Füsûs-ül Hikem

311. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE   MÜNDEMİC   "HİKMET-İ ULVİYYE"   BEYÂNINDA   OLAN   FASTIR]

İşte bu etfâl-i Benî İsrâîl'in (İsrailoğullarınının çocukları) Mûsâ (a.s.) yüzünden katli (öldürülmesi) ve onların hayatlarının müctemian (toplu bir halde) ruh-i Mûsevi (Musevi ruh) âlemine rücû'u (geri dönmesi) sûretiyle imdâd (yardım) etmeleri, Mûsâ (a.s.)’a bir ihtisâs-ı ilâhîdir (Hakk’ın ihtisasıdır (kendine mahsus kılmasıdır)). Zîrâ (çünkü) ondan evvel bu hal, hiçbir nebi (peygamber) için vâkı' olmamıştır (gerçekleşmemiştir).Ve ''hikmet-i ulviyye" (yüce hikmet) sâhibi olan Mûsâ (a.s.)’ın hikemi (hikmetleri) çoktur. Ve ben inşâallâhû Teâla (Allah nasip ettiyse) bu hikemlerden (hikmetlerden) emr-i ilâhi (Hakk’ın emri) ile hâtırıma ilkâ olunanlarını (ilham olunanları, gelenleri) bu fass-ı şerîfte (şerefli bölümde) beyân edeceğim (açıklayacağım). İşte etfâl-i Benî İsrâil'in (İsrailoğullarının çocukları) Mûsâ (a.s.) yüzünden katledilmiş (öldürülmüş) olmaları hikmeti, rû'yâ-yı sâlihada (gerçek rüyada) sûret-i Muhammediyyeden şifâhen (Hz. Muhammed’in kendi ağzından) ahz ü telakkî (alıp, kabul) edip bu fasta (bölümde) beyân edeceğim (anlatacağım) hikmetlerin evvelkisidir (ilkidir).

İmdi Mûsâ (a.s.) kuvâ-yı fa'âleyi cem" etmekle, ancak ervâh-ı kesîrenin mecmû'u olduğu halde doğdu: Zîrâ sağîr kebîrde müessirdir. Sen çocuğu görmez misin? Hâssıyyetle büyükte tasarruf eder. Binâenaleyh, kebîr kendi riyâsetinden ona nâzil olup onunla mülâabe eder ve ona çocukça söyler ve ona onun aklıyla zâhir olur. Böyle olunca o, onun taht-ı teshîrindedir. Halbuki o, vâkıf değîldir. Ondan sonra onu kendi terbiyesine ve himâyesine ve mesâlihinin tefakkudüne ve temînine meşgûl kılar, tâ ki sadrı dıyk olmaya. İşte bunun hepsi sağîrin kebîrde olan fiilindendir ve bu makâmın kuvvetinden nâşîdir. Zîrâ çocuk Rabb'ine hadîs-i ahddir, çünkü yeni olmuştur. Halbuki kebîr eb'addir. İmdi Allah Teâlâ'ya akreb olan kimse Allah Teâlâ'dan eb'ad olan kimseyi teshîr eder. Nitekim, mukarrabîn olan pâdişâhın havâssı, ona mukarrabiyyetlerinden dolayı eb’ad olanları teshîr ederler. Resûlullah (s.a.v.) nüzûlü vaktinde kendisini yağmura ibrâz ederdi ve onun isâbet etmesi için başını açardı ve "Onun Rabb'ine olan ahdi yenidir" buyurur idi. İmdi bu Nebî’nin bu ma'rifet-i billâhına bak ki, onu ne şey ecell ü a'lâ ve evzah eyledi! Şu halde yağmur, Rabb'ine onun kurbu olduğu için, efdal-i beşeri teshîr eyledi. Binâenaleyh, vahy ile nâzil olan resûl gibi idi. Böyle olunca onu hâl ile bizâtihi da'vet etti. Rabb'inden ona getirdiği şey ona isâbet etmek için, kendini ona ibrâz eder idi. İmdi ondan ona isâbet eden şey sebebiyle onun için fâide-i ilâhiyye hâsıl olmasa idi, kendi nefsini ona ibrâz etmez idi. Bu risâlet, suyun risâletidir ki, Allah Teâlâ diri olan her şeyi ondan halk eyledi. İyi anla! (2).

Ya'ni Mûsâ (a.s.), kendisine kuvâ-yı fa'âle (etkin, faal kuvveler) mesâbesinde (derecesinde) bulunan etfâl-i maktûlenin (ölmüş çocukların) ervâhını (ruhlarını) cem' etmekle (toplamakla),  bu ervâh-ı kesîrenin (çok ruhların) hey'et-i mecmûası (bütün hepsi, tamamı) olduğu halde doğdu. Zîrâ (çünkü) çocuk büyükte tasarruf etmek / sûretiyle müessirdir (etkendir). Sen çocuğun hâcet-i tufûliyyeti (çocukluk ihtiyaçları) ile büyükte fâil (etki eden, istediğini yapan) ve mutasarrıf olduğunu (tasarruf ettiğini, kullandığını) görmez misin? İşte çocuğun  mertebesine tenezzül edip (inip) onunla oynaşır ve onun "su" diyeceği yerde "buva" ve "taâm" (yemek) diyeceği yerde "mama" ve "sıcak" diyeceği yerde de "cıs" der. "İyi"ye "cici" ve "fenâ"ya "kaka" sözleriyle çocukça söyler ve ona çocuğun akli derecesinde gürünür. İşte    كلموا الناس على قدر عقولهم    buyrulması da bu hakîkate müsteniddir (dayanmaktadır) . Böyle olunca büyük küçüğün taht-ı teshîrindedir (tesiri, etkisi altındadır).Hakîkat böyle iken büyük, çocuğun taht-ı teshîrinde (emri altında) olduğuna vâkıf (bilinçli) değildir, ya'ni bundan gâfildir (habersizdir). Çocuk büyüğü kendi mertebesine tenzîl ettikten (indirdikten) sonra, o büyüğü kendi terbiyesine ve himâyesine (korunmasına) ve mesâlihinin (işlerinin) tesviyesine (düzeltilmesine) ve gönlü darlaşmamak için kendisinin te'nîsine (alıştırılmasına, munis kılınmasına) meşgûl kılmak sûretiyle de teshîr eder (tasarruf eder, kendine bağlar).

İşte bu zikrolunan (anlatılan) hallerin cümlesi (hepsi), küçüğün büyükte olan te'sîrinden (tasarrufundan) ve bu tasarruf tufüliyyet (çocukluk) makâmının kuvvetinden nâşîdir (dolayıdır).Çünkü çocuğun Rabb'ine ittisâli (bitişik olduğu) zamânı yenidir ve o yeni vücûd (varlık) bulmuştur. O Rabb'ine karîbü'l-ahddir (andı, sözleşmesi yakın zaman da olmuştur). Böyle olunca Allah Teâlâ'ya en yakın olan Allah Teâlâ'dan en uzak olanı teshîr (kendine tabi kılar, emrine alır, tasarruf) eder. Bunun bu âlemde (dünyada) misâli (örneği) zâhirdir (görülür). Selâtîn-i sûriyyenin (siyasi saltanat sahiplerinin (sultanların) mukarrabîn (yakınları) olan havâss-ı bendegânı, (saygın hizmetkârları) o pâdişâha olan kurblerinden (yakınlıklarından) dolayı pâdişâhın daha uzak olan bendegânını (hizmetkârlarını) teshîr ederler (kendilerine itaat ettirirler, onlarda tasarruf ederler).

Resûlullah s.a.v.) Efendimiz, yağmur yağarken vücûd-ı şerîflerini (mübarek vücutlarını) yağmura tutarlar ve yağmur isâbet etmek için, mûbârek başlarını açarlar ve sebebi kendilerinden istifsâr olundukda (sorulduğunda): "Rabb'ine olan ahdi (yemini) yenidir" buyururlar idi. Sen bu hâtem-i enbiyâ (nebilerin sonuncusu) (s.a.v.)’in şu ma'rifet-i billâhına (Allah bilgisi hakkındaki ilmine) bak ki, o ma'rifet (ilim) ne ecelî (büyük, ne ulu) ve ne a’lâ (yüce) ve ne evzahdır (açıktır)! Yağmur, Rabb'ine zamânen (zaman bakımından) karîbü'l-ittisâl (ittisâli yakın) olduğu için, efdal-i beşer (insanların en üstünü) olan (S.a.v.)’i teshîr eyledi (kendine çekti). Binâenaleyh (bundan dolayı) yağmur, cenâb-ı Peygamber'e vahy ile nâzil olan (inen) resûl, ya'nî Cibrîl (Cebrail) (a.s.) gibi idi. Meleğin lisân-ı vahy (vahiy dili) ile daveti gibi, yağmur dahi cenâb-ı Peygamber'i lisân-ı hâl (hal dili) ile bizâtihî (kendinden) da'vet eyledi. Zîrâ (çünkü) kümmel (kâmiller), havâss-i zâhir (dış duyular (beş duyu) ile idrâk ettikleri şeyin kâffesinde, (hepsinde) kendilerine hazret-i ilâhiyyeden (İlahi mertebeden),  suver-i mahsüsâtta (somut suretlerde) nâzil olan (inen) ma'nâları bulurlar. Husûsiyle (özelliğiyle) "yağmur" hazret-i İlâhiyyeden (İlahi mertebeden) nâzil olan (inen) / "ilm"in sûretidir. Ve yağmura "ibrâz-ı nefs" (kendini gösterme) rûh-ı kâmilin (kâmil ruhun) kendi üzerine ifâza olunan (feyizlendiren) feyzin telakkîsine (kabulune) ve "keşf-i re's" (başını açmak) dahi zuhûr-i hakâyık ve ulûmdan (hakikkatlerin ve ilimlerin ortaya çıkmasından) mevâni'in (engellerin) ref’ine (kalkmasına) ve maâni-i külliyye ve cüz'iyyenin (tümel ve cüz manaların) mahall-i zuhûru (açığa çıktığı, göründüğü yer) dimâğ (şuur) olduğuna işârettir. Nasıl ki vicdâniyyâtın (vicdan ile ilgili şeylerin) mahall-i husûlû (oluştuğu, çıktığı yer) "kalb"dir. İmdi (buna göre) Râbb'inden cenâb-ı Peygamber'e getirdiği hayât ve ilim ve feyz-i ilâhi (İlahi feyz) kendilerine isâbet etmek için vücûd-ı şerîflerini (mübarek vücutlarını) yağmura ibrâz eder (gösterirler) idi. Binâenaleyh (bundan dolayı) yağmurdan (S.a.v.) Efendimiz'e isâbet eden feyz-i ilâhi (İlahi feyz) sebebiyle, o yağmurdan kendileri için fâide-i ilâhiyye (İlahi faydası) hâsıl olmasa (oluşmasa) idi, vücûd-ı şerîflerini (mübarek vücutlarını) yağmura ibrâz etmez (göstermez) idi. Yağmurun bu risâleti (resullüğü) suyun risâletidir (resullüğüdür) ki, Allah Teâlâ hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de    وَجَعَلْنَا  مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ    (Enbiyâ, 21/30) âyet-i kerîmesinde beyân buyurduğu (bildirdiği) üzere hayât sâhibi olan her şeyi sudan halk eyledi. (yarattı) Bu hikmeti (İlahi gayeyi, gizli sırrı) iyi anla!

Devam edecek

 

 
 
İzmir -04.03.2008
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com