[KELİME-İ
YÛSUFİYYE’DE MÜNDEMİC “HİKMET-İ NÛRİYYE”NİN BEYÂNINDA
OLAN FASTIR]
"Âlem-i
hayâl" dahi iki kısımdır: Birisi bâlâda (yukarıda)
zikrolunan (adı geçen) dördüncü
hazrettir (mertebedir)
ki, ona "âlem-i misâl" denildiği gibi
"hayâl-i mutlak" da derler. Diğeri bu âlem-i misâle
(mutlak
hayal mertebesine) muttasıl (bitişik)
olup onun cedveli hükmünde olan ve insanın vücûdunda
bulunan hayâldir ki, buna da "âlem-i hayâl-i
mukayyed" (kayıtlı
hayal âlemi) derler. Bu hazret-i şehâdetteki (içinde
bulunduğumuz mertebede) ahlâk-ı hamîde (beğenilen huylar)
ve a'mâl-i sâlihanın (yararlı
işlerin) âlem-i hayâl-i mutlaktaki (kayıtsız, sınırsız
hayal âlemindeki) misâli (benzeri)
bağlar, bostanlar ve çiçekler ve meyveler ve enhâr
(nehirler)
ve ahlâk-ı redîe (kötü ahlak) ve
a'mâl-i seyyienin (kötü
işlerin) misâli (benzeri)
dahi akrepler, yılanlar ve zulumât (karanlıklar,
sıkıntılar) olur. Ve dünyâda
insana hangi sıfât galip (üstün)
ise âlem-i berzâhda, o sıfata münâsib (uygun)
bir sûret peydâ olur. Meselâ kibir gâlib olursa
kaplan ve gazab (hiddet,
öfke) ve hased (kıskançlık, çekememezlik)
gâlip (üstün)
ise kurt ve şehvet / ve adem-i hamiyyet, (onursuzluk,
haysiyetsizlik) ya'nî kendi mahrem-i olan (yakın
akraba) kadınların nâ-mahremlerle (yabancı
erkeklerle) ihtilâtına (karışmasına,
bir arada bulunmalarına) iğmâz-ı ayn etmek (göz yummak) sıfatı
gâlip (üstün)
ise hımâr (eşek)
ve hınzır (domuz)
ve hırs ve emel gâlib (üstün)
ise fâre ve karınca sûretleri peydâ olur.
Mesnevi
Tercüme:
"Gönülde yer tutan her bir hayâl, rûz-i mahşerde (mahşer
gününde) bir sûret olacaktır" "Senin
vücudun üzerine gâlip (üstün)
olan bir sîretin (tavrın, ahlakın)
tasvîriyle (şekillenmesiyle)
haşrin (dirilmen)
vâcibdir.
(zorunludur) " "Rûz-i mahşerde (mahşer
gününde) her arazın (yaratılmışın) bir
sûreti vardır; her bir arazın (yaratılmışın)
sûretine nevbet (sıra,
nöbet) vardır." "Vaktâki (ne
zaman ki) senin elinden bir mazlûma (sessiz,
zararsız kişiye) zahm (yara)
erişti, o zahm (yara)
bir ağaç oldu ve ondan zakkum (cehennemliklerin
yiyeceği) peydâ oldu." "Bu senin yılan
ve akrep gibi olan sözlerin, yılan ve akrep olup senin kuyruğunu
tutar."
Bu
zikrolunan (adı
geçen) sıfatlardan halâs olanlar (kurtulanlar)
ancak tezkiye-i nefs (nefsini
arındırmış) ve tasfıye-i kalb etmiş (kalbini
saflaştırmış, temizlemiş) olan zevât-ı kiramdır
(soylu,
temiz, şerefli kişilerdir).
"Hayâl-i mukayyed"e, ya'nî hayâl-i insânîye
(insanda
olan hayale) gelince, onun bir tarafı âlem-i misâle
(mutlak,
kayıtsız hayal âlemine) ve bir tarafı da insanın
kendi nefsine ve bedenine muttasıldır (bitişiktir).
İhtilâl-i mizâc (rahatsızlığı)
veyâ uyku / sebebiyle, âlem-i süflî (alt, aşağı âlem)
sûretlerinden bir sûret, hayâl-i insânîde (insanın
hayalinde) muntabi' (şekli belirmiş) ve
mürtesem (resmolunmuş,
görünür) olduğu vakit, bilmelidir ki, bu suretler
ancak hayâlât-ı fâside (yanlış
bozuk rüyadır) veyâhut adğâs ü ahlâmdır (tabir edilmeyen,
karışık rüyalardır) ve aslâ hakîkati yoktur.
Meselâ bir kimse hasta olmakla kendisine birtakım hayâlât ârız
olur (hayaller,
düşler görür), sayıklar
Ve kezâ bir kadına muhabbet edip onun tasavvuruyla (onu
arzu etmek, düşünmekle) kendisine şehvet galebe
eder (üstün
gelir).
Uyuduğu vakit onun hayâli zuhûr ederek (meydana çıkarak)
mülâkat etmekle (buluşup,
kavuşmakla) ihtilâm olur. Veyâhut çok tuzlu yemek
yer, uykusunda susuzluk galebe eder (üstün
gelir).
Rü'yâsında birtakım akar sular ve çeşmeler görür.
