlayışlı) kadın zevc-i zâlime (zalim kocasına) karşı söyleyebilir. Bu ise nutk-ı ilâhî (ilahi sesleniş) ile nâtık olmak (konuşmak) değildir. Belki mizâc-gîrâne (hoşa gidecek tarzda) bir sözdür. Diğer taraftan sıbyân (çocuklar) ebeveynin (ana babanın) kurret-i ayni (göz nuru) olabilir ise de gerek Âsiye ve gerek Fir'avn cenâb-ı Mûsâ'nın ebeveyni (annesi ve babası) olmadığından bu i'tibâr ile (bakımdan) onların kurret-i ayni (göz nuru) olamaz. Binâenaleyh (bundan dolayı) Mûsâ'nın zamân-ı sabâvetinde (çocukluk devresinde) Fir'avn'ın kurret-i ayni (göz nuru) olması vârid değildir (düşünülemez). Zîrâ (çünkü) Fir'avn gibi bir cebbâr (zorba), sevmek sûretiyle intifâ' etmek (faydalanmak) için Mûsâ'dan başka, kendisine istediğinden a'lâ (daha yüksek) binlerce çocuk tedârik edebilir (bulabilir) idi. Fir'avn'ın Mûsâ'yı / sevmesi ve okşaması aslâ kendisi için nef’ (fayda) değildir. Böyle olunca cenâb-ı Mûsâ (Musa a.s.) Hz. şeyh-i Ekber'in (Hz. büyük şeyhin) metn-i şerîfte (mübarek yazısında)    وكان قرة عين لغرعون بالايماان    buyurduğu gibi Fir'avn'ın ancak îmân sebebiyle kurretü'l-ayni (göz nuru) olur. Demek ki Allah Teâlâ garkı indinde (boğulması sırasında) Fir'avn'a bir îmân i'tâ eyledi (verdi) ki, bu imân sebebiyle Mûsâ (a.s.) Fir'avn'ın (Firavun’un) kurret-i ayni (göz nuru) oldu. Halbuki Fir'avn îmân etmekle gark olmaktan (boğulmaktan) halâs olamadı (kurtulamadı). Şu halde îmânının semeresini (meyvelerini) âlem-i şehâdette (dünyada) göremedi. Bu i'tibârla (bakımdan) Mûsâ (a.s.) Fir'avn'ın kurret-i ayni (göz nuru) olamaz Binâenaleyh (bundan dolayı) bu İmânın semeresini (neticelerini) görmek âhirete kaldı. Ve âhirette [semeresi] (neticesi) görülecek îmân ise makbûl (kabul olunan) ve sahîh (halis, kusursuz, gerçek) olan îmândır. Ve işte Allah Teâlâ'nın inde'l-gark (boğulma esnasında) F'ir'avn'a i'tâ eylediği (verdiği) bu îmân-ı makbûl (kabul olunan imanın) ve sahîh (doğruluğu) ile Mûsâ (a.s.) Fir'avn’ın (Firavun’un) kurretü’l-aynî (göz nuru) olur. Ve bu sûrette de cenâb-ı Âsiye nutk-ı ilâhî (ilahi konuşma (Hakk’ın konuşturması) ile nâtık olmuş (konuşmuş) olur. Çünkü Fir'avn'ın âkıbeti (sonunun) böyle olacağını bilmediği halde, onun için cenâb-ı Mûsâ'nın kurretü'l ayni (göz nuru) olacağını söyledi. Eğer Fir'avn bu îmânının semeresini (meyvelerini) dünyâda iktitâf edemediği (toplayamadığı) gibi âhirette dahi göremeyecek idiyse Mûsâ (a.s.) Fir'avn'ın hiç de kurretül-ayni (göz nuru) olamaz, bilakis onun sebeb-i belâsı (belasının sebebi) olur. Çünkü mülk-i sûrîsi (suret ülkesi, (madde bedeni)) onun yediyle (eliyle) muzmahil (yok) oldu ve hayât-ı sûrîsinin (suretinin hayatı)  zevâliyle (sona ermesiyle) de azâb-ı ebedîye (sonsuz azaba) giriftâr (tutulmuş) olacaktır. Ve bu sûrette (şekilde) de cenâb-ı Âsiye'nin kelâmı (sözleri) haşv (boş, faydasız olması) lâzım gelir. Ve nutk-ı haşv (faydasız, boş sözler söylemek) ise nutk-ı ilâhi (Hakk’ın  sözleri) olamaz. Ve kezâ (aynı şekilde) cenâb-ı Âsiye'nin nef’i (faydası) mazhar-i kemâl (kemalin göründüğü mahal olması) ve Fir'avn'ın nef’i (faydası) dahi ancak nâiliyyet-i îmân (imana ulaşmak) olmuş olur. Binâenaleyh (bundan dolayı) ibâre-i Fusûs (Fusus’ta geçen cümleler) sûret-i kat'iyyede (kesin surette) imânı-i Fir'avn'ın (Firavun’un imanının) sıhhatine (doğruluğuna, sağlamlığına) delâlet (işaret) eder.
Devam edecek

 

 
 
İzmir -01.01.2008
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com