| 
                  VIII BU
                FAS KELİME-İ YA'KUBİYYE'DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMETİ
                RÜHİYYE"  
                BEYÂNINDADIR Mesnevî: Tercüme:
                "O firâr-ı İsevî (İsa’nın
                kaçması) korkudan değil idi. O eymendir (talihli,
                bahtlıdır).Ta'lîm (öğretmek) için
                idi. Eğer zemherîr (şiddetli
                soğuk) afâkı doldurur ise, hurşid-i bâ-işrâk (nurlandırıcı
                güneş) için ne gam (keder,
                tasa) vardır!" Şerh:
                Ya'ni Îsâ (a.s.)’ın ahmaktan fırârını
                (kaçmasını),
                 kendisine
                ondan zarar gelir korkusuyla vâkı' oldu (gerçekleşti)
                zannetme! Enbiyâ-yı ızâm (büyük
                Peygamber) hazarâtı (hazretleri)
                makâm-ı emndedir (korkusuzluk,
                eminlik makamındadır).
                Onlar hiçbir havâ ile müteharrik olmayacak (hareket
                etmeyecek) sûrette metânet (kuvvetli,
                dayanıklı) ve mekânet (kuvvet,
                güç) sâhipleridir. Onun bu firârı, (kaçışı),
                ancak her renge boyanmak ve her hava ile müteharrik
                olmak (hareketlenmek)
                isti'dâdını hâiz (sahip)
                bulunan zaaf-ı kalb (zayıf kalpli) ashâbına
                (kimselere)
                tâ‘lim (öğretmek)
                için idi. Ve onların veresesi (mirasçıları)
                olan Evliyâ-ı kirâm (büyük
                Veliler) hazaratı (hazretleri)
                dahî :
                …………………………………………. (Yunus,
                10/62) âyet-i kerîmesi muktezâsınca, (gereğince)
                her türlü mahâviften (tehlikelerden,
                korku veren şeylerden) emîndirler. Onlar işrâk
                sâhibi olan
                (aydınlatan, nur saçan) güneşe benzerler. Eğer kış
                mevsiminde soğuk âfâkı tutsa (dışarıda
                hava soğuk olsa),  güneşe
                ne te'sîri olur? Binâenaleyh (nitekim)
                bu saâdetlilerin ahmaklara karin (yakın arkadaş) olmalarında,
                kendileri için hiçbir mahzûr (engel,
                sakınca) mutasavver değildir (düşünülemez).
                Fakat nâkısların (noksan,
                kemale ermemiş kişilerin) musâhabe-i humekâdan (ahmaklarla arkadaşlık
                etmekten, sohbette bulunmaktan) ictinâb etmeleri (kaçınmaları)
                vâcibdir (zaruridir). Zîrâ,
                onlar henüz şems-i bâ-işrâk (güneşin
                nuru gibi)
                olmadıklarından kendilerindeki harâret-i îmân (iman
                harareti) cüz'i bürüdet-i küfr (bir
                parça soğuk küfür) ile intıfâ-pezîr (söndürücü) olur.
                Ve ebyât-ı sâbıka (önceki
                beytin) şerhinde (açıklamasında)
                îzâh olunan (anlatılan)
                belâlara mübtelâ (tutulmuş)
                olurlar. İlk
                tesvidin intihası: 16 Kanûn-ı evvel 331; 21 Safer 334 Çarşamba
                gecesi. Tâ'dilen
                tesvidin intihâsı: 3 Teşrin-i Sâni 336; 21 Safer 339 Çerşamba
                sabâhı. 
                (Devam edecek) 
                Derleyen:Asliye Tavşanlı
 asliye@hotmail.com
 İstanbul-16.09.2003
 http://gulizk.com
  
               |