[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ ULVİYYE"
BEYÂNINDA OLAN FASTIR]
İşte bu etfâl-i Benî İsrâîl'in
(İsrailoğullarınının çocukları)
Mûsâ (a.s.) yüzünden katli
(öldürülmesi) ve
onların hayatlarının müctemian
(toplu bir halde)
ruh-i Mûsevi (Musevi ruh)
âlemine rücû'u
(geri dönmesi) sûretiyle imdâd
(yardım) etmeleri,
Mûsâ (a.s.)’a bir ihtisâs-ı ilâhîdir
(Hakk’ın ihtisasıdır (kendine
mahsus kılmasıdır)).
Zîrâ (çünkü)
ondan evvel bu hal, hiçbir nebi
(peygamber) için vâkı'
olmamıştır
(gerçekleşmemiştir).Ve ''hikmet-i ulviyye"
(yüce hikmet)
sâhibi olan Mûsâ (a.s.)’ın hikemi
(hikmetleri) çoktur.
Ve ben inşâallâhû Teâla
(Allah nasip ettiyse) bu hikemlerden
(hikmetlerden) emr-i
ilâhi (Hakk’ın emri)
ile hâtırıma ilkâ olunanlarını
(ilham olunanları, gelenleri)
bu fass-ı şerîfte
(şerefli bölümde)
beyân edeceğim
(açıklayacağım). İşte etfâl-i Benî İsrâil'in
(İsrailoğullarının çocukları)
Mûsâ (a.s.) yüzünden katledilmiş
(öldürülmüş) olmaları
hikmeti, rû'yâ-yı sâlihada (gerçek rüyada) sûret-i
Muhammediyyeden şifâhen (Hz.
Muhammed’in kendi ağzından) ahz ü telakkî
(alıp, kabul) edip bu
fasta (bölümde)
beyân edeceğim (anlatacağım)
hikmetlerin evvelkisidir
(ilkidir).
İmdi Mûsâ (a.s.) kuvâ-yı fa'âleyi cem" etmekle, ancak
ervâh-ı kesîrenin mecmû'u olduğu halde doğdu: Zîrâ sağîr
kebîrde müessirdir. Sen çocuğu görmez misin? Hâssıyyetle
büyükte tasarruf eder. Binâenaleyh, kebîr kendi
riyâsetinden ona nâzil olup onunla mülâabe eder ve ona
çocukça söyler ve ona onun aklıyla zâhir olur. Böyle
olunca o, onun taht-ı teshîrindedir. Halbuki o, vâkıf
değîldir. Ondan sonra onu kendi terbiyesine ve
himâyesine ve mesâlihinin tefakkudüne ve temînine meşgûl
kılar, tâ ki sadrı dıyk olmaya. İşte bunun hepsi sağîrin
kebîrde olan fiilindendir ve bu makâmın kuvvetinden
nâşîdir. Zîrâ çocuk Rabb'ine hadîs-i ahddir, çünkü yeni
olmuştur. Halbuki kebîr eb'addir. İmdi Allah Teâlâ'ya
akreb olan kimse Allah Teâlâ'dan eb'ad olan kimseyi
teshîr eder. Nitekim, mukarrabîn olan pâdişâhın havâssı,
ona mukarrabiyyetlerinden dolayı eb’ad olanları teshîr
ederler. Resûlullah (s.a.v.) nüzûlü vaktinde kendisini
yağmura ibrâz ederdi ve onun isâbet etmesi için başını
açardı ve "Onun Rabb'ine olan ahdi yenidir" buyurur idi.
İmdi bu Nebî’nin bu ma'rifet-i billâhına bak ki, onu ne
şey ecell ü a'lâ ve evzah eyledi! Şu halde yağmur,
Rabb'ine onun kurbu olduğu için, efdal-i beşeri teshîr
eyledi. Binâenaleyh, vahy ile nâzil olan resûl gibi idi.
Böyle olunca onu hâl ile bizâtihi da'vet etti.
Rabb'inden ona getirdiği şey ona isâbet etmek için,
kendini ona ibrâz eder idi. İmdi ondan ona isâbet eden
şey sebebiyle onun için fâide-i ilâhiyye hâsıl olmasa
idi, kendi nefsini ona ibrâz etmez idi. Bu risâlet,
suyun risâletidir ki, Allah Teâlâ diri olan her şeyi
ondan halk eyledi. İyi anla! (2).
Ya'ni Mûsâ (a.s.), kendisine kuvâ-yı fa'âle
(etkin, faal kuvveler)
mesâbesinde (derecesinde)
bulunan etfâl-i maktûlenin
(ölmüş çocukların)
ervâhını (ruhlarını)
cem' etmekle (toplamakla),
bu ervâh-ı
kesîrenin (çok ruhların)
hey'et-i mecmûası
(bütün hepsi, tamamı) olduğu halde doğdu.
Zîrâ (çünkü) çocuk
büyükte tasarruf etmek / sûretiyle müessirdir
(etkendir). Sen
çocuğun hâcet-i tufûliyyeti
(çocukluk ihtiyaçları) ile büyükte fâil
(etki eden, istediğini yapan)
ve mutasarrıf olduğunu
(tasarruf ettiğini,
kullandığını) görmez misin? İşte çocuğun
mertebesine tenezzül edip
(inip) onunla oynaşır ve onun "su" diyeceği
yerde "buva" ve "taâm"
(yemek) diyeceği yerde "mama" ve "sıcak"
diyeceği yerde de "cıs" der. "İyi"ye "cici" ve "fenâ"ya
"kaka" sözleriyle çocukça söyler ve ona çocuğun akli
derecesinde gürünür. İşte
كلموا الناس على قدر عقولهم
buyrulması da bu hakîkate müsteniddir
(dayanmaktadır) .
Böyle olunca büyük küçüğün taht-ı
teshîrindedir (tesiri, etkisi
altındadır).Hakîkat böyle iken büyük, çocuğun
taht-ı teshîrinde (emri
altında) olduğuna vâkıf
(bilinçli) değildir,
ya'ni bundan gâfildir
(habersizdir). Çocuk büyüğü kendi mertebesine
tenzîl ettikten (indirdikten)
sonra, o büyüğü kendi terbiyesine ve
himâyesine (korunmasına)
ve mesâlihinin
(işlerinin) tesviyesine
(düzeltilmesine) ve
gönlü darlaşmamak için kendisinin te'nîsine
(alıştırılmasına, munis
kılınmasına) meşgûl kılmak sûretiyle de
teshîr eder (tasarruf eder,
kendine bağlar).
İşte bu zikrolunan
(anlatılan) hallerin cümlesi
(hepsi),
küçüğün büyükte olan te'sîrinden
(tasarrufundan) ve bu
tasarruf tufüliyyet
(çocukluk) makâmının kuvvetinden nâşîdir
(dolayıdır).Çünkü
çocuğun Rabb'ine ittisâli
(bitişik olduğu) zamânı yenidir ve o yeni
vücûd (varlık)
bulmuştur. O Rabb'ine karîbü'l-ahddir
(andı, sözleşmesi yakın zaman da
olmuştur).
Böyle olunca Allah Teâlâ'ya en yakın olan Allah
Teâlâ'dan en uzak olanı teshîr
(kendine tabi kılar, emrine
alır, tasarruf) eder. Bunun bu âlemde
(dünyada) misâli
(örneği) zâhirdir
(görülür).
Selâtîn-i sûriyyenin
(siyasi saltanat sahiplerinin
(sultanların) mukarrabîn
(yakınları) olan
havâss-ı bendegânı, (saygın
hizmetkârları) o pâdişâha olan kurblerinden
(yakınlıklarından)
dolayı pâdişâhın daha uzak olan bendegânını
(hizmetkârlarını)
teshîr ederler (kendilerine
itaat ettirirler, onlarda tasarruf ederler).