Fakat
âyîne-i kalbi (kalp aynasını) envâ'-ı
riyâzât (çeşitli
nefs terbiyeleri) ve mücâhedât (savaşlar)
ile musaffâ (saflaştırmış,
temizlemiş) ve fikri ağyâr (zihnini
masivadan yani Hakk’tan başka her şeyden) ve şehevâttan
(şehvetlerden,
nefsin isteklerinden) hâlî (boş
olan, boşalmış) olan bir ârifin mir'ât-ı hayâlinde
(hayal
aynasında) mer'î olan (görülen)
sûretler, âlem-i misâlden (kayıtsız
mutlak hayal âleminden) mün'akis olmuş (aksetmiş,
yansımış) ise, ister hâl-i nevmde (uyku
halinde) ve ister hâl-i yakazada (uyanıklık
halinde) olsun, hak (doğru
ve gerçektir) ve sâbittir (mevcuttur).
Zirâ
"âlem-i misâl"
(kayıtsız
mutlak hayal âlemi) hizâne-i ilm-i Hak'tır (Hakk’ın ilim
hazinesidir),
ondan hatâ sâdır olmaz (çıkmaz).
Binâenaleyh
(nitekim), tasvîrâtı
hayâliyye (hayali
şekiller) iki kısım olmuş olur:
Birincisi:
Suver-i mahsüsâta (göz
ile görülebilen, bilinen suretlere) mutâbakati (uygun) olan
suver-i hayâliyyedir (hayali
suretlerdir) ki, buna "keşf i mücerred"
ve "suver-i gaybiyyeye ıttılâ" (gaybtaki
suretlerden haberdar olmak) tâ’bîr olunur (denir). Ve bu kısım,
te'vîle (tefsir
etmeğe) ve ta'bîre (yorumlamağa)
muhtâç değildir. Nitekim, Resûlullah (s.a.v)
Efendimiz, Hudeybiye'ye hurûcdan
(çıkmadan) evvel, rü'yâlarında kendilerini ashâbiyle
berâber, başlarını traş ettirmiş oldukları halde, emn (eminlik,
korkusuzluk) üzere Mescid-i Harâm'a dâhil olmuş gördüler.
Hicretten altı sene sonra bu rü'yâ ayniyle zuhûr etti (gerçekleşti).
İkincisi: Suver-i
mahsüsâta (görülen,
bilinen suretlere) mutâbakati (uygun)
olmayan suver-i hayâliyyedir (hayali
suretlerdir) ki, buna "keşf i muhayyel"
derler. Ve bu kısım ta'bire muhtâc (yorum
yapma ihtiyacı) olur.
Ve bu ta'bîr dahi görülen suver-i hayâliyyeye (hayali
suretlere) münâsebeti (ilgisi)
bulunan suver-i mahsüse (bilinen
suretler) ile te'vîl (tefsir
etmek, yorumlamak) sûretiyle (şekliyle)
vâkı' olur. Nitekim, (S.a.v) / Efendimiz'e rü'yâsında
bir kâse süt verildi. İçip cür'asını (kalanını)
Hz. Ömer (r.a.)’e verdi. Bu rü'yâyı ashâb-ı
kirâm hazarâtına (hazretlerine)
takrîr buyurdukda (anlattıklarında)
:
"Yâ Resûlallah, bunu ne ile te'vil
buyurdunuz?" (hangi manada açıkladınız?)
dediler. "İlim ile te'vîl ettim (tabir
ettim)" buyurdular.
Vech-i münâsebet (ilişkili
yönü) budur ki, "süt" gıdâ-yı bedendir
(bedenin
gıdasıdır). "İlim”
dahi gıdâ-yı rûhdur (ruhun
gıdasıdır).
Ve ta'bîr-i rü'yâda (rüyanın
yorumunda) bir kaide ve kânûn yoktur. Binâenaleyh (nitekim),
suver-i hayâliyyenin (hayali
suretlerin) keşfıne müteallık (sırlarının
öğrenilmesi ile ilgili) olan ilm-i nûrâniyyet, (nurlar
ilmi, hayal âlemi ile ilgili ilim) bir kimseye atâ
olunmazsa (bağışlanmamışsa)
mer'î olan (görülen)
sûretlerin hakîkatini anlamadan âciz olur.
İmdi
"hazret-i hayâl" (hayal
mertebesi) hakkındaki bu îzâhât anlaşıldıktan
sonra, ma’lûm olsun ki, bu "hikmet-i nûriyye" nûrunun
inbisâtı (genişlemesi,
açılması) hazret-i hayâl üzerinedir. Ya'ni misâl-i
mutlakın (kayıtsız
mutlak hayal âleminin) sıfat-ı zâtiyyesi (zatının sıfatı)
olan nûr, hazret-i menâm (rüya,
düş) olan hazret-i hayâl üzere münbasıttır (yayılan, genişleyendir).
Ve bu nûrun hazret-i hayâl üzerine inbisâtı (yayılıp,
genişlemesi) dahi, ehl-i inâyet (lutuf,
ihsan sahibi) olan enbiyâ (aleyhimü's-selâm) hakkında
mebâdi-i vahyin evvelidir (vahyin
gelmesinden evveldir) .
Yâ’nî rü'yâ mevtını (rüyanın menzili,
makamı) olan "hazret-i hayâl" nûrun
mahall-i inbisâtı (yayıldığı,
genişlediği yer) olmak i'tibâriyle mebde-i vahy-i
İlâhî (İlahi
vahyin başlangıcı) olur.
(Devam edecek)
Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-30.09.2003
http://gulizk.com
|