76. Bölüm

VIII

BU FAS KELİME-İ YA'KUBİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN

"HİKMETİ RÜHİYYE"   BEYÂNINDADIR 

Mesnevi:

Enbiyâ-yı izâm (büyük Peygamber) hazarâtının (hazretlerinin) adîmü'l-isti'dâd olan (istidadı olmayan) kimselere hidâyet­ (doğru yol) bahş olmadıkları (ihsan edilmediği) bu Fass-ı Ya'kubî'de (Ya’kubi kısmında) beyân buyurulmuş (bildirilmiş) idi. Mesnevi-i Şerîfin cild-i sâlisinde (üçüncü cildinde) bu ma'nâ Hz. Mevlânâ (r.a.) tara­fından tafsil buyurulduğundan (izah edildiğinden), bu bahsin tercüme ve şerh sûretiyle (açıklama yaparak) bu fass-ı münîfe (değerli esere) ilhâkı (ilavesi) münâsib (uygun) görüldü:

Tercüme: "İsâ (a.s)’nın ahmaklardan dağbaşına firârı (kaçması) ve bir kimse­nin onu ta'kib ederek suâl etmesi."

Mesnevî:

Tercüme: "Îsâ b. Meryem (a.s.) bir dağa kaçar idi. Güyâ arslan onun kanını dökecek idi. Birisi onun arkasından koşup: "Hayrola, arkan­da kimse yoktur. Kuş gibi ne kaçıyorsun?" dedi." 

Mesnevî:

Tercüme: "O, aceleyle öyle çabuk koşuyordu ki, kendisinin sür'a­tinden o sâile (soru sorana) cevâp vermedi." "Çüft" (eşit) , cîm-i fârisînin zammı (Farsça’daki cim) ile "çüst" ya'nî "çabuk" ma'nâsına gelir. Hind şârihleri (Hindli şerhçiler, kitabın açıklamasını yapanlar) bu kelimeyi cîm-i fâri­sî (Farsça’daki cim harfi) ile almışlardır. Şerh-i Ankaravi'de cim-i Arabî’nin zammı (Arapça’daki cim) ile "cüft" (eşit) sûretinde (şeklinde) zabtedilmiş (anlaşılmış, kavranılmış) ve "şitâbla cüft", ya'ni "eş olduğu hâlde" ma'­nâsı verilmiştir.

Mesnevi:

Tercüme: "İsâ (a.s.)’ın arkasından bir iki meydan tayy eyledi (atladı, geçti) . Ba'­dehû (daha sonra) kemâl-i cidd (olgun bir ciddiyet) ile Îsâ (a.s.)’ı çağırdı. "Allah rızâsı için bir lahza (kısa bir an) dur! Zîrâ senin firârından (kaçışından) benim bir müşkilim vardır. Ey kerîm, kim­den bu tarafa kaçıyorsun? Arkanda ne arslan, ne düşman havfı (korkusu) ve ne de başka korku yoktur!"

Mesnevi:

Tercüme: "Git, ahmaktan kaçıyorum. Kendimi kurtarıyorum. Ba­na bağ olma, dedi."

Şerh: "Ahmak"tan murad, emr-i maâdda (ahiret ile ilgili hususları) bî-temyîz olan (ayırt edemeyen) kimseler­dir. Ulûm (ilim) ve fünûn-ı zâhirede (fen ilminde) kılı kırk yaran ve fakat muammâ-yı vücudunun (vücudunun bilinmeyen karmaşık yapısının) nereden geldiğini ve niçin geldiğini ve nereye gittiğini ve niçin gittiğini anlamak merâkını hissetmeyen kimselerden zekâ­vet (zekilik, kavrayış) ve temyîz-i sahîh (doğruyu ayırt etmek) pek uzaktır. Bu zümre-i humeka (ahmak kişiler) kendilerinin cüz'-i kâinât (kainatın bir parçası) olduğunu i'tirâf ederler. Ve kendileri tarafından bir mak­satla îcâd olunan (yapılan) bir makineye, biri çıkıp da: "Bunda hiçbir maksad yoktur ve bu makine bir âlim ve hayy ve mürîdin masnû'u (yaptığı şeyler) değildir. Böylece / işleyip harâb olur" demiş olsa, cinnetine hükm ederler (cinnet geçirdiğine karar verirler). Ma­ahâzâ (bununla beraber) kendileri gibi ekmel (mükemmel) bir makinenin bir Hayy-i Alim'in ve bir Mürîd-i Muktedir'in masnû'u (yaptığı şeyler) olmadığına i'tikâd ederler (inanırlar).  Ve bundan kendileri cüz' (bir kısım, bir parça) oldukları hâlde, küllerinden (bütünlerinden) daha mükemmel ve onun hâiz (sahip) olmadığı evsâf (vasıflar ile muttasıf (vasıflanmış) oldukları netîcesi çıkacağını idrâk etmezler. Halbuki onlara "Küll (bütün) , kendi cüz'ünün (parçasının) evsâfını (vasıflarına) hâiz (sahip) olmaz" denilse gülerler. Bunların ulûm-i zâhiredeki (zahir ilimlerindeki) dikkâtlerine bakın, bu hükümlerindeki gafletlerine bakın!  …………………………….. (Haşr, 59/2)