Resûlullah s.a.v.) Efendimiz, yağmur yağarken vücûd-ı
şerîflerini (mübarek
vücutlarını) yağmura tutarlar ve yağmur
isâbet etmek için, mûbârek başlarını açarlar ve sebebi
kendilerinden istifsâr olundukda
(sorulduğunda):
"Rabb'ine olan ahdi
(yemini) yenidir"
buyururlar idi. Sen bu hâtem-i enbiyâ
(nebilerin sonuncusu)
(s.a.v.)’in şu ma'rifet-i billâhına
(Allah bilgisi hakkındaki
ilmine) bak ki, o ma'rifet
(ilim) ne ecelî
(büyük, ne ulu) ve ne
a’lâ (yüce) ve ne
evzahdır (açıktır)!
Yağmur, Rabb'ine zamânen
(zaman bakımından) karîbü'l-ittisâl
(ittisâli yakın)
olduğu için, efdal-i beşer
(insanların en üstünü) olan (S.a.v.)’i teshîr
eyledi (kendine çekti). Binâenaleyh (bundan dolayı)
yağmur, cenâb-ı Peygamber'e vahy ile nâzil olan
(inen) resûl, ya'nî
Cibrîl (Cebrail)
(a.s.) gibi idi. Meleğin lisân-ı vahy
(vahiy dili) ile
daveti gibi, yağmur dahi cenâb-ı Peygamber'i lisân-ı hâl
(hal dili) ile
bizâtihî (kendinden)
da'vet eyledi. Zîrâ
(çünkü) kümmel
(kâmiller),
havâss-i zâhir (dış
duyular (beş duyu) ile idrâk ettikleri şeyin
kâffesinde, (hepsinde)
kendilerine hazret-i ilâhiyyeden
(İlahi mertebeden),
suver-i
mahsüsâtta (somut suretlerde)
nâzil olan (inen)
ma'nâları bulurlar. Husûsiyle
(özelliğiyle)
"yağmur" hazret-i İlâhiyyeden
(İlahi mertebeden)
nâzil olan (inen)
/ "ilm"in sûretidir. Ve yağmura "ibrâz-ı nefs"
(kendini gösterme)
rûh-ı kâmilin (kâmil ruhun)
kendi üzerine ifâza olunan
(feyizlendiren)
feyzin telakkîsine (kabulune)
ve "keşf-i re's" (başını
açmak) dahi zuhûr-i hakâyık ve ulûmdan
(hakikkatlerin ve ilimlerin
ortaya çıkmasından) mevâni'in
(engellerin) ref’ine
(kalkmasına) ve
maâni-i külliyye ve cüz'iyyenin
(tümel ve cüz manaların)
mahall-i zuhûru (açığa
çıktığı, göründüğü yer) dimâğ
(şuur) olduğuna
işârettir. Nasıl ki vicdâniyyâtın
(vicdan ile ilgili şeylerin)
mahall-i husûlû
(oluştuğu, çıktığı yer) "kalb"dir. İmdi
(buna göre)
Râbb'inden cenâb-ı Peygamber'e getirdiği hayât ve ilim
ve feyz-i ilâhi (İlahi feyz)
kendilerine isâbet etmek için vücûd-ı
şerîflerini (mübarek
vücutlarını) yağmura ibrâz eder
(gösterirler) idi.
Binâenaleyh (bundan dolayı)
yağmurdan (S.a.v.) Efendimiz'e isâbet eden
feyz-i ilâhi (İlahi feyz)
sebebiyle, o yağmurdan kendileri için fâide-i
ilâhiyye (İlahi faydası)
hâsıl olmasa
(oluşmasa) idi, vücûd-ı şerîflerini
(mübarek vücutlarını)
yağmura ibrâz etmez
(göstermez) idi. Yağmurun bu risâleti
(resullüğü)
suyun risâletidir
(resullüğüdür)
ki, Allah Teâlâ hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de
وَجَعَلْنَا
مِنَ
الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ
(Enbiyâ, 21/30) âyet-i kerîmesinde beyân buyurduğu
(bildirdiği) üzere
hayât sâhibi olan her şeyi sudan halk eyledi.
(yarattı) Bu hikmeti
(İlahi gayeyi, gizli sırrı)
iyi anla!
Devam edecek |