VIII
BU
FAS KELİME-İ YA'KUBİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN
"HİKMETİ
RÜHİYYE"
BEYÂNINDADIR
Mesnevî:
Tercüme:
"Onu, ahmağın kalbi üzerine, muhabbetle yüz bin defa
okudum; bir çâre olmadı."
Şerh:
"Vüdd" (dostluk)
vâvın zammı (vav harfinin
eklenmesiyle) ve dâlin teşdidiyle (dal
harfini şeddelendirmek (çift okutmakla) "muhabbet"
ma'nâsınadır. Burada kâfiye için muhaffef (hafifletilmiş)
olarak isti'mâl buyurulmuştur (kullanılmıştır).
Cenâb-ı Şeyh-i Ekber (r.a), Fass-ı
Ya'kûbî'de buyurmuşlar idi ki:
"Hâdim-i
matlûb (hizmet
edende aranılan şey) mahdûmunun (efendisinin)
mersûmu indinde,
ya hâl ile veyâ kavl (söz) ile
vâkıftır."
Ya'nî ervâh (ruhlar)
ve nüfûsu (nefisleri)
ihyâ eden (dirilten,
hayat veren) Enbiyâ-yı ızâm (büyük
Peygamber) hazarâtı, (hazretleri)
hidâyete kâbiliyeti olmayan kimselere, her ne
kadar kavl (söz) ile
nasîhat etseler ve hâl ile ümmetlerine numûne (örnek)
olmak üzere, ibâdât (ibadetler) ityân
eyleseler (getirseler),
onların azgınlıkları ve şaşkınlıkları ziyâdeleşir
(artar).
Bu surette mümkinin (mevcut varlığın)
"ayn"ı (ilmi
sureti) nasıl iktizâ ediyorsa (gerektiriyorsa),Enbiyâ
(Peygamberler)
dahî o iktizââtın indinde
(icap edenlerin durumuna) tevakkuf eder (bağlıdır).
Binâenaleyh (nitekim)
Enbiyâ’nın (Peygamberlerin)
vazîfesi, ancak âmmeye (herkese)
"emr-i teklîfi"yi (Allah’ın
emirlerini) iblâğdan (ulaştırmak,
tebliğ etmekten) ibâret olup
………………………………………. (Kasas, 28/56)
âyet-i kerîmesi mûcibince (gereğince),
ehl-i hidâyet (hidayet
sahibi) olmayan humekanın (ahmakların)
kulûbunu (kalplerini)
nûr-i îmân (iman
nuru) ile tenvîre (nurlandırmaya)
hâdim olmazlar (çalışmazlar,
hizmet etmezler). İşte
Hz. İsâ (a.s)ın kelâmı, bu hakikâti beyân (açıklar)
ve bu sırrı ızhâr eyler. (açığa
çıkarır)
Mesnevi:
Tercüme:
"O ahmak katı taş oldu; ve o huydan dönmedi; kum oldu
ki ondan hiç ekin bitmez."
Şerh:
Hakk Teâlâ hazretleri ehl-i şekâvetin (cehennemliklerin)
kulûbunu (kalplerini)
………………………………………………………
Bakara, 2/74) ya'nî "Ba'dehû (daha
sonra) sizin kalbleriniz taş gibi, belki taştan
daha galîz (sert)
ve katı oldu. Tahkîkan (gerçekten) taşın
ba'zısından ırmaklar akar" âyet-i kerîmesiyle tasvîf
buyurdu (tarif etti). Ya'nî
ehl-i şekâvetin (cehennemliklerin)
kalbleri, taştan daha dûn (aşağı)
bir derekededir (basamaktadır).
Çünkü taştan halkın intifâını (faydalanacağı)
mûcib
(gerekli) ahvâl (durumlar)
zâhir olur (meydana
çıkar).
Fakat bu humekanın (ahmakların)
kulûbundan (kalplerinden) fâide
zuhûru (faydalı
şeylerin çıkması) şöyle dursun, belki halka
zararı dokunacak şeyler peydâ olur. Onun için (S.a.v)
Efendimiz:
……………………………………………. hadîs-i
şerîfleri ile sohbet-i ahmakın terkini
emir
(ahmaklarla sohbetlerde bulunmaktan kaçınmayı) ve
âkılin (akıllı
kimselerden) müfârakatından nehy
(ayrı kalmamayı) buyurdular.
Tercüme:
"O kimse dedi: Hikmet nedir ki, o mahalde (birimde)
ism-i Hak (Hakk
ismi) ona fâide (fayda) etti
de, burada etmedi? O da marazdır (hastalıktır),
bu da marazdır (hastalıktır). Niçin
ism-i Hak ona devâ (çare)
oldu da, buna olmadı? Dedi: Maraz-ı hamâkat (ahmaklık
hastalığı) Allah'ın kahrıdır. Maraz-ı amâ (körlük
hastalığı) ise kahr değil, belki ibtilâdır (imtihandır). İbtilâ
(imtihan) bir
marazdır (hastalıktır)
ki, merhamet celb eder (çeker).
