VIII
BU
FAS KELİME-İ YA'KUBİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN
"HİKMETİ
RÜHİYYE" BEYÂNINDADIR
Mesnevi:
Enbiyâ-yı
izâm (büyük
Peygamber) hazarâtının (hazretlerinin) adîmü'l-isti'dâd
olan
(istidadı olmayan) kimselere hidâyet (doğru
yol) bahş olmadıkları (ihsan edilmediği) bu Fass-ı
Ya'kubî'de (Ya’kubi kısmında) beyân
buyurulmuş (bildirilmiş)
idi. Mesnevi-i
Şerîfin cild-i sâlisinde (üçüncü
cildinde) bu ma'nâ Hz. Mevlânâ (r.a.) tarafından
tafsil buyurulduğundan (izah
edildiğinden),
bu bahsin tercüme ve şerh sûretiyle
(açıklama yaparak) bu fass-ı münîfe (değerli
esere) ilhâkı (ilavesi)
münâsib (uygun)
görüldü:
Tercüme:
"İsâ (a.s)’nın ahmaklardan dağbaşına firârı (kaçması)
ve bir kimsenin onu ta'kib ederek suâl
etmesi."
Mesnevî:
Tercüme:
"Îsâ b. Meryem (a.s.) bir dağa kaçar idi. Güyâ arslan
onun kanını dökecek idi. Birisi onun arkasından koşup:
"Hayrola, arkanda kimse yoktur. Kuş gibi ne kaçıyorsun?"
dedi."
Mesnevî:
Tercüme:
"O, aceleyle öyle çabuk koşuyordu ki, kendisinin sür'atinden
o sâile (soru
sorana) cevâp vermedi." "Çüft" (eşit)
, cîm-i
fârisînin zammı (Farsça’daki cim) ile "çüst"
ya'nî "çabuk" ma'nâsına gelir. Hind şârihleri (Hindli
şerhçiler, kitabın açıklamasını yapanlar) bu
kelimeyi cîm-i fârisî (Farsça’daki
cim harfi) ile almışlardır. Şerh-i
Ankaravi'de cim-i Arabî’nin zammı (Arapça’daki
cim) ile "cüft" (eşit)
sûretinde (şeklinde)
zabtedilmiş (anlaşılmış,
kavranılmış) ve "şitâbla cüft", ya'ni
"eş olduğu hâlde" ma'nâsı verilmiştir.
Mesnevi:
Tercüme:
"İsâ (a.s.)’ın arkasından bir iki meydan tayy eyledi (atladı,
geçti) . Ba'dehû (daha
sonra) kemâl-i cidd (olgun
bir ciddiyet) ile Îsâ (a.s.)’ı çağırdı.
"Allah rızâsı için bir lahza (kısa
bir an) dur! Zîrâ senin firârından (kaçışından)
benim bir müşkilim vardır. Ey kerîm, kimden bu
tarafa kaçıyorsun? Arkanda ne arslan, ne düşman havfı (korkusu)
ve ne de başka korku yoktur!"
Mesnevi:
Tercüme:
"Git, ahmaktan kaçıyorum. Kendimi kurtarıyorum. Bana
bağ olma, dedi."
Şerh:
"Ahmak"tan murad, emr-i maâdda (ahiret
ile ilgili hususları) bî-temyîz olan (ayırt edemeyen) kimselerdir. Ulûm
(ilim)
ve fünûn-ı zâhirede (fen
ilminde) kılı kırk yaran ve fakat muammâ-yı vücudunun
(vücudunun
bilinmeyen karmaşık yapısının) nereden geldiğini
ve niçin geldiğini ve nereye gittiğini ve niçin gittiğini
anlamak merâkını hissetmeyen kimselerden zekâvet (zekilik,
kavrayış) ve temyîz-i sahîh (doğruyu
ayırt etmek) pek uzaktır. Bu zümre-i humeka (ahmak
kişiler) kendilerinin cüz'-i kâinât (kainatın bir parçası) olduğunu
i'tirâf ederler. Ve kendileri tarafından bir maksatla îcâd
olunan (yapılan)
bir makineye, biri çıkıp da: "Bunda hiçbir
maksad yoktur ve bu makine bir âlim ve hayy ve mürîdin masnû'u
(yaptığı
şeyler) değildir. Böylece / işleyip harâb
olur" demiş olsa, cinnetine hükm ederler (cinnet geçirdiğine karar verirler).