İşte bunun için Hz. Mevlânâ (kuddise sırruhu'l-a'lâ) efendimiz bir beyt-i şerîflerinde:

Ya'nî "Böyle bir kimse ulum-i zâhirede (zahir ilimlerde) zekî-i mutlak (gerçekten zeki) olsa bile mâ­demki onda bu temyîz (ayırt etme) yoktur, o ahmaktır." buyururlar. Ve (S.a.v.) Efendimiz'in …………………………………. hadîs-i şerifinde beyân buyuru­lan (bildirilen) ahmak, bu zümreden (sınıftan) olan hâm-ı ezelîdir (ezelde hamdır, çiğdir). Bunlara Enbiyânın (Peygamberlerin) na­sâyıhı (nasihatları) te'sîr etmez.

Mesnevî:

Tercüme: "O kimse dedi: Nihâyet sen o Mesihâ (Hz. İsa) değil misin ki, a'mâlar ve sağırlar senden doğrulur ve şifâ bulur? Hz. İsâ: Evet, dedi. O kimse: Sen o şâh (padişah) değil misin ki, mahall-i füsûn-ı gaybsın? Sen o füsûnu (sihiri) bir ölü üzerine okuduğun vakit, av avlamış arslan gibi sıç­rar, dirilir! / İsâ (a.s) dedi: Evet, o benim. O kimse cevap verdi ki: Ey hûb-rû çamurdan (çamurdan güzel yüzlü) kuşlar yapan sen değil misin!"

Mesnevî:

Tercüme: "O kuşa nefh edersin (üflersin) de sebük-cân olur (hemen canlanır). Derhâl havada uçar." Bu beyit (Ankaravî nüshasında mevcûd değildir. Nüsah-ı hin­diyyede mündericdir.)

Mesnevi:

Tercüme: "Îsâ (a.s) buyurdu: Evet! O kimse dedi: O halde, ey rûh-ı pâk (temiz ruhlu) her ne istersen yaparsın, korku kimdendir? Böyle bir burhân (delil, kanıt) ile cihânda kimdir ki senin bendelerinden (kullarından) olmasın? Îsâ (.a.s) buyur­du ki: Teni îcâd eden (madde bedeni yaratan) ve ezelde (geçmişte, başlangıcı olmayan zamanda) cânı halk eyleyen (canı yaratan) Hakk'ın zât-ı pâki­ne (temiz zatına) kasem (yemin) ederim ki ve O Allah'ın zâtının ve sıfâtının hürmeti hakkı için ki, felek onun girîbân-çâk-i aşkıdır, (aşktan yakası yırtılmıştır) o efsûn (sihirbaz, gözbağcı) ve ism-i a'zamı ki, ben körler ve sağırlar üzerine okudum; iyi oldu. Taşlı dağ üzerine okudum; yarıldı. Hırka-i cismini kendi vücûdu üzerinde göbeğine ka­dar yırttı. Ölmüş bir ten üzerine okudum; diri oldu. Lâşe (kıyıda kalmış gemi teknesi) üzerine okudum; bir şey oldu."

(Devam edecek)

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-27.08.2003
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail