82. Bölüm

KELİME-İ YÛSUFİYYE’DE MÜNDEMİC “HİKMET-İ NÛRİYYE”NİN BEYÂNINDA OLAN FASTIR]

Âişe (r. anhâ) der ki: "Resulullah (s.a.v.)’in evvel-i vahiyden bed' olunduğu şey, rü'yâ-yı sâdıka idi. İmdi o hazretin hâli bu idi ki, bir rü'yâyı görmez idi, illâ felak-ı subh gibi zâhir olur idi.' Hz. Âişe (r. anhâ) "Onda hafâ yok idi" diyor (2).

Ya'nî (s.a.v.) Efendimiz için mebde-i vahy-i İlâhî (vahyin gelmesinden önce) "rü'yâ-yı sâdıka" (gerçek rüya, doğru çıkan rüya) oldu. Ve rü'yâ, ancak uyku hâlinde vâkı' olur (gerçekleşir). Ve Nübüvvetin ibtidâ zuhûru zamânında (Peygamberlik görevinin açığa çıktığı ilk zamanlarda) gördüğü rü'yâ, âlem-i his (hissedilen âlemde) ve şehâdette (dünyada) subh-ı sâ­dık (tan yerinin ağarması) gibi açık bir sûrette zâhir olur (görülür) idi. Buna binâen Hz. Âişe (r. an­hâ) .............. kavlini ....... kavliyle tefsîr buyurdu (sözleriyle yorumladı) . Ve bu tefsir (açıklama) ile Fahr-i âlem (s.a.v.) Efendimiz'in gördüğü sûret-i hayâliyye­nin (hayali suretlerin) ta'bîre muhtaç olmayıp, "keşf i mücerred" (katıksız tam keşif) olduğunu ve binâena­leyh (nitekim) o sûretin hazret-i şehâdette (dünyada) aynen zuhûr ettiğini (meydana geldiğini) îzâh eyledi (anlattı).

Ve Hz. Âişe (r. anhâ)’nın ilmi buraya kadar bâliğ oldu, baş­ka değil (3).

Ya'nî Hz, Âişe (r.anhâ) "hazret-i hayâl" ile "hazret-i şehâdet"i tefrîk etti (birbirinden ayırdı). Ve ilmi, rü'yâda görülen şeyin başka ve âlem-i histe (dünyada) zâhir olan şeyin başka olacağına kadar vâsıl oldu (ulaştı).Onu tecâvüz etmedi ve buyurdu ki:

"Ve onun müddeti bunda altı ay oldu. Sonra ona melek geldi" (4).

Yâ’nî bu rü'yâda, (s.a.v.)’in müddeti altı mâh (ay) oldu. Ba'dehû (daha sonra) hazret-i şehâdette (içinde bulunduğumuz mertebede, dünyada) vahy-i İlâhî (İlahi vahiy) ile melek nâzil oldu (indi) . Binâenaleyh (nitekim), Hz. Âişe (r.an­hâ) hazret-i şehâdeti, (şehadet mertebesini) hayâle ilhâk etmedi (katmadı, eklemedi) .  Onu başka, bunu da baş­ka addeyledi (saydı).

Ve bilmedi ki, Resûlullah (S.a.v.) buyurdu: "Muhakkak nâs uykudadırlar, öldükleri vakit uyanırlar" (5).

Ya'nî Ümmü'l-mü'minîn (müminlerin annesi) Hz. Âişe (r. anhâ), Fahr-i âlem Efendimiz’in "Nâs (insanlar) uykudadırlar, öldükleri vakit uyanırlar" buyurmasıyla, hazret­i şehâdeti hazret-i hayâle ve hazret-i hayâli hazret-i şehâdete ilhâk ettiğini (eklediğini, kattığını) ve bununla, tahkikan (gerçekten) hayât-ı hissi (his hayatı, duyuları) ile hayy (canlı, diri) olup uyanık olan nâsın (insanların) ba'zısı uykudadırlar ve uyku ise hazret-i hayâldir (hayaldir, rüyadır) ve öldükle­ri vakit bu uykudan uyanırlar, demek murâd eylediğini bilmedi. Hal­buki â’ref-i Enbiyâ (en arif Peygamber olan) Efendimiz bu hadîs-i şeriflerinde âlem-i halkta (yaratılan âlemlerde) câ­rî (cereyan eden, geçerli) olan her bir şeyin, maâni-i gaybiyyeden (gözle görülmeyen, gizli âlemolan manalardan) bir ma'nânın sûreti ve hakayık-ı ilmiyyeden (ilmi hakikâtlerden) bir hakîkâtin (ilmi suretin, mananın) "misâl"i (benzeri, hayali) olduğuna işâret buyur­muşlardır. Lâkin nâs (insanlar) nevm-i gaflet (gaflet uykusunda) ve hucüb-i tabîiyye (tabiat perdeleri) ile ihticâb (gizlenmeleri) se­bebiyle suver-i ekvân âyînelerinde (varlıkların suret aynalarında) bu hakayıkı (hakikâtleri) müşâhede edemezler (göremezler). Ya'nî âlem-i histen (hissedilen âlemden, dünyadan) âlem-i misâle (hayal âlemine), âlem-i misâlden (hayal âleminden) âlem-i ervâha (ruhlar âlemine, esmaya) ve ervâhdan (ruhlardan, esmadan) âlem-i a'yâna (mana âlemine) ve a'yândan (manalardan) esmâ ve şuûnât-ı zâtiyyeye (Zat’ın fiillerine, işlerine) inti­kal edemezler (geçemezler).

Beyt-i Hz. Emîr Kudsi:

Tercüme: "Hâb-ı cehil (uyku cehaleti) beni harem kurbünden (hareme yakınlaşmaktan) uzak düşürdü. Yoksa bir kimse cânândan daha yakın olarak hiçbir şeyi görmedi."

/ Ancak mevt-i irâdi (ölmeden önce ölme) zevkini tadıp vech-i bâkînin (devamlı var olan, sonsuz varlığın vechini) şuhûdunda (seyirde) hâlik (helak, yok) olan kimse, bu fenâdan (yok olmaktan) sonra baka (daimlik, devamlılık) bulup uyanır. Ve bu sûrette (şekilde) de ma’nânın sûrette cilve-ger (surette görülenin mana) olduğunu ve suver-i halkıyyenin, (yaratılmış suretlerin) ma'şûk-ı hakîkinin (gerçek sevgilinin) hüsnüne (güzelliğine) âyîne (ayna) bulunduğunu keşf-i ma’nevî (manevi keşf, buluş) ile bilir.

Beyt:

Nazmen tercüme:

Mahbûbumuzun hüsnüne âyîne bu âlem

Her zerrede o vechini gösterdi demâdem

İşte Ummü'l-mü'minîn (müminlerin annesi) Hz. Âişe (r.a.)’ın ilmi, (s.a.v) Efendimiz'in .............................. (Bakara, 2/115) ve .............................. (Sebe, 34/77) âyet-i kerimesi hükmünce, bilcümle (bütün) merâtib-i ulviyye (yüksek mertebeler) ve süfliyyede (alt mertebelerde) Hakk'ın hüviyetini (Zâtını) hâzır (huzurda, göz önünde) ve kâffe-i eşyâda (bütün varlıkların hepsinde) vech-i Hakk'ı (Hakk’ın yüzünü) zâ­hir (meydanda, açık) olarak müşâhede buyurduğunu (gördüğünü) ihâta etmedi (kavrayamadı).  Zîrâ cenâb-ı Fahr-i âlem Efendimiz (Peygamberimiz) bir lahza (an) şuhûd-i Hak'tan (Hakk’ı görmekten) gâib olmaz idi.

(Devam edecek)

Derleyen:
Asliye Tavşanlı
asliye@hotmail.com
İstanbul-07.10.2003
http://gulizk.com


Üst Ana sayfa e-mail