Maahâzâ (bununla
beraber) kendileri gibi ekmel (mükemmel)
bir makinenin bir Hayy-i Alim'in ve bir Mürîd-i
Muktedir'in masnû'u (yaptığı
şeyler) olmadığına i'tikâd ederler (inanırlar).
Ve
bundan kendileri cüz' (bir
kısım, bir parça) oldukları hâlde, küllerinden (bütünlerinden) daha mükemmel ve
onun hâiz (sahip)
olmadığı evsâf (vasıflar
ile muttasıf (vasıflanmış) oldukları netîcesi
çıkacağını idrâk etmezler. Halbuki onlara "Küll (bütün) , kendi cüz'ünün (parçasının) evsâfını (vasıflarına)
hâiz (sahip)
olmaz" denilse gülerler. Bunların ulûm-i zâhiredeki
(zahir ilimlerindeki) dikkâtlerine
bakın, bu hükümlerindeki gafletlerine bakın!
…………………………….. (Haşr, 59/2)
İşte
bunun için Hz. Mevlânâ (kuddise sırruhu'l-a'lâ) efendimiz
bir beyt-i şerîflerinde:
Ya'nî
"Böyle bir kimse ulum-i zâhirede (zahir
ilimlerde) zekî-i mutlak (gerçekten
zeki) olsa bile mâdemki onda bu temyîz (ayırt
etme) yoktur, o ahmaktır." buyururlar. Ve
(S.a.v.) Efendimiz'in ………………………………….
hadîs-i şerifinde beyân buyurulan (bildirilen)
ahmak, bu zümreden (sınıftan)
olan hâm-ı ezelîdir (ezelde
hamdır, çiğdir).
Bunlara Enbiyânın (Peygamberlerin) nasâyıhı (nasihatları)
te'sîr etmez.
Mesnevî:
Tercüme:
"O kimse dedi: Nihâyet sen o Mesihâ (Hz.
İsa) değil misin ki, a'mâlar ve sağırlar senden
doğrulur ve şifâ bulur? Hz. İsâ: Evet, dedi. O kimse: Sen o
şâh (padişah) değil misin ki,
mahall-i füsûn-ı gaybsın? Sen o füsûnu (sihiri)
bir ölü üzerine okuduğun vakit, av avlamış
arslan gibi sıçrar, dirilir! / İsâ (a.s) dedi: Evet, o
benim. O kimse cevap verdi ki: Ey hûb-rû çamurdan (çamurdan
güzel yüzlü) kuşlar yapan sen değil misin!"
Mesnevî:
Tercüme:
"O kuşa nefh edersin (üflersin)
de sebük-cân olur (hemen
canlanır).
Derhâl havada uçar." Bu beyit (Ankaravî
nüshasında mevcûd değildir. Nüsah-ı hindiyyede mündericdir.)
Mesnevi:
Tercüme:
"Îsâ (a.s) buyurdu: Evet! O kimse dedi: O halde, ey rûh-ı
pâk (temiz
ruhlu) her ne istersen yaparsın, korku kimdendir? Böyle
bir burhân (delil,
kanıt) ile cihânda kimdir ki senin bendelerinden (kullarından)
olmasın? Îsâ (.a.s) buyurdu ki: Teni îcâd eden
(madde bedeni yaratan) ve ezelde (geçmişte,
başlangıcı olmayan zamanda) cânı halk eyleyen (canı yaratan) Hakk'ın zât-ı pâkine
(temiz
zatına) kasem (yemin)
ederim ki ve O Allah'ın zâtının ve sıfâtının
hürmeti hakkı için ki, felek onun girîbân-çâk-i aşkıdır,
(aşktan
yakası yırtılmıştır) o efsûn (sihirbaz,
gözbağcı) ve ism-i a'zamı ki, ben körler ve sağırlar
üzerine okudum; iyi oldu. Taşlı dağ üzerine okudum; yarıldı.
Hırka-i cismini kendi vücûdu üzerinde göbeğine kadar yırttı.
Ölmüş bir ten üzerine okudum; diri oldu. Lâşe (kıyıda
kalmış gemi teknesi) üzerine okudum; bir şey
oldu."
(Devam edecek)
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-27.08.2003
http://gulizk.com
|