Hamâkat (ahmaklık)
bir marazdır (hastalıktır) ki,
zahmet getirir. Renc-i hamâkat (ahmaklık
acısı) zahmet tevlîd eder (doğurur).
O şakînin (bahtsız
olanın) çârecûluğu (çare araması) merhamet
değildir."
Şerh:
Enbiyânın (Peygamberlerin)
çâre-sâz olmadığı
(çare bulamadığı) hamâkat (ahmaklık) ve
şekâvetin (mutsuzluğun)
kahr-ı İlâhî (Allah’ın
kahrı) olduğu beyân buyuruluyor (açıklanıyor).Acabâ
bu zümrenin (kişilerin)
hamâkat (ahmaklık)
ve şekâvet-i (mutsuzluğu)
çâre-nâ-pezîri (çaresizliği)
kendilerine nereden ârız olmuştur? (gelmiştir)
Bu
suâlin cevâbı Fass-ı
Ya'kûbî'de geçmiştir. Cenâb-ı Şeyh (r.a.) buyurmuş
idi ki; "Abde (kula) hayrı
kendi zâtının gayrı (zatından
başkası) vermedi. Ve ona zıdd-ı hayrı (kötülüğü)
kendisinden başkası i'tâ etmedi (vermedi).
Belki abd (kul)
zâtını Mün'im (Nimet
veren) ve Muazzib’dir. (Azap
verendir).
O
ancak kendi nefsini zemm etsin (kötülesin)!
Ve ancak kendi nefsine hamd eylesin (övsün,
şükran duysun)! Şu
halde, Hakk'ın onlara ilminde, Allah için hüccet-i bâliga (en
yüksek mertebeden delil) sâbittir (mevcuttur).
Zîrâ ilim, ma'lûma (bilinene)
tâbi'dir."
İmdi
abdin (kulun)
ayn-ı sâbitesindeki (ilmi
suretindeki) hâl neyi iktizâ ediyorsa (gerektiriyorsa),
Hakk'ın o hâl üzere ma'lümudur (Hak’ta
o hali ile bilinir) ve Hakk'ın irâdesi ise ilmine tâbi'dir
(uyar).
Nitekim sûret-i İlâhiyye üzere mahlûk olan
insan dahî, mâ’lûm olmayan (bilinmeyen)
bir şeyi murâd etmez (istemez).
Eğer abdin (kulun)
ayn-ı sâbitesindeki (ilmi
suretindeki) hâli şekâvetini (mutsuzluğunu)
muktezî (gerektiriyor) ise,
şekâvetle (mutsuzlukla)
Hakk'ın ma'lûmu (Hakk’ta
bilinen) olur. Ve şekâveti (mutsuzluğu)
hakkında da irâde-i İlâhiyye (Allah’ın
iradesine) taalluk eder (bağlı
olur).
Şekâvetin (cehennemlik
oluşun, mutsuzluğun) kahr-ı İlâhi (Allah’ın
kahrı) olmasına gelince, â’yân-ı sâbite (ilmi
suretler) esmâ-i İlâhiyye’nin (ilahi
esmanın) zılâlidir (gölgesidir).
Kahr-ı İlâhîye (İlahi
kahra) mazhar
olan abdin (kulun)
ayn-ı sâbitesi (ilmi sureti), esmâ-i
kahriyyeden (kahır
esmalarından) birinin zılli (gölgesi)
olur. Esmâ-i İlâhiyye de
(İlahi esma da) Hakk'ın zılâlidir (gölgesidir).
Bundan anlaşılır ki, cemî’-i mevcûdâtın (bütün
yaratılmışların) vücûdu, zıllden (gölgeden)
başka bir şey değildir. Vücûd, ancak zî-zıll (gölge
sahibi) olan Hakk'ındır. Tehâlüf (uyuşmazlık)
ve tenâzu', (anlaşamazlık,
çekişme) ancak yekdîğerine (birbirlerine)
mütekâbil (karşılıklı,
karşıt) olan esmâ-i İlâhiyye’nin tenâzu' (anlaşamazlığı)
ve tehâlüfüdür (uyuşmazlığıdır).
Ey
tâlib-i hakîkat (hakikâti
isteyen),
bu bâde-i mâ’rifeti (marifet şarabını)
içip, neşesiyle müstağrak-ı ezvâk oldun (zevkten
gark oldun) ise, müsterîh (rahat)
olur ve kemâl-i istirâhatla (tam
bir rahatlıkla) saltanat-ı İlâhiyye'yi (İlah’ın
hükümdarlığını) temâşâ eder (seyreder)
ve nâ-mahremler (mahrem olmayanlar)
hakkında da cenâb-ı Hâfız'ın bu beytini
okursun:
Beyit:
Tercüme:
"Müddeî
istedi ki râzı temâşa etsin
Dest-i
gayb geldi de nâ-mahremi çekti geriye"
(Devam edecek)
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-02.09.2003
http://gulizk.com
|